Rusya’nın, Cenevre görüşmelerinin başladığı 14 Mart günü Suriye’den çekileceğini açıklaması, önemli tartışmalara yol açtı. Amerikancı yazarlar, hemen Rusya ile Suriye’nin arasının açıldığını, Rusya’nın Esad’a haddini bildirmeye çalıştığını, ya da en hafifinden “Suriye bataklığı”nda boğulmak istemediğini ileri süren yazılar yazmaya başladılar.
Oysa ortada ne Esad-Rusya sürtüşmesi vardı, ne de Rusya bir yenilgi ve “bataklık” korkusu yaşamaya başlamıştı. Sözkonusu olan tek şey, uluslararası dengeleri çok iyi hesaplayan Rus emperyalizminin, bir taktik manevrasıydı. Ve göstermelik biçimde çekilme hamlelerini bir kenara bırakırsak, gerçekte Rusya Suriye’ye çok daha etkin biçimde yerleşmektedir.
Birincisi; Rusya Suriye’deki en temel hedefini hayata geçirmiş, Esad hükümetinin devrilmesini önlemiş durumdadır. Artık Esad hükümetinin meşruiyetini ya da Esad’ın yapılacak olan seçimlere girip girmemesini tartışabilen hiçbir güç kalmamıştır. Rusya’nın askeri müdahalesi, Suriye hükümetini hem askeri hem de siyasi yönden güçlendirmiştir.
İkincisi, Rusya’nın 30 Eylül’deki müdahalesinden bugüne, çok önemli askeri başarılar kazanıldı. Rus hava kuvvetlerinin 8 bin 922 sorti yaptığını açıkladı. Bu saldırıların yardımıyla, Suriye hükümeti 10 bin km. karelik bir alanı IŞİD’den temizleyerek kontrol altına alabildi. 392 yerleşim birimi, yeniden Suriye hükümetinin denetimi altına girdi. İslamcı çetelere ait yüzlerce yakıt deposu, eğitim kampı, silah ve mühimmat deposu vb imha edildi. Ceyş’ül İslam örgütünün lideri başta olmak üzere çok sayıda lider kadro yokedildi. Çetelerin ele geçirdiği 209 petrol üretim tesisinin temizlenmesi ve Türkiye’ye petrol taşınan ana ikmal yolların kapatılması, çetelerin mali gücünü de darbeleyen önemli bir adımdı.
Bunlardan en önemlisi, elbette Lazkiye kırsalının radikal İslamcı çetelerden temizlenmesiydi. Türkiye ile Rusya arasında gerilime neden olan ve Türkiye’nin bir Rus uçağını düşürmesine kadar uzanan bu süreçte, Rusya hava kuvvetlerinin Suriye ordusuyla birlikte düzenlediği operasyonlarda, Lazkiye ile Hatay arasındaki bölge, çetecilerden tamamen temizlendi. Bu harekat, radikal İslamcı çetelerin Türkiye’nin desteğiyle Akdeniz’e açılma, böylece hem lojistiğini güçlendirme hem de petrol sevkiyatını hızlandırma planlarına indirilen en büyük darbeydi.
Yanısıra, Halep kırsalının ele geçirilmesi, Halep’e giden ikmal yollarının kesilmesi, Halep’teki Kuveyris hava üssünde üç yıldır devam eden kuşatmanın kırılması, Hama ve Humus’un büyük oranda temizlenmesi, son olarak Palmira antik kentinin ele geçirilmesi; Rusya’nın yardımıyla Suriye ordusunun çok önemli kazanımları arasında yer aldı.
23 Mart günü Palmira’nın ele geçirilmesi, kentin dünya mirası listesinde olması nedeniyle siyasal bir önem taşıyor; ancak daha önemlisi, Palmira, IŞİD’in en önemli üsleri olan Deyr Ez Zor ve Rakka’ya giden yolu açıyor. Suriye ordusu artık büyük Deyr Ez Zor ve Rakka operasyonuna hazırlanıyor.
Üçüncüsü, Suriye’de kazanılan askeri başarılar, Rusya’nın askeri gücünü dünya kamuoyunun gözleri önüne sermiştir. Rusya savaş boyunca havadan, denizden vs füze atışlarıyla, adeta tüm dünyaya şov yaptı. Akdeniz’deki savaş gemisinden ya da Hazar Denizi üzerinden Suriye’deki hedeflere füze göndermesinin hiç gereği yoktu; Suriye’deki üslerinden de füze gönderebilirdi. Ama bu atışları gösteriye çeviriyor; hem yeni füze sistemlerini deniyor hem de dünyaya (en başta ABD’ye) meydan okuyordu.
Putin’in, çekilme başlamadan hemen öncesinde, Suriye’de yürütülen savaşın “Rus havacılık ve silah teknolojisi için ciddi bir sınav” olduğunu ifade etmesi, bu gerçeğin altını çiziyor.
Mesela ilk defa havadan ve denizden, menzili 1500 km olan füzeler fırlatıldı. Suriye ordusuna üçüncü nesil ana muharebe tankı gibi son derece modern silahlar ve S-400 füzeleri aktardı.
Keza, Akdeniz’de konuşlandırılan ve ABD’nin “karadelik” adını verdiği, dünyanın en sessiz ve en farkedilmez denizaltısı olan Rostov-na-Donu denizaltıları, sadece IŞİD’e füze göndermekle kalmıyor, ABD’li generallerin de uykularını kaçırıyor.
Geçtiğimiz Şubat ayında, Alman Focus dergisinde yayınlanan bir haberde, NATO uzmanları tarafından hazırlanan gizli bir raporun detayları yer aldı. Bu rapora göre, NATO Suriye’ye Rusya’dan çok daha fazla uçak gönderdiğini, ancak Rusya’nın operasyonlarının, pilotların muhteşem yeteneği ve askeri ekipman üstünlüğü sayesinde çok daha başarılı olduğu belirtiliyor. Rusların 40 savaş uçağının günde 75 sorti gerçekleştirdiği ve her seferinde IŞİD mevzilerini etkili şekilde vurduğu, toplam 180 savaş uçağına sahip NATO’nun ise, sadece 20 saldırı düzenleyebildiği söyleniyor. Ve Rusya’nın teknolojisinin daha modern olduğu, Su-35 savaş uçaklarının Batıdaki benzerlerinden daha ileride olduğu ifade ediliyor. Rapor, Rusya’nın sivilleri vurduğu yönünde sürekli çıkan haberlerin ise gerçeği yansıtmadığını, NATO’nun böyle bir tespitinin olmadığını özellikle belirtiyor.
Dördüncüsü; Rusya çekilme kararıyla, Suriye savaşına dahil olmaya çalışan bütün güçlerin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir. Burada da en önemli hedef, Türkiye ile Suudi Arabistan’dır. 2015 yılı Mart ayında Kral Selman’ın Suudi Arabistan tahtına oturmasından bu yana, Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişki güç kazanmıştır. Önce Yemen saldırısına AKP hükümeti destek vermiş, son aylarda ise giderek artan biçimde İslam Ordusu tartışmaları yükseltilmiştir. Suudi Arabistan, başta Katar ve Türkiye olmak üzere, Müslüman ülkeleri, kendi komutasında, Suriye savaşına sokmak istemektedir. Şubat 2016’da gerçekleştirilen Suudi-Türkiye ortak askeri tatbikatı, bu yönde atılan son adımdır.
Rusya’nın 30 Eylül’deki müdahalesinin ardından, birçok Avrupalı emperyalist ülke, çeşitli bahanelerle Suriye’yi bombalamaya başladı. Keza ABD emperyalizmi de, daha fazla asker göndermeye hazırlandığını duyurdu. “İslam Ordusu”nun savaşa katılma çabası da hız kazandı. Zaten AKP hükümeti, son aylarda Suriye’ye girebilmek için birçok denemede bulundu.
Rusya’nın “Suriye’deki hedeflerine ulaştığını” duyurarak ve “Suriye hükümetinin artık güçlendiğini” belirterek çekilme kararını açıklaması, bütün saldırgan ülkelerin, Suriye konusundaki planlarını bozmuş, meşruluğunu bitirmiş oldu. Hele ki bunu Cenevre görüşmelerinin başladığı gün yapması, masaya siyaseten daha da güçlenmiş olarak oturmasını sağladı.
Beşincisi; Rusya’nın Suriye’den çekilmesi, Kırım konusundaki hak iddiasının dolaylı biçimde altını çizmiş oldu. Rusya, 2014 yılında Kırım’ı işgal etti. Sonrasında AB ülkelerinin ve ABD’nin sert yaptırımlarıyla karşı karşıya kaldı. Ancak hiçbir aşamada geri adım atmadı; tersine, Kırım’ı Rusya’nın bir parçası haline getirecek bütün pratik işlemleri gerçekleştirdi.
Bugün Suriye’den askeri gücünü çekerken, “bakın işgalci değilim, Suriye’de hak iddiam yok, ama Kırım benim” demiş oldu.
Altıncısı; Rus devleti, kendi halkının karşısına “muzaffer” biçimde çıkmış oldu. Rusya emperyalizmi, başka topraklarda verdiği savaşta, üstüste zaferler kazanmaktadır. 2008 yılında Gürcistan’a girmiş ve Saakaşvili hükümetinin ayrılıkçı Güney Osetya ve Abhazya üzerindeki hak iddiasını yerle bir ederek oradan çıkmıştır. Bugün hem Güney Osetya hem de Abhazya, Gürcistan’dan bağımsızlıklarını ve Rusya’ya katılma isteklerini ilan etmiş, Rusya’nın kararını bekler durumdadır. 2014’te Ukrayna’ya girmiş, Kırım’ı ilhak etmiştir. Ukrayna’nın doğu eyaletleri olan Donetsk ve Lugansk da bağımsızlıklarını ve Rusya’ya katılma isteklerini ilan etmiş, sonucu beklemektedir.
Bugün Suriye savaşında, Rusya ilk defa kendi sınırlarının dışında bir alanda savaşa girmiştir. Ve son derece riskli olan bu savaşta, ölen Rus askeri sayısı birkaçı geçmez. Diğer taraftan, daha 30 Eylül’de Rusya için tehdit olduğunu söyleyerek savaşa girdiği, Rusya’dan Suriye’ye gelen 2 bin radikal İslamcı teröristi öldürdüğünü duyurmuştur. Bu sayede, çekilirken “IŞİD militanlarının artık Rusya için daha az tehdit oluşturduğunu” söyleyebilecek durumdadır. Ve bu tablo, Rus halkının, Putin’e olan güven ve desteğini artırmaktadır.
Yedincisi ve en önemlisi, gerçekte Rus ordusunun Suriye’den çekildiği doğru değildir. Rusya göstermelik olarak bir miktar asker ve uçağı Rusya’ya geri gönderdi. Ancak hem Suriye’den çekilmedi, hem de Suriye savaşının bir parçası olmaktan…
Mesela, çekilme kararının ardından başlayan Palmira operasyonunda, Rus savaş uçakları da yer aldı. En güçlü savaş araçlarını Suriye’de konuşlandırmaya devam ediyor. Mesela daha zayıf özelliklere sahip olan Su-24 savaş uçaklarını geri çekiyor da, NATO raporunda hayranlıkla bahsedilen Su-35’leri Suriye’de bırakıyor. Aynı biçimde, son teknolojiye sahip ve Suriye’nin yıllardır satın almak istediği S-400 füze sistemlerini de savaşta kullanmaya devam ediyor.
Daha önemlisi, savaş koşulları altında Lazkiye’de Hmeymim’de inşa ettiği büyük askeri üssünü terketmiyor. Benzer biçimde, Tartus’taki deniz üssünü de… Üstelik, “bu üsleri koruma amaçlı olarak” Rus askerlerinin Suriye’ye geleceğini duyuruyor. Ayrıca, Akdeniz’deki savaş gemileri de bir yere gitmiyor.
30 Eylül’den bugüne, Rusya Ortadoğu’daki askeri ve siyasi etkinliğini de artırmıştır.
PYD ile kurduğu ilişki, savaş öncesine göre çok daha güçlüdür. Mesela bir yıldır gündemde olan, PYD’nin Moskova’da büro açma çabası, Rusya Suriye’ye indikten sonra gerçekleşebilmiştir. Ve ABD’nin bütün karşı çıkışlarına rağmen, PYD Rusya’dan askeri ve siyasi destek almaya devam etmektedir.
Benzer biçimde IKBY (Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi), Rusya’dan silah satın almaktadır. Bu silah satışı, Rusya ile yakın ilişkide olan Irak Şii hükümetinin bilgisi dahilinde gerçekleşmektedir. Bu yanıyla, Irak hükümetinden bağımsız biçimde IKBY’ye silah satışı yapan ABD’nin durumundan daha meşru bir pozisyondadır. Önümüzdeki aylarda, IKBY yetkilileri, Rusya ile daha yakın askeri ilişkiler kurmak için görüşmeler yapacaklarını duyurdular.
Rusya’nın Irak, İran, Suriye ile birlikte kurduğu, IŞİD’e karşı mücadele koordinasyon merkezi de, bir başka başarısıdır. Irak hükümeti, Rusya’dan aldığı destekle, son aylarda önce Ramadi’yi ele geçirmiş, ardından Felluce’yi hedef almıştır.
Bugün Musul’un IŞİD’den temizlenmesi için başlatılan operasyonda bile, Rusya öne çıkmaktadır. Musul operasyonu, ABD’nin askeri desteği altında Irak Ordusu ile Peşmerge’nin savaşı ile yürütülmektedir. Burada ABD, askeri olarak doğrudan yer almakla birlikte, Musul operasyonu gerçekte Rusya’nın basıncı ile başlatılmıştır. Musul, IŞİD’in ilk işgal ettiği, ilk gövde gösterisi yaptığı yerdir. Bu nedenle buraya operasyon başlatılmasının siyasi önemi büyüktür.
Rusya’nın bölgedeki varlığı ve IŞİD karşısında etkili bir savaş vermesi, dünya kamuoyunun ABD üzerinde baskı kurmasına neden olmaktadır. IŞİD’in büyümesine ABD’nin neden sessiz kaldığı, IŞİD’e karşı savaşıyormuş gibi görünmesine rağmen neden etkili vuruşlar yapamadığı, artık daha fazla sorgulanmaktadır. ABD’nin IŞİD’den faydalandığını, Suriye’yi parçalamak, Irak’ta Şii hükümeti zayıf düşürmek için IŞİD’i kullandığını biliyoruz. Buna rağmen, Rusya’nın bölgedeki durumunun oluşturduğu basınç, ABD’nin de IŞİD’e karşı belli düzeyde harekete geçmesine sebep olmaktadır.
* * *
Rusya, bölgeye ilişkin stratejik hedefleri nedeniyle 30 Eylül günü Suriye savaşına fiilen dahil oldu. Bugün geri çekildiğini duyurması, salt taktiksel bir hamledir. Gerçekte, Rusya artık Ortadoğu savaşında çok daha etkin bir rol oynayacaktır.