Olağan bir Ankara mitingine gitmek için yola çıkmıştı onbinlerce insan. Her zamankinden en önemli farkı, daha kitlesel ve daha coşkulu olmasıydı. Yola çıkan herkes, etrafındaki kalabalığın gücünü hissediyordu. Coşku, kitleselleştikçe büyüyor, büyüdükçe güçleniyordu. Ve herkes, bu mitingin, son dönemin en etkili miting olacağını hissediyordu.
Öyle de olmalıydı zaten. 7 Haziran seçimlerinin ardından, ülke genelinde siyasal ve ekonomik baskı büyük bir hızla artmıştı. Devlet daha pervasız saldırıyor, daha şiddetli bir terör estiriyordu. Kürt illerinde günlerce sokağa çıkma yasağı, katliamlar, Suriye’ye dönük savaş hazırlıkları, hak gaspları, Erdoğan’a tek bir söz eden hakkında bile soruşturma açılması, doların tırmanması, enflasyonun yükselmesi… Her cephede yoğun bir bombardıman altında olan kitleler, sendika konfederasyonlarının ve meslek örgütlerinin çağrısıyla, tüm bu öfkesini ve tepkisini haykırmak üzere düştü yola…
Yolculuk cıvıl cıvıl şenlikliydi. Mola yerlerinde başladı halaylar, türküler, sloganlar…
Sabah otobüsler Ankara’ya vardığında katlandı şenlik. Randevu yeri, Ankara Garı’nın önü… Başka illerden gelen yoldaşlar buldu birbirini. Hasretle kucaklaşmalar, yoldaş sıcaklığıyla bir anda başlayıveren sohbetler… Bir sevinç dalgası çağlıyor kalabalık arttıkça. Yeniden halaylar kuruluyor, sloganlar atılıyor. Yavaş yavaş kortejler de oluşturulmaya başlıyor. Yürüyüş saatini bekliyor herkes.
Bir patlama! Nedir bu? Ses bombası mı? Hemen ardından bir tane daha! Devlet saldırıyor!
İlk anda bir koşturmaca başlıyor. Bir grup insan, patlamanın olduğu yerden koşarak uzaklaşmaya çalışırken, bir grup insan da patlamanın olduğu yere ulaşmaya çalışıyor. Kaçmaya çalışanların paniğini durdurmak için, devrimciler hemen atılıyor ortaya. Tıpkı Haziran Ayaklanması’nda olduğu gibi kollarını açarak bağırmaya başlıyorlar: “Sakin olun, koşmayın, sakin olun!” Kitle hızla sakinleşiyor, panik ortamı dağılıyor. Gezi direnişinden bu yana, milyonlarca insan gaz ve ses bombalarına alıştı çünkü. İnisiyatifli birileri “sakin olun, koşmadan yürüyün” diye bağırmaya başladığında, hemen paniği üzerlerinden atabiliyorlar.
Uzaktakiler ses bombası zannediyor hala. Yakında olanlar da ilk anda ses bombası zannediyorlar. Ama birkaç saniye içinde gerçeğin farkına varıyorlar. Ses bombası değil bu. Bu farklı!
Parlak sarı bir ışık yükseliyor ve ani bir ısı dalgası geliyor. Ardından korkunç bir “yağmur” başlıyor. Kan damlaları düşüyor yere… Et parçaları çarpıyor insan bedenlerine… Bazıları çok küçük et parçaları, bazıları ise doğrudan insan organları… Alt yarısı olmayan bir beden savruluyor metrelerce öteye… Parça kol ve bacaklar… Yer kıpkızıl kan.
Bir dehşet anı bu! Tam patlama bölgesinde olan ve kaçmaya çalışanlar kaçamıyorlar bile; kan öylesine yoğun ki yerde, kayıyor ayaklar…
Bir dehşet anı bu! Donup kalanlar var… Olduğu yere çöküp ağlamaya başlayanlar… Patlamanın hemen yakınında kalan ve bir tanıdığının parçalandığını görenler…
Havada kan kokusu var! Yoğun, ağır, yapış yapış bir kan kokusu. Havada ölüm kokusu var!
Daha ne olduğunu anlamaya çalışırken bir ses, olayın dehşetini büyütüyor: 3. bomba varmış! Dalga dalga yayılıyor bu haber: 3. bomba varmış!
Bir dehşet anı bu! Bir anda yeniden karışıyor ortalık. Bir can pazarı…
Bazı insanlar derhal patlama alanına toplanıveriyor. Doktorlar ve sağlıkçılar onların içinde. Yaralılara müdahale edilmesi ve hastaneye taşınması gerekiyor.
Bazı gruplar hızla uzaklaşmaya çalışıyorlar. Bir anda boşalıyor sanki alan. Birkaç saniye önce onbinlerce insan vardı. Kalanların bazıları panikten uzaklaşamıyor. Kriz geçiren, şoka giren ve ağlayanlar var.
Yolun kenarında duran iki polis otosu… Öfke buraya patlıyor. Sloganlarla saldırıyor insanlar polis otolarına. Araçlar birkaç saniye içinde hurdaya dönüyor.
Slogan sesleri “3. bomba varmış” seslerini bastırıyor. “Katil Erdoğan!” en çok atılan slogan. İnsanlar saldırının arkasındakini hemen anlıyorlar.
Patlama noktasında olağanüstü bir çalışma var. Hafif yaralılara, bilinci yerinde olanlara hemen müdahale edilerek kenara alınıyor. Ancak çok kan kaybedenler, hatta organları kopanlar var; onları hemen hastaneye yetiştirmek gerekiyor. Ama ambulans yok!
Bir genç, hurdaya çevrilmiş polis otolarından birinin anahtarının üzerinde olduğunu farkediyor. Hemen kapısını açıp, içine birkaç yaralıyı bindiriyor, polis arabasıyla hastaneye yaralı taşıyor.
“Sıfır noktası”nda üstüste insan bedenleri var. Üsttekinin ölüp ölmediğini kontrol edip, onu kenara alıp, altındakinin nabzının atıp atmadığını kontrol ediyorlar. Üstüste bedenler teker teker kenara alınıyor. Üsttekiler genel olarak ölmüş olsa bile, en alttakinin sağ kalmış olma ihtimali yüksek. Bombaya daha yakın olan, kendi arkasındakilere kalkan olmuş çünkü. Patlamanın basıncını kendi bedeninde toplamış, arkasındakileri korumuş böylece. Bombadan fırlayan demir bilyelerin onlarcası, öndekilerin bedenine saplanmış. Bu nedenle önde olan, bombadan en fazla etkilenen bedenler, savrulurken geriye, en üstte kalmış.
Yüzlerce insan kan içinde. Çoğu kendinde değil.
Birden bir gaz kokusu. Polis gaz bombası atıyor. Hem yaralıları kurtarmaya çalışanlar kaçsın istiyor devlet, hem de yaralıların içinden ölümler artsın. “Vahşet” kelimesi bu durumu anlatmaya yetmiyor. Polis yaralılara bibergazı sıkıyor!
Ama bırakıp gitmiyor insanlar. Kafalarını kendi kıyafetleriyle sarıp, orada kalmaya devam ediyorlar. Gaz birazdan dağılır, ama kaybedilen her saniye bir insan canına malolabilir. Zamanında hastaneye yetişmediği için kan kaybından ölebilir mesela. Devlet gaz atıyor, ama yardım etmeye çalışanlar kalıyor.
Yaralıları acilen hastaneye taşımak gerekiyor. Ambulans hala yok! Herkes ambulans çağırıyor, ama ambulans gelmiyor!
Polis yolu kesmiş!
Ambulanslar polis barikatının arkasında!
Ve polis onların geçmesine, yaralıların hastaneye ulaşmasına izin vermiyor. Ölenlerin sayısını artırmak istiyor.
Öfke patlıyor bir kez daha. Kitle polisin üzerine saldırıyor. “Ambulans” haykırışlarıyla polisin üzerine yürüyorlar. Ne taş var etrafta, ne de sopa. Polise karşı kullanılabilecek hiçbir şey yok. Bazıları kendi bedenini savuruyor polis kalkanlarına. Kalkanlara bütün bedeniyle omuz atıyorlar. Bir avuç insan, “ambulans” diye haykırarak polis kalkanlarına yumruk indiriyor, tekme atıyor. Öylesine büyük, öylesine çaresiz bir direniş ki bu… Öylesine acıyla, öylesine hınçla bir tazyik uygulanıyor ki, polis kenara çekilmek zorunda kalıyor.
Çaresiz, acı dolu bir direniş… Çaresiz, acı dolu bir çaba… Bu nedenle de ölümüne hınçlı, ölümüne öfkeli… Dostlarımız yatıyor yerde, yoldaşlarımız, arkadaşlarımız…
Pankartlar sedye oluyor yaralıları taşımak için. Pankartlar örtü oluyor ölülerimizin üstünü örtmek için. Flamalar bir mitingte coşkunca sallanmak için değil, insan parçalarını örtmek için açılıyor bu defa. Yanyana dizilmeye başlıyor cansız bedenler. Yanyana diziliyor insan parçaları. Tek tek toplanıyor fırladıkları yerlerden. Yerden alınan her parça, canımızdan, ömrümüzden bir parça koparıyor sanki… Bastıkça yerdeki kanı değil, kendi ruhumuzu çiğniyoruz sanki… Bu nedenle yapışıyor ayaklar yerlere; kendi yaşam bağlarımızı eziyoruz sanki…
Bir taraftan kan vermeye koşuyor insanlar. Yüzlerce yaralı var ve bazıları çok kan kaybetmiş durumda. Sağlık Bakanlığı’nın açıklaması geliyor bu sırada. “Kan ihtiyacı yoktur, kan vermeye gitmeye gerek yok” diyor Sağlık Bakanı, büyük bir pervasızlıkla. Aynı dakikalarda, yaralıların ameliyata alındığı bir hastanede, doktorun biri üzerindeki kanlı önlüğüyle ameliyathaneden fırlıyor ve bekleyen kitleye bağırıyor: “Kan lazım, kan bulun!”
Bir grup insan hala Ankara Garı’nın önünde beklemeye devam ediyor. Yerde cenazeler, kenarda bekleyenler… Savcı gelmiyor bir türlü. Saatlerce kalıyor cenazeler yerde. Savcı gelmiyor…
Ankara’nın merkezinde eylemler patlıyor peşpeşe, kendiliğinden ve parça parça. Nerede küçük bir kalabalık toplansa, sloganlar patlıyor hemen. Kızılay’da bazı sokaklara barikatlar kuruluyor. Herbiri tekrar tekrar polis saldırısıyla karşılaşıyor.
Marşlar gelip tıkanıyor gırtlaklara… Mitinglerde söylenen coşkun marşlar değil. Çok daha öfkeli, çok daha acılı, çok daha kararlı marşlar gerek şimdi… “Vur ulan köpek dölü / Vurduğun her bir ölü / Canlanır çiçek açar / Her çiçekte bin tohum / Her tohumda vurduğun / Bin yiğit doğar yaşar… Bir değil, beş-on değil / Bin değil, milyon değil / Üç buçuk milyarız biz / Kırmak ile bitmeyiz / Kovmak ile gitmeyiz / Her diyarda varız biz…”
Adli tıbbın önünde bekleşiyor kitle. Cenazelerimiz var içeride. Onları almadan gitmeyeceğiz. Ve havai fişekler patlamaya başlıyor. Ankara Belediyesi’nin kutlaması var! 102 canımız gitmiş ve devlet havai fişeklerle kutluyor bu saldırıyı. Böylece bir kere daha bombanın adresi belli oluyor.
Her yer eylem alanı şimdi. Hastane önlerinde kan vermek için bekleyenler slogan atıyor: “Katil Erdoğan!”
Bütün ülke ayağa kalkmış. Aynı gün dört bir yan eylemlerle sarsılıyor.
Devlet de şaşkın bu duruma. Ne gaz bombası korkusu, ne “bir bomba daha patlar mı acaba” kaygısı. Yüzbinlerce insan dört bir yanda akıyor eylem alanlarına. “Kaybedecek neyimiz kaldı ki!”
Sendikalar kitleyi biran önce dağıtmasalar… O öfke ile toplanan kitle meclise, saraya yürüse… Kitlenin acısı ve dehşeti eylemle patlasa… Kitle akacak yer arıyor; öfke doluyor, taşıyor; ama yürekler soğumuyor… Ne yapılanlar, ne de eylemler yetmiyor kimseye. Herkes çok daha güçlü bir haykırış, çok daha etkili bir tepki bekliyor.
Öfke cenaze törenlerine akıtılıyor. Her bir cenaze binlerce insanla kaldırılıyor. Her cenaze bir intikam yemini, bir devrim andı oluyor yüreklerimizde…