Komünist önder İsmail Cüneyt, 21 Aralık 1983 tarihinde İstanbul-Gayrettepe’de işkencede katledildi. 12 Eylül sonrası “gözaltında kayıp”larındandı.
O, Balıkesir’in Sındırgı ilçesinde yoksul bir köylü ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Lise yıllarında devrimci düşüncelerden etkilendi ve mücadeleye atıldı. ’73 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne girdi. Üniversitede gelişen anti-faşist mücadelede, ön saflarda yer aldı. Sezai Ekinci ile Hacettepe’deki anti-faşist mücadele içinde tanıştılar. Bu yıllardaki beraberlikleri, ölünceye dek devrim ve sosyalizm mücadelesi içinde hep sürdü. ’75 yılında profesyonel devrimciliğe atıldı ve İstanbul’a geldi. İşçi sınıfını örgütleme çalışmasına burada başladı.
‘70’li yıllarda genel devrimci kadroların teoriye karşı ilgisizliği ağır basarken, o, yüksek bir sorumluluk bilinciyle kendini teorik olarak da geliştirdi. O yıllarda ÇKP’nin (Çin Komünist Partisi) başını çektiği uluslararası sağ oportünist çizgi, hatta sınıf işbirliğini vaaz eden ÜDT (Üç Dünya Teorisi) baskın durumdaydı. İsmail Cüneyt, sağ oportünizme ve ÜDT’ye karşı mücadeleyi yükseltenlerin başını çekti.
Komünist bir örgütü oluşturmanın bütün zorluklarının yaşandığı ’77-79 yılları arasında İsmail, Adana il komitesinde görev aldı. Adana’daki adı Yılmaz’dı. Orada yılmaz bir kararlılıkla, sabırla yürütmüştü faaliyetleri. Gelecekte örgütü ileriye taşıyacak kadroları özenle yetiştirdi. Genç, dinamik ve disiplinli, yeraltı kurallarına sıkıca sarılan çekirdek kadrolardan oluşan bir örgüt yarattı.
19 Şubat 1979’da İMT’ye (İleri Militanlar Toplantısı) bu sağlamlık ile gitti ve geriye çeken görüşlerle kararlılıkla savaştı. Bu toplantıda MK’ya seçildi. 24 yaşında MK’nın en genç üyesi olarak “siyasi büro”da görev aldı. Bir yıl sonra yapılan 1. Konferans Raporu’nu bizzat kendisi üstlendi.
Faşizme ve oportünizme karşı öylesine derin bir kin ve uzlaşmaz bir karakter taşıyordu ki, yoldaşları ona “Stalin” adını vermişlerdi.
12 Eylül’ün karanlık günlerinde, kan ve kurşun kokan sokaklarında, ateş hattında bir mücadelenin en önündeydi İsmail. Her anı yeni bir tuzak, yeni bir kadro kaybıydı. Fakat durmak yoktu, boşlukları doldurmak gerekiyordu. Bir çok örgüt ve partinin dağıldığı, devrimci safların terk edildiği o günlerde, İsmail Cüneyt şaşılası bir güç ve enerjiyle çalıştı.
O, “boşlukları doldurma”nın, “görev adamı” olmanın eşsiz bir örneğiydi. Büyük bir cesaret ve dayanıklılığın simgesiydi. Çünkü o, “Stalin Mehmet”ti!
Bu ad, sınıfın uzlaşmaz tavrının adıdır. İşkenceci cellatlar, bu adı ve tavrı iyi biliyorlardı, ancak onun gerçek adını bir türlü öğrenemediler. Ta ki yoldaşları ölümünden sonra bir bildiriyle açıklayana dek…
Onu “Stalin Memed” olarak aramaya başladıklarında, “eğer bir gün sağ ele geçersem” diyordu, “mahkemede Stalin’in büyüklüğü karşısında saygıyla eğildiğimi, ama bu ‘yakıştırmayı’ tasvip etmediğimi söyleyeceğim”.
Söyleyemedi. Adından öylesine korktular ki, göstermelik mahkemelere bile gerek görmediler.
İsmail Cüneyt’e Stalin adı çok yakışırdı. Her alanda sınıfın uzlaşmazlığı onda cisimleşmişti. Gür bıyıklı küçücük bedeniyle düşmanlarının karşısında devleşirdi. Faşistlere ve oportünistlere karşı olduğu kadar, yoldaşlarının hatalarına karşı da uzlaşmazdı. Örgütte demir bir disiplin yaratırdı.
En önemli özelliği çok yönlü olmasıydı. Yaşamının odağında devrim ve sosyalizm mücadelesi ve onu ete-kemiğe büründürerek önderlik edecek olan örgütü olunca, hiçbir zorluktan ve sorumluluktan kaçmayan güçlü bir karakter çıkmıştı ortaya. Proleter önsezileri güçlü, insan sarrafı olmuş iyi bir örgütçü, teorisyen, tekniği en iyi şekilde öğrenen ve kullanan, gözüpek ve atılgan bir önderdi.
* * *
İsmail Cüneyt, 21 Aralık’ta İstanbul’da işkenceci katillerin eline geçti. Adil Özbek haini (’89 yılında Osman Yaşar Yoldaşcan müfrezesi tarafından cezalandırıldı) teşhis etti ve aynı gün Gayrettepe 1. Şube bodrumunda kurşuna dizildi.
İşkenceci katiller, onu en son Sefaköy direnişinden bilirlerdi. 24 Mart 1983 günü, İsmail Cüneyt, Mehmet Ali Doğan ve Aslan Tel, Sefaköy’de kuşatıldıkları bir evde, biri komiser üç polisi öldürmüşlerdi. Mehmet Ali Doğan ve Aslan Tel’in şehit düştüğü eylemde, İsmail Cüneyt kurtulmayı başarmıştı. İşkenceci katiller, o günün intikamını almak için İsmail Cüneyt’i buldukları anda katlettiler.
İsmail Cüneyt, görev adamı olmanın boşlukları doldurmanın adı oldu hep. Pekçok özellikten oluşan bir bütündür onun yaşamı. Bugünün genç kadroları, yüzünü İsmail’e döndüklerinde ondan büyük bir güç alacaklardır.
GRANİT
Taş haline gelmiş damalarım
Atomlarım bir kaya içine sıkıştırılmış
Kır ve kabayım
Sıcaktım bir çağda.
Donmuşum şimdi
Sertleşmişim
Hiçbir güneş eritemez beni
Hiçbir soğuk çatlatamaz
Delemezler zırhımı öyle kolay kolay
Kaldıraçlar oynatamaz beni yerimden
Kayayım ben
GRANİT
Ama istekliyim tüm koşullara
Yeşermek dilerim ormanlar gibi
Kuzey ışıkları gibi yanmak alev alev
Ya da ateşten yıldızlarla ışıldamak göklerde
Devinmek
Zaman ve sonsuzluk arasında
Kayayım ben
GRANİT
Elmer Diktonius