Türkiye ile AB arasındaki pazarlık aslında geçtiğimiz Ekim ayında, Merkel’in Türkiye ziyareti sırasında başlamıştı. Erdoğan, 1 Kasım’da gerçekleşecek seçimlere dönük olarak AB’nin desteğini istemiş, karşılığında ise Suriyeli sığınmacıların Avrupa’ya olan akınını durdurma sözü vermişti.
O dönem, Türkiye’den Avrupa’ya sığınmacıların taştığı, hergün yüzlerce Suriyeli’nin Ege’nin karanlık sularına gömüldüğü, Aylan bebeklerin kıyıya vurduğu günlerdi. Su alan botlar, sahte can yelekleri, kaptansız tekneler üzerine haberler her gün basında yer alıyordu. Üstüne bir de Erdoğan, ne kadar kararlı olduğunu göstermek için, binlerce sığınmacıyı Kapıkule’de doğru yürüyüşe geçirmişti.
Oldukça yıpranmış, 7 Haziran seçimlerinde güç kaybetmiş olan Erdoğan, 1 Kasım’da tek başına AKP hükümetini çıkarmak için Merkel’den destek istiyordu. Merkel, Türkiye ziyaretinde bu sözü verdi; Erdoğan da, AKP’nin oyunu yükseltmeyi sağlayacak her tür seçim hilesini sorunsuzca gerçekleştirdi. Mültecilere Avrupa yolları da birden kapanıverdi. Ege kıyısındaki kentlerde denetimler artırıldı, sahte can yelekleriyle ilgili operasyonlar düzenlendi, Kapıkule’ye yürüyen sığınmacılar birden buharlaştı.
6 milyar euroya, 3 milyon mülteci
Mart ayı başında gerçekleştirilen AB zirvesinde, Türkiye ile AB arasındaki mülteci pazarlığı resmileştirildi. Davutoğlu, Almanya Başbakanı Angela Merkel ve AB Dönem Başkanlığı”nı yürüten Hollanda Başbakanı Mark Rutte ile bir görüşme gerçekleştirdi. Buna göre AB, mülteci akınının durdurulması karşılığında Türkiye’ye 2018 sonuna kadar 3 milyar euro yardım sözü verdi; Davutoğlu sonradan “Kayseri pazarlığı yaptık” diye övünerek söylediğine göre bu paranın 6 milyar euroya çıkmasını sağladı. Erdoğan, bu pazarlık için “Davutoğlu’na 3 milyar euroyu almadan gelme dedim” sözleriyle, tarihe geçecek bir açıklama daha yapmış oldu.
Davutoğlu, pazarlıktan üstün çıktığını düşünerek oldukça memnun biçimde övünüyordu. Gerçekte ise, yapılan anlaşma, Türkiye’nin değil, AB’nin çıkarlarını kolluyordu.
Anlaşmanın 3 temel maddesi var. Birincisi, AB’ye üyelik görüşmelerinin hızlandırılmasını öngörüyor. Bu son derece muğlak bir madde. “Hızlandırma”nın neye göre yapılacağı belli olmadığı gibi, Türkiye’nin yapması gereken yasal düzenleme ve uygulamaların hayata geçmediği koşulda ne olacağı de belli değil.
İkinci madde, Türkiye vatandaşlarının AB’ye vizesiz girmesini öngörüyor ve süreci Haziran ayından itibaren başlatıyor. Ancak bu da aslında bir “ilerleme değil”. Çünkü bu, herhangi bir işçi ya da yoksul emekçinin, kapıdan çıkıp AB’ye gidebileceği anlamına gelmiyor. Gelir düzeyi vb konularda öylesine kriterler getirilmiş ki, zaten o kriterlere sahip olan kişiler bugüne kadar vize almada sorun yaşamıyorlardı.
Üçüncü ve en önemli madde ise, AB’ye “mülteci seçme” hakkı veriyor. Bütün engellemelere rağmen Avrupa’ya gidebilen mülteciler, Türkiye’ye koşulsuz iade edilecek. Üstelik bu iade edilenlerin Suriyeli olması da gerekmiyor. Afganlardan Afrikalılara kadar, AB’ye bir biçimde girmiş olan ve “tortu” niteliğindeki bütün mülteciler Türkiye’ye gönderilebilecek. Karşılığında AB, genç, eğitimli, gelir düzeyi yüksek Suriyelileri tek tek seçerek mülteci olarak kabul edecek. Eğitimsiz, hasta, yaşlı, işsiz, yoksul Suriyeliler Türkiye’ye; AB ekonomisine katkı sağlayabilecek genç ve dinamik beyinler AB’ye…
Ancak anlaşmanın uygulamaya başlaması, sayısız sorunu beraberinde getirdi. Herşeyden önce, bugün Makedonya başta olmak üzere Balkan ülkelerine sıkışan sığınmacıların durumunun ne olacağı belirsiz. Keza Yunanistan’ın, dikenli tellerle çevrili mülteci kampları kurmaya başlaması ve böylece AB’nin “seyahat özgürlüğü” kriterini çiğnemesi eleştiriliyor. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği de, bu anlaşmanın dışında bırakıldığı için tepkili. AKP hükümetinin, AB’den parayı biran önce almak için istekli, ancak gerekli yasal düzenlemeleri yapmak ve Türkiye’de kalacak sığınmacılar için uygun koşulları oluşturmak konusunda ise hareketsiz kalması da önemli bir eleştiri konusu.
Türkiye’de bulunan 3 milyona yakın sığınmacının ezici çoğunluğu ya sokaklarda yaşıyor ya da çok düşük ücretlerle, kayıtsız-geçici çalışmaya mahkum ediliyorlar. AKP hükümeti, bir kısmını seçimlerde kendisi için oy kapısı haline getirmek dışında bir adım atmıyor. Yapılan mülteci anlaşması ise, bu durumu değiştirecek bir nitelik taşımıyor.