Ablukaya Diyarbakır’dan bakmak…

sur-kurt-gencleri

Kürt illerinin bazı ilçelerinde sokağa çıkma yasağı ikinci ayını doldurmak üzere. Kürt halkıyla dayanışmak için 15 Ocak günü İstanbul’dan Diyarbakır’a gitmek için yola çıkıyoruz. HDP’nin organize ettiği otobüslerle akşam saatlerinde hareket ettik.

İstanbul’dan üç ayrı yerden otobüs kaldırıldı. Biz Zeytinburnu’ndan kalkan otobüse bindik. Yola çıkmadan önce “Diyarbakır’daki programın ne olacağı”nı HDP Zeytinburnu İlçe Başkanı’na sorduk. O da, hedeflerinin pazartesi günü İstanbul’da olmak üzere olduğunu, Diyarbakır’da ise tamamen oradaki arkadaşlara bağlı kalacaklarını, onların planına göre hareket edeceklerini söyledi.

Diyarbakır’a girmenin kolay olmayacağını biliyoruz. Nitekim daha İstanbul’dayken devletin engelleme girişimleri başladı. Ümraniye’den kalkan otobüs, polisin sıkı aramasından geçtikten sonra ancak hareket edebildi.

* * *

Adana-Urfa güzergahı üzerinden yol alıyoruz. Uzun bir yolculuktan sonra nihayet Diyarbakır’dayız. Bizim otobüs sorunsuz bir şekilde Diyarbakır’a vardı. Bir engelle karşılaşmadığımızdan dolayı şaşkınız. Çok geçmeden diğer iki otobüsün durdurulduğunu öğrendik. Başakşehir’den kalkan otobüste bulunan tanıdıklarımıza sorduğumuzda; girişte durdurulduklarını, iki saat arandıklarını, bagajdaki ve otobüsteki tüm eşyaların tek tek arandığını, GBT uygulaması yapıldığını, asker kaçağı olan birinin gözaltına alındığını anlattılar.

DBP’ne vardığımızda akşam saat 6 olmuştu. O saatte pencerelerin ve kapının kepenklerinin kapalı olması, savaşın geldiği noktayı gösteriyordu. Çok az sayıda insan bırakmışlardı. Onlar da bizimle ilgilenecek görevlilerdi. Bizi bekliyorlardı. İçeri girdiğimizde, kalacak yeri olmayanları sordular. Gelenlerin çoğunun kalacak yeri vardı. Yeri olmayan az sayıda kişiydik. Sabah 9-10 gibi yine burada görüşülmek üzere kalacak yerlerimize gittik.

İkinci gün yine DBP’de biraraya geldik. Çok beklemeden otobüse doluşup İHD’ye gidiyoruz. İHD’de cenazelerini alamayan aileler açlık grevindeler. İnsanlık tarihi çok savaşlar gördü, savaşın da belli bir kuralı, hukuku vardır. En azından cenazelere eziyet edilmez, sahiplerine verilir. Faşist devletin yürüttüğü savaş öylesine kirli ki; cenazeler panzerin arkasına bağlanıp sürükleniyor, sokakta çürümeye terkediliyor, ailelerin cenazelerini almalarına bile izin verilmiyor…

Bu yüzden aileler açlık grevi yapıyorlar. İHD oldukça kalabalık. Bizim girmemizle kalabalık daha da artıyor. Salona sığmıyoruz. Zeytinburnu, Başakşehir, Ümraniye ilçe başkanları birer konuşma yaptılar. Aileler adına da bir kişi konuştu. Bir kişi dışında konuşmalar Kürtçe yapıldı. Her konuşmacı devletin kirli savaş politikasını teşhir etti.

Ardından Büyükşehir Belediyesi önünde savaşın durması için nöbet tutan sağlıkçıların yanına gittik. Burada da aynı şekilde ilçe başkanları ve sağlıkçılar adına birer konuşma yapıldı.

* * *

Saat 2’de Ofis semtinde yapılacak yürüyüşe gitmek için yola çıktık. Yaklaşık 20 dakika yürüdükten sonra, eylem yerine varıyoruz.

Yürüyüş boyunca etrafımıza bakıyoruz. İnsanlar yanıbaşlarındaki savaşın farkında değiller gibi, normal yaşamını sürdürüyorlar. Oysa Sur ne kadar uzakta bilmiyorum, ama ara ara top bomba sesleri kulağımıza geliyor.

Eylem yerine yaklaştığımızı polis yığınağından anlıyorum. Çok sayıda polis, çok sayıda Toma ve akrepler var. Dikkatimi çeken ise, Toma ve akreplerin neredeyse hepsinin tahrip edilmiş olması. Gezi süreci aklıma geliyor. Gezi döneminde de tahrip olmayan Toma, akrep yok gibiydi.sur-polis

Eylem saati yaklaştıkça kalabalık artıyor. Ama toplam 300 kişi ancak var. Daha eyleme 15 dakika olmasına rağmen sloganlar başladı. Kaldırımlardan caddeye iniyoruz. Yürüyüş güzergahı Tomalarla tamamen kapatılmış durumda. Caddenin diğer tarafında ise akrepler bekliyor.

Polis durmadan “dağılın” anonsu yapıyor. Bir ara gençler Toma’ya doğru yürüyorlar. Tazyikli su, gaz bombaları geliyor. Devlet eyleme yarım saat bile izin vermedi. Kitleyi tazyikli su ve gaz bombalarıyla dağıttı, bir kısmını gözaltına aldı.

Dağılan kitle hemen uzaklaşmadı. Ara sokaklarda çatışmalar bir süre daha sürdü. Bağlar semtine çekilen kitlenin bir kısmı barikatlar kurarak, uzun saatler devletle çatıştı.

Eylemden sonra DBP’ne gidip bir süre bekledikten sonra, İstanbul’a geri dönüyoruz.

 

İzlenimler…

Diyarbakır’a gidip de, Sur’u görmeden dönmüş olduk. Programa Sur’u dahil etmemek, asıl olarak organize edenlerin eksikliğiydi. İçimizden bazıları, özel araba olanağı yaratıp Sur (bariyerlerle çevrili yerlere kadar) ve Diyarbakır’ın bazı yerlerini gezebilmiş. Onlardan biri ile yaptığımız sohbette hayal kırıklığı yaşadığını söyledi.

“Gördüğüme pişman oldum, bana anlatılan böyle değildi. Akşam 11-12’ye kadar Diyarbakır’ın çarşısında gezdik, bütün kafeler, barlar doluydu. Onlar kendi eğlencesinde, savaş umurlarında değil”

Keza İstanbul’dan gelen Cizreli tekstil işçisi de şaşkın ve tepkiliydi. Eyleme katılımın azlığını görünce, “Bu ne böyle, 300 kişiyle Diyarbakır’da eylem mi olur, bir de burası bizim başkentimiz olacak!” diyerek hayal kırıklığını ortaya koymuştu.

Kuşkusuz savaş sürerken de insanlar yaşamını sürdüreceklerdir. Hele ki, sokağa çıkma yasağının iki aya yaklaştığı koşullarda, bu durum olağanlaşıyor ve insanlar buna alışıyorlar.

Fakat Diyarbakır gibi 11 milletvekilinin 10’unu HDP’in çıkardığı bir ilde, akşam eğlence mekanlarının dolu olması, savaşa karşı yapılan eyleme sadece 300 kişinin (onun da yaklaşık üçte biri İstanbul’dan gelenlerdi) katılması, ister istemez şaşkınlık yaratıyor. Elbette insanlar günlük yaşamını sürdürecekler, sürdürmek zorundalar. Ancak kurşun ve bomba seslerinin duyulduğu bir yerde, gülüp eğlenmek, kafelerde-barlarda keyf çatmak, kabul edilir bir durum değildir.

Dahası bu tablo, HDP’nin dillendirdiği “Batı duyarsız! Doğu’da insanlar katledilirken, Batı’dan ses çıkmıyor!” türü sözlerin, ne kadar yersiz olduğunu bir kez daha gösteriyor. Sorunun “Doğu-Batı” sorunu olmadığı, “Doğu”da da “Batı”da da soruna duyarlı ve eylem halinde insanlar olduğu kadar, duyarsız ve kendi keyfinde insanların olduğunu da biliyoruz.

Diyarbakır sokaklarında da “Batı duyarsız” “Batı’nın huzuru kaçmadan, Doğu’ya huzur gelmez” sözlerini sıkça duyduk. Bu yanlış bilinç şekillenmesi, Diyarbakır halkına da yerleşmiş gibi. HDP, DBP ve paralelindeki kurumlar tarafından kitlelere bu şekilde propaganda ediliyor. Oysa ne HDP ne de DBP, şimdiye kadar Türkiye’nin genelini kapsayan, aynı gün ve saatte harekete geçiren merkezi bir eylem örgütlemedi. Bırakalım Türkiye’nin genelini, Kürt illerinde bile böyle bir şey yapmadı. Bunun koşulları sadece “doğu”da değil, “batı”da da var aslında. Ama “doğu” bile, saldırının boyutuna, Kürt halkının bugüne kadarki mücadelesine denk bir eylem hattı oluşturmadı.

Diğer yandan asıl amaç, Kürt halkının yaşadığı sorunlara Türkiye’deki tüm işçi ve emekçilerin sahip çıkmasını sağlamak, destek ve dayanışmayı büyütmek olmalı, yoksa “huzurunu kaçırmak” değil! “Doğu-Batı” diyerek, Kürtlerle Türkleri karşı karşıya getirmek, öfke ve kini egemen sınıflara değil, halklara yöneltmek, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin işine yarar sadece.

* * *

Kaldığımız süre içinde mümkün olduğunca Diyarbakır halkıyla konuşmaya çalışıyoruz.

“Diyarbakır’da yaşıyorum. Doğma büyüme Sur’luyum. 40 yaşındayım. Ben bile Sur’un sokaklarında kaybolurum. Sur’un sokakları labirent şeklindedir. Yabancı biri oradan çıkamaz. Sur’u devlet mümkün değil düşüremez” diyor biri.

Bir başkası, “Devlet sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, aslında kendisine etmiş! Kendileri zırhlı araçtan dışarı çıkamıyorlar” diyerek, direnişin gücünü ifade ediyor. Fakat “halk rahatsız, halkı mağdur ettiler” diyenler de çıkıyor.

Bir yandan barikatlar kurup savaşan YDG-H’li gençleri överken, bir yandan da “halkı mağdur ettiler” şeklinde sitemde bulunan kişiler oldu. “Bir avuç insan devlete kök söktürüyor” şeklinde övgüler yağdırdıktan sonra, “Eylemini yap, kimse eylem yapmana birşey demez. Ama “vur kaç” eylemleri yap, hendeklerle alan tutmak doğru değil” diyenlere rastladık. “Sorun hendek değil, sorun HDP’in AKP tarafından muhatap alınmamasıdır. AKP, HDP’yi muhatap alsa HDP’in çağrısıyla hendekler hemen kapanır” diyenler de vardı.

Elbette bu sözlerde haklılık payı bulunuyor. Bugüne kadar Kürt hareketi “muhatap alınmak” için çok şey yaptı. Egemenler tarafından “muhatap alınmayı” sorunun çözümünde en önemli meseleymiş gibi ele aldı. Şimdi de tüm çağrılar “çözüm sürecine geri dönülsün” şeklinde değil mi?

Kürt halkı her şeye rağmen direnişini sürdürüyor. Fakat Kürt hareketinin yanlış ve çelişkili tutum ve söylemleri, halkın düşünce ve davranışını etkiliyor. Sadece Türk halkına değil, Kürt hareketine karşı da güvensizlik gelişiyor.

Diyarbakır merkezinde kafe ve barlarda eğlenen kişilerden, eylemlere katılım düzeyine ve “özyönetim ilanı” konusunda yaşanan kafa karışıklığına kadar her şey, bu durumun doğal sonuçları olarak karşımıza çıkıyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …