16 Mart günü, Cizire kantonunun Rimelan kentinde yapılan bir toplantıyla, “Rojava ve Kuzey Suriye Demokrat Federal Sistemi” ilan edildi. Kürt hareketinin önderliğinde gerçekleştirilen bu federasyon ilanına giden süreç, Suriye savaşının geldiği aşamayı göstermesi bakımından önemlidir.
Neden şimdi
Elbette Suriye’de savaş nasıl biterse bitsin, savaş öncesi koşullara geri dönme ihtimali yoktur. Rojava’da federasyon ilanı ise, Kürt hareketinin, savaş içinde elde ettiği özgüvenin boyutunu göstermesi bakımından oldukça çarpıcıdır. Bunun bugün gündeme gelmesi ise, Cenevre görüşmelerinde Kürt hareketinin böylesine dışlanmasının yarattığı öfke ve inisiyatifi ele geçirme isteğidir.
PYD’nin bugüne kadar Cenevre görüşmelerine katılamaması, Kürt hareketi açısından kabul edilemez bir noktaya ulaştı. Aslında Suriye’de savaşın başladığı 2011 yılından bugüne, PYD savaşın en önemli unsurlarından birisidir. Bulunduğu bölgede, radikal İslamcı çetelere karşı, her aşamada son derece etkili bir savaş yürüttü. 2014 Ekim ayından itibaren de, önce ABD’nin, ardından Rusya’nın askeri desteğiyle, hegemonya alanını genişletti.
Bu koşullarda Cenevre görüşmelerine katılacak gruplar arasında en ön sıralarda yer aldığı, tartışılmaz bir gerçek. Ve gerek Suriye hükümeti, gerekse Rusya, birçok defa bunun zorunlu olduğunu, PYD’nin de Cenevre’de yer alması gerektiğini açıkça ifade ettiler.
Ancak buna rağmen PYD bugüne kadar Cenevre masasında muhatap olarak yerini alamadı. Bunun görünürdeki sebebi, Türkiye’nin dayatmaları ve itirazlarıydı. Gerçekte ise, ABD, bugüne kadar Esad hükümetine karşı hiç savaşmamış olan PYD’nin masadaki konumunun, Esad hükümetini güçlendireceğini düşünüyordu. Rusya ise, PYD’nin masaya oturması gereken tek “muhalif” olduğunu öne sürerek ısrar ediyor; onun bu ısrarı ABD’nin çekincelerini derinleştiriyordu. Türkiye’nin dayatmaları da, ABD’nin işini kolaylaştırıyordu.
PYD’nin Fırat’ın batısında, Mare-Cerablus hattında ilerleyerek Afrin kantonuyla Kobane’yi birleştirme talebi konusunda da benzer bir durum sözkonusudur. ABD, bu talebin karşısında engel olarak Türkiye’yi gösteriyor, Türkiye’nin itirazlarını öne sürüyor. Türkiye’nin “PYD Fırat’ın batısına geçemez” sözlerine yaslanarak PYD’nin talebini sürekli erteliyor. Gerçekte ise, Mare-Cerablus hattının kapanmasını istemeyen ABD’dir. Çünkü bu hattın kapanması, Türkiye’den IŞİD’e giden desteğin durması anlamına geliyor. Oysa ABD’nin henüz IŞİD’e olan ihtiyacı bitmiş değil. Suriye ordusunu oyalamak, savaşın uzamasını sağlamak için halen IŞİD’e ihtiyaç duyuyor ABD emperyalizmi.
Bu nedenle ABD, IŞİD’e gerçek bir darbe anlamına gelen Mare-Cerablus savaşını erteleyip duruyor. Hatta, PYD’nin Rusya ile işbirliği halinde Afrin kantonundan ilerleyerek Halep savaşına katılması karşısında da, ABD engel olarak ortaya çıktı. PYD ile Rusya’nın birlikte hareket etmesine de, Afrin kantonunun sınırlarının genişlemesine de kesin olarak karşı çıktığını duyurmuş, bunun üzerine Afrin kantonu, Halep harekatından çekilmişti.
“Bağımsızlık” değil, “federasyon”
Çeşitli bahanelerle oyalanmakta olan PYD, bu koşullarda kendisinin ne kadar önemli bir unsur olduğunu ve haklarının peşinde olduğunu göstermek üzere harekete geçti.
16 Mart günü Rimelan’da iki gün süren bir toplantının ardından, federalizm kararı resmen ilan edildi. Toplantıya Kürt, Arap, Süryani, Asuri, Ermeni ve Türkmen temsilciler katıldı. İsmi “Rojava ve Kuzey Suriye Demokrat Federal Sistemi’ olarak belirlenen federasyonun eşbaşkanlığına, Cezire Kantonu’nun Kürt Eş başkanı Hediye Yusuf ile, Tel Abyad Halk Meclisinin Arap Eş başkanı Mensur el Selum seçildi. PYD’nin Rakka, Haseke ve Halep’te IŞİD ile savaşarak kazandığı bölgeler de bu federasyonun sınırlarına dahil edildi.
Toplantıda, Arap ve Süryani temsilcilerin, Kürtlerden “federalizm ilanının Suriye’den ayrılma anlamına gelmediği yönünde güvence alma ısrarı” nedeniyle, federasyonun ilanının gecikmesi önemli bir unsur. Ve gerçekte “bağımsızlıkçı” bir yönelimi değil, Cenevre’de kendilerini yok saymaya çalışan bütün kesimlere karşı bir uyarı anlamını taşıyor.
Tam da bu nedenle, yeni federasyonun yönetimi ve statüsü üzerine tartışma, asıl bundan sonra yürütülecek. Salih Müslim yaptığı açıklamada, “Adı federasyon ya da otonomi olur, önemli değil; ancak artık eski Suriye’ye dönüş mümkün değil” dedi.
Kürt hareketinin, savaşta bu kadar büyük kazanımlar elde ettikten sonra, gerçekten de Suriye’de tekrar merkezi devlet sistemini kabullenmesi son derece zor. Ancak Rojava için, güçlendirilmiş yerel yönetimden, geniş haklara sahip bir federasyona kadar çok değişik biçimlerden hangisinin hayata geçeceğini, savaşın seyri ve gidişatı belirleyecektir.
Emperyalistler ne diyor
Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanması ve Suriye’nin Fransa sömürgesi olmasının ardından, bağımsızlığına kavuştuğu 1946 yılına kadar Fransa Suriye’yi dört parçalı bir federasyon (Nusayri, Durzi, Şam ve Halep) olarak yönetti. Yani Suriye’nin geçmişi, federasyon fikrine çok da yabancı değil.
Aslında bugün de bütün emperyalistler, değişik niyet ve hedeflerle, bu federasyon açıklamasına özsel olarak, içerik olarak karşı çıkmıyorlar. Ancak biçimde ve zamanlamada farklı yaklaşımlar sözkonusu.
ABD emperyalizmi, bugüne kadar birçok defa, resmi olmayan biçimlerde “gerekirse B planı devreye girer”, “gerekirse bölünür” türü söylemlerini ortaya koymuştu. Özellikle 30 Eylül 2015’te Rusya’nın savaşa dahil olmasının ardından, Esad hükümetinin devrilmeyeceği açığa çıkınca, ABD, “B planı” hakkında daha detaylı düşünmeye başlamış durumda. Ve bu bölünmeyi, sadece Rojava’nın ayrışması değil, Sünni bölgenin de ayrı bir parça olarak ortaya çıkması, Şii bölgesinin ise iyice küçülerek Şam etrafına sıkışması biçiminde planlıyor. IŞİD başta olmak üzere radikal İslamcıların elindeki alanların, Sünni bölgesi çatısında birleştirildiği ve denize kıyısı olan bir ayrışma, ABD açısından en uygun “çözüm”.
Bu bölünmenin ABD’ye avantaj sağlamasının tek koşulu, Suriye ordusunun gerilemesi, radikal İslamcı çetelerin hakimiyet alanlarının genişlemesi. Bu nedenle, Suudi Arabistan merkezli İslam Ordusu’nun devreye girmesinden, radikal İslamcı çetelere “yerden havaya füzeler”in verilmesine kadar her seçeneği ele alıyor. Ancak Rusya’nın varlığı ve savaş gücü, ABD’nin bütün bu planlarını, bir çıkmaza dönüştürüyor.
Daha da önemlisi, PYD’nin ABD ile mutlak işbirliği yapacağı da henüz net değil. Bugün ABD’nin YPG’ye askeri desteği sürüyor, silah sevkiyatından askeri eğitime kadar her türlü ilişki yürütülüyor. Ancak PYD’nin Rusya ile de ilişki geliştirmesi, zaman zaman ABD’nin kontrolünün dışına çıkan adımlar atması (mesela Halep harekatına katılması, ya da Rusya’da büro açması vb), ABD açısından oldukça büyük bir sorun. Özgüveni ve savaş gücü giderek yükselen PYD’nin, Rusya ile daha etkin bir işbirliğine girmesi, ABD’nin en büyük korkusu.
ABD’nin Rojava’da iki ayrı askeri üs (biri Cizire kantonunda Rimelan’da, diğeri Kobani’de Harap İşk köyünde) inşa etmeye başlaması, PYD üzerindeki kontrolünü artırmak için kullandığı yöntemlerden birisi. Ancak bu askeri üslerin varlığı, ABD’nin Rojava’daki hegemonyasının artacağının garantisi olmayacak.
Bu koşullarda, ABD için sorun bağımsızlığın ilan edilmesi değil; ABD henüz tam hazır değilken ilan edilmesidir. Hem Suriye savaşı ABD’nin istediği yönde gitmiyor, hem de PYD ile tam bir işbirliği ilişkisi kurabilmiş değil. Bu nedenle ABD, federasyon ilanına karşı çıkıyor. Bu arada sadece “tek taraflı olması”na karşı çıktığını ifade ediyor; yani Suriye hükümeti ile koşulları ve çerçevesi belirlenmiş bir federasyon olmamasına olan itirazını belirtiyor. Gerçekte ise, bu ilanla, Suriye savaşının kontrolünü biraz daha kaybetmekte olduğunu görüyor.
Rusya emperyalizmi için ise, bugün “bağımsızlıkçı” olmamak koşuluyla, Suriye sınırlarının içinde yer alabilecek esnek biçimler mümkün ve kabul edilebilir bir durum.
Rusya’nın PYD ile ilk önemli ittifakının Mare-Halep harekatı olması oldukça önemli bir konu. Rusya’nın, Türkiye ile Suriye arasındaki sınırın boydan boya Kürt bölgesi olmasına bir itirazı yok. Tersine, bu hat Kürtler tarafından koruma altına alındığında, IŞİD ile Türkiye arasındaki bağ kesileceği için, Rusya açısından, IŞİD’e karşı savaşmak kolaylaşacaktır. Zaten daha savaş ilk başladığında, Suriye ordusu Cizire bölgesinden çekilirken, bölgeyi Kürtlerin savunma gücüne bırakmışlardı. Bugün de daha geniş bir alanda, Suriye devletinin sınırları içinde, esneklik düzeyi daha sonraya bırakılabilecek bir federasyon, Rusya açısından sorun değil, avantajdır.
Bugüne kadar bunu değişik biçimlerde Rus yetkililerden duyduk zaten. En son 27 Şubat’ta ilan edilen “çatışmasızlık” süreci içinde, Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Ryabkov, “federasyon modelinin Suriye’nin birleşik, seküler, bağımsız ve egemen bir devlet olmasını sağlayacağı fikri ortaya çıkarsa, buna kim itiraz edebilir” demişti.
Bu tabloya her ne kadar Suriye hükümeti itiraz etmiş olsa da, kısa vadeli çıkarları açısından, Suriye hükümeti de bu duruma razı olacaktır.
Türkiye’nin esip gürlemesi ise, Suriye savaşına somut bir etkisi olmayan boş çırpınışlardır.
* * *
Ortaya çıkan tablo, federasyon ilanının herhangi bir emperyaliste yaslanarak alındığı düşüncesini oluşturmuyor. Daha çok Cenevre görüşmelerine bir türlü kabul edilmiyor, bu masadan sürekli dışlanıyor olmaya karşı Kürt hareketinin bir hamlesi olarak görünüyor. Kürt hareketi, kendi yerini ve önemini hatırlatmayı hedefliyor. Federasyonun isminin Rojava ile sınırlandırılmaması, “Batı Kürdistan ifadesinin yerine “Kuzey Suriye” tanımını tercih etmesi de önemli bir unsur. Bu isimlendirmeyle PYD federasyon ilanı ile Suriye hükümetini karşısına alan bir tutum içinde olmadığını göstermiş oluyor.
Bu koşullarda hem federasyonun çerçevesi ve yönetim biçimi, hem de gelecekte nasıl bir yöne evrileceği, daha çok savaşın seyrine ve PYD’nin bölgedeki emperyalistlerle kurduğu ilişkilere bağlı olacaktır.