Geçtiğimiz ay yeni bir yıla girdik. Yeni yılın çetin geçeceği, sınıf mücadelesinin daha bir keskinleşeceği şimdiden belli oldu. Zaten daha yeni yıla girmeden, devlet Kürt halkına savaş ilan etti. Bölgemizde süren emperyalist savaşın dozu yükseldi. Emperyalist savaşa paralel bir şekilde işçi ve emekçilere dönük saldırılar arttı. Bu saldırılar karşısında, direniş ve eylemler de yükseldi.
2015 yılı, fiili grevler yılı olmuştu. Türk Metal’in örgütlü olduğu işyerlerinde kendiliğinden kopan “metal fırtınası”, fiili meşru eylemler dönemini başlattı. Yıla damgasını vuran da bu eylem oldu. 2016 yılının, açılan bu yoldan yürünerek daha büyük eylemlere sahne olacağı, yılın ilk ayındaki gelişmelerle ortaya çıktı.
Fiili grevler yılı
Bursa Renualt fabrikasında başlayan fiili grev, önce Tofaş’a oradan Türk Metal’in örgütlü olduğu bütün işyerlerine sıçradı. Yüze yakın fabrikada onbinlerce işçi üretimi durdurarak akın akın Türk Metal sendikasından istifa etti. Başlıca talepleri, Türk Metal sendikasının gitmesi ve kendi temsilcilerini seçmeleri idi.
Nisan’da başlayıp Temmuz’a kadar süren fiili grev süreci, işçi sınıfı mücadelesine büyük bir deneyim bıraktı. Yasalara rağmen fiili mücadele dönemini başlattı. Tıpkı ‘80 darbesinden sonra “bu yasalarla grev olmaz” diyen işbirlikçi sendikacılara Netaş işçilerinin grevle yanıt vermesi gibi…
Kuşkusuz “metal fırtınası” bir birikimin üzerine patlak verdi. 2015 yılı Şubat ayında Kayseri’de Boydak’a bağlı fabrikada binlerce ağaç işçisi üretimi durdurmuş, ücretlerine yüzde 20 zam alarak eylemlerini bitirmişlerdi. Ardından ücretlerini alamayan veya sendikalaştıkları için işten atılan bir çok işyerinde işçiler, üretimi durdurarak karşılık verdiler. Antalya Akdeniz Üniversitesi Hastanesi’ndeki inşaatta çalışan işçiler ve TKG otomotiv işçileri kendilerine verilen zam sözünün tutulmaması üzerine, Bursa ve Sakarya’daki 3 fabrikada üretimi durdurdular. Yozgat ve Kütahya’da özel maden şirketlerinde çalışanlar, İzmir’de DR. Oetker işçileri, Gebze’deki Jokey Plastik işçileri, Bartın’ın Amastra ilçesinde bulunan Hema AŞ’de patronun iki asgari ücret hakkını gaspetmesi üzerine başlayan fiili grev kazanımla sonuçlandı. Hema işçileri daha sonra yeniden greve çıktılar.
Yasalar çerçevesinde hayata geçen grevler de az değildi. Birleşik Metal sendikasının yasaklanan grevi, sağlık emekçilerinin Mart ayındaki genel grevi, Tanap boru hattında çalışan işçilerin grevi, İzmir’de Rafine Billur Tuz işçileri, Kastamonu’daki SFC Entegre işçileri, Aliağa Petkim işçileri, Çerkezköy OBS’de bulunan Polimer işçileri, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları(TCDD) işçileri, İstanbul Gamak fabrikası işçileri, Rize’deki Çayeli bakır madenleri işçileri, Gebze Trelleborg işçileri greve giden işyerleri oldu. Bunlara bir de DİSK ve KESK’in Ankara katliamına karşı iki günlük politik grevi ile Aralık ayının son günlerinde Kürt halkına saldırıları protesto etmek için DİSK, KESK ve TMMOB’un düzenlediği politik grevi de eklemek gerekir.
Yapılan grevlerin bazıları oldukça uzun sürmüş, bazıları ise kısa sürede bitmişti. Mesela SFC Entegre işçilerinin grevi 109. gününden sonra zam ve ikramiyelerin kazanılmasıyla sonlanırken, TCDD grevi 4 saat sürdü. İşçiler 4 saatlik grevle haklarını aldılar. Grevlerin çoğu kazanımla biterken, Gamak ve Çayeli Bakır işletmesinde sıfır zamma denk gelen yüzde 2 gibi komik zamlarla sonlandı.
Çeşitli illerde inşaat işçileri, Sincan OBS’deki Termikel işçileri, İstanbul Tersanesi’nden Elkom işçileri, Iğdır’da FG tekstil işçileri, Ağrı, Antep, Zonguldak’ta taşeron temizlik işçileri, Sokak Tv işçileri, MEDAŞ arıza biriminde çalışan işçiler, Kırşehir ve Nevşehir’deki şantiyelerde çalışan taşeron karayolu işçileri, Mersin Anadolu Cam işçileri, Sefaköy Bayteks nakış işçileri, Manisa İmbat maden işçileri, Kartal’da bulunan Anadolu Adliye işçileri, Sivas demir çelik işçileri düşük ücretler, iş cinayetleri, işten atma gibi nedenlerle başlattıkları direnişlerini haklarını alarak sonlandırdılar. TPAO’da çalışan 350 taşeron işçisinin işten çıkarılacağının açıklanması üzerine işçiler Batman, Diyarbakır, Adıyaman’daki kuleleri işgal ettiler.
Koç Holding’e bağlı Divan Turizm AŞ işçileri, Pendik’te havuz kaplama malzemeleri üreten SeraPool işçileri, Ankara Çankaya Belediyesi’nde taşeron şirkette çalışan işçiler, Türk Metal’den Birleşik Metal sendikasına geçen Enpay işçileri, İzmir’de Kubilay boya işçileri, İstanbul’da Santa Farma, Düzce’de Nero Plastik, Tuzla’da Pamsan Klima, İzmir’de Kocaer Haddecilik, Gebze’de Hleks Gıda, İzmir’de SF Deri, Çorlu’da vatan kablo işçileri, sendikalaştıkları için işten atılan ve direnişe geçen işçilerdi. Bu direnişler büyük oranda bitti. Kimileri işe iade mahkemelerini takip ediyor, kimilerinde uzun çadır direnişleri sendikalar tarafından sonlandırdı, çok az sayıda işyeri sendikalı olarak işine geri döndü.
Kısacası yıl boyunca azımsanmayacak oranda grev ve direnişler yaşandı. Ve bunların büyük çoğunluğu kazanımla sonuçlandı. Bir yıl içinde neredeyse yurdun dört bir yanında ve hemen her işkolunda bu kadar çok grev, eylem ve direnişin yaşanması, işçi ve emekçilere dönük saldırının ne kadar artığının göstergesidir aynı zamanda.
Artan sömürü ve baskının sonuçları
“Metal fırtınası” Türk Metal çetesine karşı patlak verdi, ancak ağır çalışma koşulları, düşük ücret, idari baskılar da işçileri ayağa kaldırdı. Türk Metal yöneticilerinin bu baskı ve sömürüdeki payı oldukça büyüktü. Metal işçisinin tepkisi, sendikacılar üzerinden sermayeye oldu. Bu durum, sadece metal işçileri için değil, bütün işçi ve emekçiler için geçerlidir.
Kapitalizm vahşi sömürüsünü uzun bir süredir taşeron sistemi üzerinden yapmaktadır. Taşeron sistemi 2015’in de gözde sömürü yöntemi olarak devam etti. Uygulanmayan işyeri-işletme neredeyse kalmadı. Diyebiliriz ki, patronlar en büyük azami karlarını taşeron sitemi üzerinden gerçekleştirdiler. En çok iş cinayetinin taşeron sistemi uygulanan yerlerde olması bile, tek başına bu sisteminin ne denli bir sömürü kaynağı olduğunu göstermeye yeter. En çok hak gasplarının yaşandığı, sosyal hakların silindiği işyerleri, taşeron sisteminin uygulandığı yerlerdir.
Seçim döneminde partilerin en büyük vaadi de taşeronu kaldırmaktı. Ki AKP’nin vaadi, kamu kuruluşlarında taşeron sistemini kaldırmaktı, yani özel sektörlere yine dokunulmayacaktı! Fakat seçimlerin üzerinden aylar geçmesine rağmen, bu adımı bile atmadılar.
Emperyalizmin işbirlikçiliğini yapmaya devam eden AKP hükümeti, savaşın faturasını da işçi ve emekçilere yıkmaya çalışıyor. İşçi ve emekçilerin gerçek ücretleri düşerken, temel tüketim maddeleri durmadan zam alıyor. Çalışma koşulları ağırlaşıyor. Savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan mülteciler, kayıtdışı ve neredeyse bedava denecek kadar düşük ücrete çalıştırılıyor. Türkiyeli işçi ve emekçilere karşı koz olarak da kullanılıyor.
Öne çıkan mücadele biçimleri
İşçi ve emekçilerin direniş ve grevlerindeki talepler asıl olarak ağır çalışma koşullarına, taşeron sistemine, düşük ücrete, işten atmalara ve iş cinayetlerine dönüktü. İşten atmalara, iş cinayetlerine, verilmeyen ücretlere eylemlerle karşılık verdiler.
En çok başvurulan eylem biçimi ise, fabrika önü çadır direnişidir. Çadır, direnişin karargahı olduğu kadar, toplanma merkezidir aynı zamanda. Ama çadır direnişi, diğer eylem biçimleriyle beslenmedikçe etkili değildir. Mesela Jet Ferma Lojistik işçilerinin fabrikayı işgal etmeleri gibi.
Metal işçilerinin fiili grevinden sonra, üretimi durdurma biçimi de mücadeleye eklendi. Hele “metal fırtınası”nın sıcaklığının devam ettiği günlerde, iş durdurma eylemlerine sıkça başvuruldu.
İşçilerin sendika arayışları da devam etti. Sendikalı olmak işten atılmanın en önemli nedeni haline geldi. Her sendikalaşma girişimi, işten atılmayı beraberinde getirmesine rağmen, işçiler sendikalaşmaktan geri durmadılar. İşçiler bir yandan sendikalarda örgütlenmeye çalışırken, bir yandan da sendikal değişikliklere yöneldiler. Sendikal değişiklik genelde gangster Türk Metal sendikasından başka sendikalara geçişler şeklinde yaşandı. Tofaş, Enpay, Ego, Renault vb gibi.
Yıl boyunca azımsanmayacak şekilde grevler yapıldı. Tabi ki bunların içinde en öne çıkan, metal işçilerinin fiili grevi oldu. Metal işçilerinin işçi sınıfına kattığı esas şey, fiili-meşru eylemlerin önünü açmasıdır. Grevlerin yasaklandığı, sarı sendikaların grevden kaçtığı bir dönemde, metal işçilerinin grevi oldukça önemli bir yerde durmaktadır. Bugün her ne kadar fiili grevler azalmışsa da, açılan bu yolda yürünmeye devam edilecektir.
Yeni grev ve direnişlere…
Grev, fiili grev, direniş, işgal vb. bir yıl içerisinde hayli kabarık düzeyde eylemlerle 2015 yılını geride bıraktık. Birçok yerde grev ve direnişler, sokak eylemleriyle birleşti. Bütün bunlara rağmen, nitel bir sıçramadan bahsedemeyiz. Daha çok saldırılara karşı verilen yanıt niteliğindeydi. Ama fiili eylem döneminin başlaması, burjuvaziyi alabildiğine korkutmaya yetti.
2015 yılı fiili grevler direnişler yılı oldu, 2016 yılı işçi ve emekçilerin daha kitlesel, militan sokak eylemlerine, fiili ve politik grevlere sahne olmaya adaydır.
“Eşitsizliğin ortadan kalkması için, kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. En azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” diyor Türkiye’nin en büyük holdingi Koç Holding’in sahiplerinden Ali Koç! Artan işçi eylemleri Ali Koç’u tedirgin ettiği için demokrat-işçi dostu görünmeye çalışıyor. Elbette ki bir patron, “işçi dostu” ya da “eşitlik yanlısı” olamaz. Bu kavramlar, onun sömürüsünü azaltan, karını düşüren kavramlardır. Bütün kapitalistlerin tek derdi, işçi sömürüsünü ve kapitalizmin devamlılığını garanti altına almaktır.
Patronların artan tedirginliğini kabusa çevirmek için, işçi ve emekçilerin bu sömürü ve soygun düzenine karşı topyekün direnişe geçmesi gerekiyor.