Seçim sonuçları açıklandı; ve AKP’nin yeni bir seçim zaferi daha kendisini ortaya koydu. Diğer partilerin tümü için “hezimet” olan bu sonuçlara göre, AKP, bir kere daha yüzde 50’ye yakın oy almıştı.
Herkes nasıl yanıldı?
Sonuçlar açıklandığı andan itibaren “yorumcular”, ortaya çıkan tabloyu “anlamlandırmaya” çalıştı. AKP “terör”ü ve “istikrar” arayışlarını nasıl kullandı, CHP nasıl umut olamadı, MHP “hayır”cı politikasıyla güç kaybetti, HDP çatışma ortamında oy kaybetti vb, vb… Temel başlıklar bu olmak üzere, sonsuz çeşitlilikteki yorumlar, medyadan üzerimize yağdı. Ortaklaşılan nokta ise, “AKP bir kere daha başardı” oldu.
Oysa en büyük hata, seçim sonuçlarının gerçek olduğunu varsayarak yorumların yapılmasıdır.
Bütün anket şirketleri yanıldı; sokağın nabzını en iyi biçimde tutan yorumcular yanıldı; hatta AKP bile yanıldı! Öyle ya Bilal’in İtalya’ya göçmesi, AKP’nin seçimdeki gerçek beklentisini göstermiyor mu? 7 Haziran seçimlerinden sonra sızdırılan AKP kurmaylarının toplantısında söylenen, “bizim gerçek oyumuz yüzde 25” sözü de birkaç ayda değişti mi?
Nasıl herkes birden yanılıyor bu kadar kolayca? Birbirinden çok farklı siyasi görüşlere sahip olan yorumcuların ve siyasetçilerin hepsi başka bir dünyada mı yaşıyordu? AKP’den nefret eden ve 7 Haziran günü bunu gösteren birkaç milyon seçmen, 5 ay içinde birden karar mı değiştirdi?
Birkaç milyon oy, 5 ay içinde iki defa adres değiştirdi; bu “yaşamın doğal akışına aykırı” değil midir?
Ne kadar zorlasalar bile, yorumcuların bu soruların cevabını verme ihtimali yoktur. Çünkü sonuçların böyle çıkmasının nedenleri yanlış yerde aranmakta, ısrarla yanlış yere bakılmaktadır.
Bakılması gereken yer seçim hileleridir
Seçim sonuçlarını yorumlamaya odaklandıkça, AKP’nin zaferini kutsamak kaçınılmaz. Dahası, Erdoğan’ın ve AKP’nin “yenilmez” olduğu kanıksanır. Bunca çabaya rağmen ortaya çıkan sonuçlar, AKP’nin gücü ve otoritesi önünde bir teslimiyete yol açar.
Oysa bakılması gereken ilk yer, sandıkta yapılan seçim hileleri olmalıdır. AKP, 7 Haziran’dan bu yana tüm gücüyle seçim hilelerine odaklanmış, seçim başarısını bu hilelerin hayata geçmesine bağlamıştır. Üstelik ortada çok yeni ve bilinmeyen bir durum da yoktur. Her zaman yaptığı hileleri daha profesyonel, daha güçlü, daha keskin biçimde gerçekleştirmek üzere kadrolarını örgütlemiştir.
Birincisi, sahte seçmenler üretmekten CHP ve HDP seçmenlerinin listeden düşürülmesine, AKP’nin küçük farklarla kaybettikleri illere binlerce seçmen kaydırılmasına kadar pek çok hile, daha listeler açıklandığı anda kendini göstermiştir. 2011 yılından bugüne, seçimlerle ilgili yazdığımız her yazıda, “seçimi kazanmak isteyen partinin öncelikle seçmen listelerinin düzeltilmesi için uğraşması gerektiğini” sayısız kez yineledik. Buna rağmen, HDP 1 Kasım akşamı, “seçmenlerimiz silinmiş” diyebiliyor, ama seçmen listeleri açıklandığında neden sonuçalıcı bir biçimde harekete geçmediklerini, bunun kıran kırana mücadelesini vermediklerini söylemiyor!
İkincisi, seçim sonuçları, bugüne kadar görülmemiş bir biçimde, hızla açıklanmıştır. İlçe seçim kurullarının önünde yüzlerce insan daha oy çuvallarını bile teslim etmemişken, açılan sandık oranları yüzde 90’lara ulaşmıştır. Bu durum, seçim sonuçlarının oy sayımına göre yapılmadığını göstermeye yeterlidir. Bu seçimlerde asıl hilenin, oluşturulan bir yazılım sayesinde ilçe toplamlarında ortaya çıkacağı önceden biliniyor, söyleniyordu. Ama buna da önlem alınmadığı görülüyor.
Üçüncüsü, yazılım kullanarak merkezi düzeyde sonuçları değiştirme planının işlememesi ihtimaline karşı, sandık başlarında bugüne kadar yapılan bütün baskılar en üst noktaya çıkarılmıştır. “Oy ve ötesi” temsilcilerinin kovulmasından, sandık görevlilerine boş tutanak imzalamaya zorlamaya, polis ve asker terörü estirilmesinden, kapı önündeki plakasız araçlara kadar, her tür sandık hilesi ve baskısı, en üst düzeyde kullanıldı.
AKP, çok yönlü bir hazırlık yapmıştı. Seçim yazılımı ile yapamadığını oy pusulalarıyla, sandık başkanları zayıf kalırsa, asker-polis gücüyle, ama her koşulda bu seçimleri kazanmayı garanti altına almıştı. Ne acıdır ki, hilelerin hepsi etkili biçimde hayata geçti. Öyle ki, büyük bir umutsuzluk içindeki AKP, bu hilelerden bazılarının işlemeyeceğini düşünerek en fazla yüzde 44-45 civarında oy beklemesine rağmen, bütün taktikleri başarılı olduğu için, yüzde 50’ye kadar yükseldiler. Bu onların bile şaşırdığı bir zafer oldu.
Faşizmin kitleleri etkilemek ve seçim sonuçlarını belirlemek için kullandığı sayısız yöntem vardır. Terör estirmekten kitle maniplasyonuna, satın almaktan kandırmaya, tehdit etmekten ideolojik bombardımana kadar her tür yöntemi, tarihi boyunca, değişik düzeylerde kullanmıştır. AKP de 5 ay boyunca bu yöntemleri kullandı ve kitleleri maniple etmeye çalıştı. Ancak bu seçimlerde, sandık hileleri öylesine baskın ve belirgin durumdadır ki, kaç kişinin AKP’ye gerçekten oy verdiği, AKP’nin tüm terör ve maniplasyon çalışmalarının ne kadar etkili olduğu tartışması geriye düşmüştür.
“Bir oy herşeyi değiştirir”(!)
“Oy vermek bir şeyleri değiştirecek olsaydı, onu da yasaklarlardı!” diye bir söz vardır. Bu seçimlerin gösterdiği en somut sonuç budur aslında.
Seçim öncesinde tüm partiler en etkili çalışmayı, kitleleri oy kullanmaya zorlamak için gerçekleştirdiler. Bütün teoriler oy kullanma oranının artması koşulunda AKP’nin kazanamayacağı üzerine kuruluydu. Öyle ki, oy vermeyecek olanlar “hain” ilan edildi. 29 Ekim’de tatile çıkacak olanlar uyarıldı. Ve sonuçta yüzde 87 gibi çok büyük, Türkiye seçim tarihinde rekor bir katılım sağlandı.
Ama sonuçlar bir kere daha şunu açıkça ortaya koydu: “Kimin oy kullandığı değil, oyları kimin saydığı önemlidir!”
Burjuva seçim sistemi, önemli bir demagoji üzerine kuruludur: Kitlelerde, kendisinin kararlarının son derece önemli olduğu, kullandığı oyla parlamentoyu kendisinin belirlediği yanılsaması yaratılır. Her seçim sonrasında “halk şunu istedi”, “seçmen şu mesajı verdi”, AKP’nin deyimiyle “milli irade görevi bize verdi” türü söylemlerin kullanılmasının nedeni de budur.
Tam da bu nedenle, seçimlerde hile düzeyinin her zamankinden fazla ve son derece çıplak olmasına rağmen, tüm yorumcular, “sandık şu mesajı verdi” diye yorumlara başlamaktadır.
Amaç, varolan sisteminin kutsanmasıdır.
Düzen partilerinin en büyük korkusu, kitlelerin seçimlere güvensizleşmesidir. En “solcu”sundan en sağcısına kadar tüm düzen partileri bu korkuda birleşirler. Seçimlerden sonra kaybetmeyi kabullenip seçim hilelerinin üzerine gitmemelerinin nedeni de budur.
HDP, seçimlerin ertesi günü seçim hilelerinden bahsetmeye başladı. Ancak bu bir şey ifade etmiyor. Çünkü birincisi, HDP eşbaşkanlarının seçim akşamı çok hızlı bir biçimde “seçim sonuçları halkımıza hayırlı olsun” açıklaması, hilelere rağmen sonuçları kabullendiklerinin göstergesiydi. İkincisi, seçim hilelerinin üzerine gitmenin tek yolu, tespit edildiği anda mücadeleyi başlatmak ve YSK tarafından kayıtlar düzeltilinceye kadar bunu sürdürmektir. 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde, Ankara Büyükşehir seçimlerinde, son derece bariz tutanak tahrifatlarına karşı, YSK’nın önünde toplanan kitleyi, bizzat CHP’nin başkan adayı dağıtmıştı. Ve o andan itibaren CHP’nin seçimi kazanması ihtimali kalmamıştı. HDP’nin, özellikle küçük farklarla kaybettiği illerde, resmi itirazlarla sonuç almaya çalışması, havanda su dövmektir. Biraz da kendi kitlesinden yükselen tepkiler karşısında, “oylara sahip çıkmıyor” görüntüsünü değiştirmek içindir. YSK’ya yapılan itirazlar bile, militan bir mücadeleyle birleştirilmediğinde, herhangi bir düzeltmeye yol açmaz; bütün partiler bunu önceki seçimlerde gördüler.
Kitleler seçimlere güvensizleşeceğine, HDP kendi adına yazılan yenilgiyi kabullenmiştir.
Bu seçimler, “bir oy herşeyi değiştirir”, “oy kullan, kararı sen ver”, “katılım artarsa, AKP geriler”, “HDP barajı aşarsa, AKP tek başına hükümet kuramaz” gibi argümanlarla yürütülen kampanyaların bir masaldan ibaret olduğunu göstermiştir.
Ve masal bitmiştir! Sömürücü sistemin gerçek yüzü kendisini bir kere daha bütün çıplaklığıyla ortaya koydu. Seçim sonuçlarını belirleyen, kitlelerin sandığa attığı oylar değil, oyları sayanların tercihleriydi.
HDP’nin “anti-demokratik seçim” vurgusu
7 Haziran seçimlerinin ardından, AKP ve Erdoğan, sonuçları beğenmediği için seçimleri yenileme kararı almıştı. Bu keyfi tutuma karşı seçim politikamızı “Bu seçimler meşru değildir, tanınmamalıdır!” olarak belirlemiştik. Gerçekten de 1 Kasım seçimleri, herhangi bir seçim değildi. Herhangi bir seçimde yaşanan, “seçim politikamız ne olmalı”, “boykot mu, parlamentodan yararlanmak mı” gibi tartışmalar bütünüyle gereksizleşmişti. Seçimler tümüyle keyfiydi, dayatmaydı. Bunun karşısında yapılacak tek şey, böyle bir seçimi tanımamaktı.
Ancak düzen partilerinin hiçbirisi bu keyfiyete itiraz etmediler. HDP gibi, son dönem devrimci-demokrat kesimlerin önemli bir kısmını çevresine toplayan bir parti bile, hiç itirazsız, AKP’nin seçim pervasızlığına payanda oldu.
Bugün HDP’liler, Kürt illerindeki baskıları, estirilen terörü, 7 Haziran’dan buyana katledilen sivilleri, bombalanan parti bürolarını vb. anlatıp duruyorlar. Sormak lazım: Bugün mü fark ettiniz?
HDP’liler, “onbinlerce seçmenimiz listeden düşürülmüş” diyor; 1 Kasım sabahı mı değiştirildi seçmen listesi?
AKP’nin “tekrar seçim” kararı almasından bu yana HDP’nin duruma itiraz eden tek bir açıklaması olmadı. Seçimlerin “özgür-adil-demokratik” olmadığına, Kürt halkı üzerinde özel bir terör estirilmekte olduğuna, bu terör nedeniyle güç kaybetme ihtimallerinin olduğuna dair tek bir muhalefet gösterilmedi. Hatta tersine, sandık birleştirmeler, Kürt illerinde askeri baskı, sokağa çıkma yasağı vb uygulamalar nedeniyle Kürt halkının sandığa gitme düzeyinin düşeceği yönündeki tüm gelişmeler karşısında, Demirtaş, “sandığı Saray’a da kursanız, halkımız oyunu kullanacak” açıklaması yaptı.
Yani HDP her koşul altında bu seçimlere itirazsız katılacağını, tüm baskılara rağmen kendi kitlesini sandığa taşıyarak oy kullandıracağını iddia etmiş oldu.
Tam da bu nedenle, bugün HDP’nin “mağduriyet” açıklamaları, 5 ay boyunca gösterdikleri uzlaşmacı tutumun da, seçimlerde aldıkları yenilginin de gerekçesi haline getirilemez. Dahası, kimseyi ikna edemez.
AKP, 7 Haziran’da ortaya çıkan seçim sonuçlarını, 1 Kasım günü, kendi çıkarı doğrultusunda “düzeltti!” HDP’ye de düşen, yaşadığı büyük kaybı ve baraj altında kalma korkusunu, “mecliste üçüncü parti olduk” gibi sözlerle adeta “züğürt teselli” şeklinde gizlemeye çalışmak oldu. 21 milletvekili ve 1 milyon civarında oy kaybetmiş olmasına rağmen; 7 Haziran’da “yıktığını”-“parçaladığını” iddia ettiği barajın altında kalmaktan zor kurtulmuş olmasına rağmen; hala “zafer”den dem vurması, diğer düzen partilerine benzemede aldığı mesafeyi gösterir sadece.
Parlamentarizmin sefaletine karşı
Tek yol direniş
Bu seçimlerin gösterdiği en önemli şey, parlamentarizmin en doğal gerekleri için bile mücadele etmenin zorunlu olduğudur.
Son yıllarda, kitleler sistemli bir biçimde sokaklardan, eylemden uzaklaştırılmaya çalışıldı. Kitlelerin kendiliğinden patlamayla ortaya çıkan eylemleri de, hızla reformistleştirildi ve düzen kanallarına akıtılmaya çalışıldı.
2013 Haziran direnişi önemli bir dönüm noktasıydı. Sokaklara dökülen milyonlarca insanın sloganı “hükümet istifa” idi. Ancak bu büyük direniş, burjuva aydınların ve HDP’nin çabalarıyla etkisizleştirildi. Hatta Öcalan, Erdoğan’a “benim sayemde devrilmekten kurtuldun” dedi.
Sokağa dökülen kitlelere, 30 Mart 2014 yerel seçimleri hedef gösterildi; “sokakta deviremedik, sandıkta devirelim” mesajı verildi. Tabi sandıkta da devirmek mümkün olmadı, en önemli belediyeleri yine AKP aldı.
Diyarbakır mitinginde bomba patlatıldığında, HDP’nin tutumu yine sandığı göstermek oldu. Bu son derece önemli saldırı, hakettiği kitle direnişiyle karşılanmadı.
Ankara mitinginde patlayan bombaların ardından, kitlelerin toplanma alanlarında yeni bombalar patlaması ihtimali olmasına rağmen, her bir cenazeye binlerce kişi katıldı. Çok daha güçlü, kitlesel ve militan cenaze törenleri, bilinçli bir şekilde devre dışı bırakıldı. Katliamı protesto etmek için yeni mitingler düzenleme önerileri reddedildi. Yine adres olarak seçim sandıkları gösterildi.
Katliamın arkasındaki güçlerin en önemli amaçlarından biri, kitleleri sokaktan, toplu eylemlerden uzak tutmaktı oysa. Tam da seçim öncesinde kitlesel protestolardan kurtulmaktı. HDP’nin seçim mitinglerini iptal etmesi, egemenlerin bu amacına hizmet etti.
Ve sandıklardan çıkan sonuç, kitleler için tam bir hayal kırıklığı oldu. Erdoğan, gücünü ve otoritesini pekiştirmiş olarak çıktı 1 Kasım seçimlerinden.
Bu tablo, parlamentarizmin sefaletini ortaya koymak açısından çarpıcıdır.
CHP zaten düzen partisidir. Bu yanıyla, onun sokak eylemlerinden korkması, hele ki hükümetin devrilmesi gibi bir adımın sokak eylemlerinin sonucunda gerçekleştirilmesinden uzak kalması, doğal davranış biçimidir. Çünkü düzen partileri için sistemin bekası önemlidir.
HDP de bu kulvara girdi. Son yıllarda devrimci yapıların önemli bir kısmı, parlamentarizmin rüzgarına kendisini kaptırdı. Ve bunda, HDP ile kurulan ittifak belirleyicidir. HDK çatısı altına giren devrimci yapılar, kitle eyleminin gücünü geri plana atmakta, tüm beklentileri parlamentoya yönlendirmektedir.
Ancak bu seçimler, en sıradan demokratik hakkın bile, mücadele etmeden kazanılmayacağını bir kez daha çarpıcı biçimde ortaya koymuştur. Bırakalım hükümeti devirmeyi, sandığa atılan oyun, atıldığı gibi çıkması için bile, kıran kırana bir mücadele kaçınılmazdır.
Lenin “parlamento burjuvazinin ahırıdır” demiştir. Burjuvazi burada istediği gibi at oynatır. Ve bu “ahır”daki oyunları bozmanın tek yolu, parlamentoda daha fazla koltuk sahibi olmak için uğraşmak değil; devrimci ilkelerden asla taviz vermeden, kitle hareketine güvenmek, sokağın gücüyle hareket etmek, militan mücadeleyi yükseltmektir.
Bırakalım devrim mücadelesini, düzeniçi kazanımları elde etmenin tek yolu da budur.
* * *
1 Kasım seçimleri meşru değildi. 7 Haziran günü seçimler yapılmış, sandık sonuçları ortaya çıkmıştı. Elbette o sonuçların da gerçek kitle tercihini yansıttığını söylemiyoruz. Ancak 1 Kasım seçimleri, varolan yasalara bile aykırı biçimde, onları hiçe sayarak alınmış bir karardı. Buna karşı mücadele etmek, en doğru, en meşru tavır olacaktı.
AKP’nin sandıkta değil, sokakta yenileceğini söylemiştik. Son seçimler bunu bir kez daha kanıtladı. Fakat Haziran direnişinden bu yana kitleler, bilinçli bir şekilde sokaktan uzaklaştırıldı. Sandıkta ise Erdoğan’ın hilelerine karşı bir direniş geliştirilmedi.
1 Kasım seçimleri şu gerçeği yeniden hatırlatıyor: Gasbedilen haklarımızı kazanmamın, yaşam koşullarımızı iyileştirmenin tek yolu, devrimci mücadeleyi yükseltmektir.
Bunun başka bir yolu yoktur!