17 Şubat günü Ankara’nın merkezinde, önemli devlet kurumlarının ve askeri komutanlıkların tam ortasında patlayan bombalar, AKP cephesinde savaş çığırtkanlığının yükselmesine neden oldu. Cumhurbaşkanından başbakanına kadar bir bütün olarak AKP cephesi, saldırının failini PYD olarak duyurdu. Saldırıyı kimin gerçekleştirdiğinden daha önemli olan, bu saldırıdan kimin faydalanmak istediğidir. AKP hükümeti, bu saldırıyı Ankara’da patlayan bombayı ve bu saldırıda 28 kişinin ölmesini, Suriye’yi işgal etmek için bir gerekçe haline getirmeye çalışıyor.
AKP’nin savaş arayışları
AKP hükümeti, 2011’de Suriye’deki ilk hareket başladığı andan itibaren, Suriye’yi işgal etme hayali kurdu. Erdoğan’ın “Emevi Camii’nde namaz kılacağız” sözleri, bu hayalin en somut ifadelerinden biriydi.
Ancak Suriye’de Esad hükümetinin direnci, AKP hükümetinin heveslerini boşa çıkardı. 5 yıldır AKP hükümetinin bütün çabalarına, lojistik desteğine, askeri yardımlarına, siyasi korumasına rağmen, radikal islamcı muhalif çeteler, Esad’ı devirmeyi başaramadı.
Eylül ayından itibaren Rusya’nın savaşa doğrudan dahil olması, Suriye devletini yoketme hedeflerine son darbeyi de indirdi. Rusya ve Çin’i arkasına alan Esad, radikal islamcı çetelerle olan savaşını güçlendirdi. Bu savaş, Suriye ordusunun kara harekatı, Rusya’nın hava desteği ile yürütülüyor ve radikal islamcı çetelere önemli darbeler indiriliyordu.
Rus ordusu savaşı Lazkiye’nin kuzeyi, Hatay’ın güneyindeki Türkmen Dağı’nı temizlemeye odakladığında, AKP için, Suriye politikalarının çöküşünü çaresizce izleme dönemi başlamıştı. AKP, Rus uçağını düşürerek savaşa yeni bir yön vermeye çalıştıysa da, bu gerçekleşmedi. ABD emperyalizmi başta olmak üzere uluslararası kamuoyundan bekledikleri yardım da gelmedi.
PYD’nin Mare-Azez hamlesi
Rusya’nın savaştaki çok kritik bir hamlesi de, PYD ile yaptığı ittifakla geldi. Türkiye’nin “kırmızı çizgi” olarak ifade ettiği Cerablus-Mare hattının kapatılmasına dönük bir hamleydi bu.
Bu hattın PYD tarafından temizlenerek kapatılması, son bir yıldır çeşitli biçimlerde gündeme gelmişti zaten. Özellikle Mare-Azez bölgesi, Türkiye’nin IŞİD’e lojistik sevkiyat gerçekleştirdiği en önemli geçiş hattıydı. Azez IŞİD için stratejik önemde bir bölgeydi. Azez’in PYD’nin eline geçmesi, hele ki Azez-Cerablus hattının PYD’ye verilerek Afrin-Kobane kantonlarının birleştirilmesi, Türkiye ile IŞİD’in ilişkisini kesecek bir adımdı. Bu ilişki kesildiği anda, IŞİD’nin nefes borusu tıkanacaktı. Türkiye’den destek alamayan IŞİD’in yerle bir edilmesi, Halep ve Rakka gibi iki önemli merkezin IŞİD’den temizlenmesi son derece kolay olacaktı.
Yaklaşık bir yıldır, bu son derece basit gerçek birçok biçimde konuşuldu. PYD her defasında ABD emperyalizmine, bu savaşı vermeye hazır olduğunu ifade etti. Ancak her defasında Türkiye’nin itirazı gündeme geldi. ABD zaten IŞİD’in yokedilmesini henüz istemiyordu. Suriye ve Rusya’yı en fazla zorlayan, savaşın uzamasını ve ABD’nin bölgede kalmasını sağlayan en önemli unsur IŞİD’di. Bu nedenle ABD, uluslararası kamuoyu karşısında IŞİD’e karşı savaşıyor görünüyorken, diğer taraftan IŞİD’i güçlendirmeye devam ediyordu. Ve bu arada AKP’nin “PYD Fırat’ın batısına geçemez” sözünü bahane ederek PYD’nin Cerablus-Mare hattında savaşmasını geciktiriyordu.
Düğümü çözen, Rus emperyalizmi oldu. Suriye savaşının başından itibaren PYD ile siyasi ilişkilerini güçlü tutan Rusya, son bir haftada bu ilişkiyi askeri işbirliği düzeyine çıkardı. Ve PYD, ABD emperyalizmi ile yapamadığı Azez savaşını, Rus emperyalizmi ile başlattı. PYD’nin kara harekatı, Rusya’nın hava desteği ile yürütülen Azez savaşında, PYD kritik önemdeki Tel Rifat kasabasını ve Miniğ havaalanını ele geçirdi. Ve IŞİD’e en büyük darbeyi vurmak üzere Azez saldırısını başlattı.
AKP hükümetinin bu kadar telaşa kapılmasına ve yeniden savaş çığırtkanlığını yükseltmesine neden olan gelişme, Rus-PYD ittifakının IŞİD’e ait mevzileri ele geçirmesiydi.
Ankara saldırısı AKP’ye yaradı
PYD’nin de içinde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin, Rusya’nın hava desteğiyle bu ilerleyişi, ABD’nin de tepkisine neden oldu. Bugüne kadar ABD ile işbirliği yapan PYD’nin, bugün Rusya ile ilişkiye geçmiş olması ve ABD’nin onaylamadığı bir noktada savaşı yükseltmesi, ABD’yi iki yönden sıkıntıya sokmuştu. Birincisi, ABD’yi siyasal olarak Suriye savaşında zayıf düşürmüştü; ikincisi, bu saldırıyla IŞİD’in güç kaybetmesi ve lojistiğinin kesilmesi, Esad’ın karşısındaki muhalif askeri gücü de zayıflatıyordu ki, ABD bunu istemiyordu.
PYD ve Rusya IŞİD’i bombalarken, Türkiye’nin de topçu atışlarıyla PYD’yi bombalaması, Almanya başbakanı Merkel’in “Suriye sınırında uçuşa yasak bölge” söylemini yeniden öne sürmesi, IŞİD’in güç kaybetmesi karşısında “batı dünyasının” genel olarak hoşnutsuzluğunu gösteriyordu.
Ancak AKP hükümetinin, Suriye karşısında genel olarak eli çok zayıflamış durumda. Bir taraftan IŞİD ile işbirliğini kanıtlayan belgelerin uluslararası kamuoyunda sayısız kez yayınlanması, bir taraftan Rus uçağını düşürdükten sonra bir daha Suriye hava sahasına uçak gönderemez hale gelmesi, AKP hükümetinin hareket alanını kısıtlamış durumda.
Dahası, Türkiye’deki egemen sınıflar da kendi içinde parçalı bir duruş gösteriyor. AKP tam bir savaş çığırtkanlığını yükseltirken, burjuvazinin başka kesimleri savaştan mutlak biçimde uzak durmak için uğraşıyor. AKP’nin de kendi içinde çatlakların olduğu biliniyor. Keza TSK’nın, özellikle de Hava Kuvvetlerinin, Suriye’ye girmeye karşı çıktığı, AKP’nin bu doğrultudaki her girişimine direndiği yolunda sayısız haber yayınlanıyor.
Tam da bu koşullarda, Ankara’nın göbeğinde, üstelik de tam Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın önünde bu kadar güçlü bir bombanın patlaması, Erdoğan’ın savaş çığırtkanlığına yeni bir zemin oluşturdu. AKP hükümeti PYD mevzilerini topçu atışlarıyla bombalamanın (uçak gönderemedikleri için topçu atışlarıyla yetinmek zorunda kalıyorlar) yanısıra Haftanin kampına da saldırı düzenledi.
* * *
AKP hükümeti Suriye’deki savaşa girmek için çaba harcıyor. Katliamları bile bu amaç doğrultusunda kullanmaya çalışıyor. Ancak gerek kitlelerin savaş karşıtı tepkisinin büyüklüğü, gerekse bugün Suriye savaşının AKP açısından bir bataklığa dönüşmesi riski, bu çabaların önündeki en büyük engel.