Ekonomik mücadele, bir fabrika ya da işkolunda işçilerin maddi çıkarlarını ilgilendiren talepler için mücadele etmesi ya da patronların ekonomik kazanımlara dönük saldırısını püskürtmek amacıyla yapılan eylemlerdir. (Ücretlerin arttırılması, işgününün kısaltılması, işçi sağlığı ve güvenliğine dönük önlemler vb…) Bu taleplerle yapılan grevlere ekonomik grev denir.
Bir de işçilerin sadece kendi patronuna karşı değil, bir bütün olarak kapitalistlere ve onların arkasında duran devlete karşı yükselttiği talepler vardır. Örneğin sendikaların yasal olarak varlığı ve önündeki engellerin kaldırılması, ifade, örgütlenme ve gösteri hakkı, işçilerin kazanılmış haklarını gaspetmeye dönük yasalara, faşist teröre veya savaş politikalarına karşı eylemler… Bunlar doğrudan siyasi mücadele kapsamına girer; ve bu talepler için yapılan grevlere de siyasi grev denir.
Ekonomik mücadele ile siyasi mücadele ve grevler, birbirlerine çok bağlıdır. Hele ki bu grevler, önemli sanayi işkollarında gerçekleşiyorsa, ülkenin, hatta uluslararası burjuvazinin çıkarları sözkonusuysa, kapsamı ve niteliği genişler. En basit ekonomik talepler bile, işçilerle patronları karşı karşıya getirir. Ve işçiler karşılarında sadece patronları değil, devleti bulur. Polisi, askeri, basını, mahkemesiyle grevi boğmaya çalışırlar. Dolayısıyla ekonomik taleplerle başlayan bir grev de siyasi bir nitelik kazanabilir.
Bütün bu içiçe geçişe rağmen, ekonomik ve siyasi grev olarak ayrılmasının nedeni, hangi özelliğin öne çıktığını belirlemek içindir. Taleplerden bağımsız olarak grevler, genel bir nitelik kazanıyor ve tüm sınıfı ilgilendiren bir hal alıyorsa, siyasi bir greve dönüşmüş demektir.
Örneğin işgünü saatinin düşürülmesi, ekonomik bir taleptir. Ve bir işyerinde işgünü saati için grev yapılıyorsa, bu ekonomik bir grevdir. Fakat aynı taleple ülkedeki tüm işçiler, burjuvaziye ve devlete karşı greve çıkıyorsa, bu siyasi bir grevdir. İşçi sınıfının 8 saatlik işgünü talebinin nasıl uluslararası bir nitelik kazandığını ve sonucunda 1 Mayıs gibi enternasyonal bir günü yarattığını biliyoruz. Yani grev, tüm işçi sınıfını kapsıyor ve “sınıfa karşı sınıf” bilincini geliştiriyorsa, grevin talepleri ekonomik de olsa, siyasal bir karakter kazanır.
Diğer yandan ekonomik-hukuki taleplerle yürütülen bir grevin talepleri karşılanabilir. Fakat faşizme ve savaşa karşı ya da işsizliğe son verilmesi gibi, doğrudan sistemi hedefleyen taleplerle yapılan grevlerin, bir sözleşme ile sonuçlanması mümkün değildir. Çünkü bu talepler, sistemin tümden değişmesini veya varolan devlet biçimini değiştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Bu da ancak iki sınıfın kıran kırana çatışması ile gerçekleşebilir.