Karaman’da Ensar Vakfı’na bağlı ev ve yurtlarda çocuklara yapılan taciz ve tecavüz olayının duruşması 20 Nisan’da yapıldı. Ve bugüne dek görülmemiş bir hızla tek celsede dava sonuçlandı. 45 çocuğa cinsel istismar ile yargılanan sanık Muharrem Büyüktürk, “alıkoyma, cinsel istismar, müstehcenlik ve yaralama” suçlarından yargılandı ve her bir suçtan ayrı ayrı ceza verildi. Toplam 508 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Burjuva basın, bu hızı ve verilen cezayı bir zafermiş gibi yansıttı. Oysa amaç, alelacele davayı bitirerek, Ensar Vakfı’na karşı yükselen tepkilerini bastırmaktı. Dahası, mahkeme verdiği karar ile Ensar Vakfı’nı aklıyordu. Çünkü sözkonusu suçun işlendiği Vakıf ve derneğe dair hiç bir ceza verilmedi. Tecavüzcü sanık bile, “Ensar da KAİMDER de istediğini aldı, arada beni kurban ettiler” dedi.
Elbette ki, Ensar Vakfı’nı kurtarmak için, onu “kurban” edeceklerdi. Ve herkes böyle bir sapığa çok büyük bir ceza verilmesini istiyordu. Ama tek celsede 500 küsur yıl da beklenmiyordu. Çünkü bugüne dek taciz ve tecavüzden yargılanan, hatta tecavüzün yanı sıra cinayet de işleyen kişilerle ilgili “iyi hal”den çok az cezalar, tahliyeler verildi. Keza yıllarca süren davalar oldu.
Fakat bu kez durum farklıydı. Hakim daha duruşma başlamadan, avukatlara “karar hazır, bugün bitireceğiz” demişti. Mahkemenin uzaması, Ensar’ın tartışılmasını getirecek, her duruşmada birçok protesto gösterileri yapılacaktı. Tecavüzcüye öyle büyük bir ceza verilmeliydi ki, mahkemenin hızı ve Ensar’ın cezasızlığı gözlerden kaybolsun! Hatta mahkeme bu tavrından dolayı alkışlansın!
Başta “havuz medyası” olmak üzere burjuva medya da buna hizmet edecek şekilde davrandı. Ayrıca İçişleri Bakanlığı’nın, Emniyet Müdürlükleri’ne gizli bir yazı göndererek, “Gezi Parkı eylemlerine benzer eylemler yapılacağı” yönünde uyardığı öğrenildi. Telaşlarının asıl nedeni buydu.
Sanık olması gereken “mağdur”lar
Ensar Vakfı, KAİMDER; bu vakıf ve dernekleri denetlemeyen ve oralarda yapılanlara göz yuman Milli Eğitim Bakanlığı; çocukları koruması gerekirken “bir defada bir şey olmaz” diyerek Ensar’ın arkasında duran Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi kurumlar, sanık olarak yargılanmaları gerekirken, “mağdur” olarak mahkemeye katıldılar.
Eğitim-Sen ve birçok kurumun ise müdahil olma talebi reddedildi. Sadece İHD ve barolara izin verildi. Bunun üzerine Eğitim-Sen adliye önünde basın açıklaması yaparak durumu protesto etti.
Mahkeme sürerken protesto gösterisi yapanların arasında AKP’li milletvekilleri de vardı. AKP’liler Ensar Vakfı’nı koruyan açıklamalar yaptı. AKP’nin Ensar’la ilişkisi çok eskilere dayanıyordu. AKP’ye yakın 100’den fazla vakıf ve derneğin, “Hepimiz Ensar’ız” diyerek tecavüzcülere arka çıkan bir kampanya düzenlemesi boşuna değildi.
1979 yılında kurulan Ensar Vakfı, AKP döneminde hızla büyümüş. Bir çok belediye ve valiliğin, kamu alanlarını ve binaları bu vakfa tahsis ettiği ortaya çıktı. Şu anda 46 öğrenci yurdu, binlerce eğitim evinin yanısıra, 80 ilde 160’a yakın şubesi bulunuyor.
Vakfın bugünkü başkanı İsmail Cenk Dilberoğlu, Bilal Erdoğan’ın “karımdan sonra en çok görüştüğüm kişi” dediği isim. Uzun yıllar AKP gençlik kollarında çalışmış, şimdi sadece vakıf başkanlığı ile yetinmiyor, THY yönetim kurulunda da yer alarak nemalanıyor. Vakfın başkan yardımcılarından Mehmet Sarımermer ise, Abdullah Gül’ün damadı, Kadir Topbaş’ın oğlunun iş ortağı.
Kısacası AKP ile sadece ideolojik değil, ailesel ve maddi olarak da içiçe geçmiş durumdalar. Ensar Vakfı’nı korumaya almanın ardında, işte böylesi güçlü ve derin ilişkiler bulunuyor.
Onun için başta Erdoğan olmak üzere tüm AKP’liler, Kılıçdaroğlu’nun Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı ile ilgili söylediği “Ensar’ın önüne yatıyor” sözünü öne çıkararak, fırtına kopardılar. Kılıçdaroğlu’na “siyasi sapık” diyecek kadar ileri gittiler.
Gericiliğe karşı mücadele
AKP hükümeti dönemi boyunca, taciz-tecavüz olaylarında, çocuk istismarında, kadın cinayetlerinde büyük bir artış yaşanması tesadüfi değil. Dinci-gerci ideolojinin sonuçlarını yaşıyoruz.
Eğitim sisteminin 4-4-4 şeklinde değişmesiyle, birçok okul imam-hatip oldu. Öyle bir müfredat hazırlandı ki, imam-hatip olmayan okullarda bile dini eğitim olabildiğince arttı. Adeta tüm okullan imam-hatipleştirildi.
Ama bununla da yetinmediler. Kuran kursları, vakıf, dernek vb. isimler altında dinci ideolojiyi tüm topluma zerketmeye başladılar. Özellikle de çocukları hedeflediler. 60 binden fazla cami, 16 bin civarında şahıs ve vakıf bünyesinde Kuran kursu verildiği söyleniyor. 2015 yılında yalnızca yaz kurslarına 3 milyondan fazla çocuğun devam ettiği hesaplanıyor. Ensar Vakfı’nın 159 şubesi, 32 kız, 14 erkek yurdu var. Buralarda çocuklar taciz-tecavüz gibi saldırılara maruz kalıyor ve ortaçağ zihniyeti ve yaşam biçimiyle şekilleniyorlar. Radikal dinci gruplara militanlar, siyasi İslam’a kadrolar buralardan yetiştiriliyor.
AKP hükümetinin Ensar Vakfı’na sahip çıkması, bu sistemin devamını sağlamak içindir. Hal böyleyken düzen-içi muhalefet, bu sisteme karşı mücadele etmek yerine dincilerden daha fazla dinci olduklarını kanıtlama ve yine dini kullanarak karşı argümanlar geliştirme çabasındalar.
Bunu sadece CHP değil, HDP de yapıyor. Altan Tan’ın bu olay karşısındaki açıklamaları çok çarpıcıdır: “Bale okulunda bir seks skandalı olsa, bale okulunu mu kapatacaksınız” gibi bir demagoji ile Ensar’a sahip çıkmıştır. HDP içinde dinci-gericiliğin temsilciliğini üstlenen Tan’ın bu sözleri büyük bir tepki toplamışsa da, HDP’nin herhangi bir yaptırımı sözkonusu olmamıştır.
Kürt hareketinin “demokratik İslam” diyerek konferanslar topladığı, “alternatif Cuma”lar örgütlediği biliniyor. Dinci-gericiliğe karşı, yine dini kullanarak ya da burjuva ideolojisini öne sürerek karşı durulumaz. Onların birbirini besledikleri ve öz itibarıyla aynı yere hizmet ettikleri açıktır.
Çocukları ve bir bütün olarak insanlığı kurtaracak tek sistem sosyalizmdir. Böylesine net ve cepheden bir savaşım verilmeden, bu köhnemiş sistemi yıkmak mümkün olmayacaktır.
Dini vakıflar kapatılsın!
Ensar davası, o çok öykündükleri Osmanlı dönemindeki gibi tek celsede bitirildi. Osmanlı’da ne savcı, ne avukatın bulunduğu; sadece bir “kadı”nın şikayetçileri ve tanıkları dinleyerek hükme vardığı biliniyor. Sanıkların ifadesini almak, deliller toplamak, sağlam bir iddianame hazırlamak gibi işlemlerle zaman kaybedilmediği için de, davalar çok hızlı bitiriliyor. Ayrıca “kadı”lar kendilerini atayan saraya, şeyhülislama, kazaskere bağlı olduklarından, onların çıkarına dokunacak herhangi bir karar almaları da sözkonusu olmuyor.
Ensar davasına bakan mahkemenin de Osmanlı “kadı”larından pek farkı olmadığı görüldü. Fakat bu olayın açığa çıkması, böyle bir davanın açılması ve tecavüzcünün bu kadar yıl ceza alması da, yine yükselen mücadele ile gerçekleşti. Aksi halde yıllardır yapıldığı gibi bu olayın da üstü örtülüp kapatılacaktı.
Mahkemenin böyle bir ceza ile Ensar’ı aklama çabası da hemen fark edilip protesto edildi. Sonrasında birçok yerde eylemler gerçekleşti. Ensar’a yardım kutuları kırıldı, Ensar’a ait yerlerin kapatılması talebiyle yürüyüşler düzenlendi. Öyle ki, polisler Ensar Vakfı’na bağlı yerlerde nöbet tutmaya başladılar.
Bu mücadeleyi yükseltmek gerektiği açıktır. Ensar başta olmak üzere bütün dini vakıflar kapatılmalıdır.