Son dönemde, Irak’ta üstüste patlayan gelişmeler, Irak’ta “iktidar savaşları”nın birçok cephede birden hız kazandığını gösteriyor. Irak’taki farklı tarafların, hem devlet üzerindeki etkilerini artırmak, hem de kendi alanlarının sınırlarını belirlemek üzere verdikleri mücadele hız kazandı.
Şii lider Sadr’ın meclisi basması, Kürtlerin bağımsızlık referandumunu gündemleştirmeleri, Tuzhurmatu’da Türkmen-Kürt çatışmasının yaşanması, Musul’u IŞİD’den temizleme operasyonunun bir türlü başlayamaması, ABD’li yetkililerin son dönemde Kürt bölgesi ile özel görüşmelerine hız kazandırması gibi örnekler, bu iktidar savaşlarının göstergeleri.
Sadr’dan meclis işgali
Nisan ayı ortasından itibaren, Irak’ta hükümet değişikliği konusu giderek daha fazla gündeme oturdu. Şii lider Mukteda El Sadr, tüm bakanların istifa etmesini, 72 saat içinde teknokratlar hükümeti kurulmasını istedi.
Bir süredir, ülkedeki yaygın yolsuzluk olayları ve ülkenin güneyindeki bitmek bilmez elektrik kesintileri, kitlelerin hükümete karşı tepkilerinin yükselmesine neden olmuştu. Sadr, bu tepkileri kitlesel protestolara dönüştürmüş, böylece hükümet üzerindeki baskıyı artırmıştı.
Bu baskının son aşaması, hükümet değişikliği konusundaki ısrarı oldu. Sadr, eski başbakan Nuri el Maliki’yi eleştiren açıklamalarını artırdı ve Başbakan Haydar el İbadi’nin yeni bir teknokratlar hükümeti kurmasını, bu hükümete destek vereceğini belirten açıklamalar yaptı.
Sadr’ın bu çağrıları, parlamentodaki Kürt ve Sünni güçlerin tepkisine neden oldu. Çünkü Irak’ta genel olarak parlamento ve devlet yönetimi, kota sistemiyle oluşturuluyor. ABD işgali altındaki Irak’ta, Sünniler, Şiiler ve Kürtler, güçleri oranında devlette temsil ediliyorlar. Mesela Cumhurbaşkanı Kürt, Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Sünni, Başbakan Şii grupları temsilen görev alıyor. Fiilen çoktan parçalanmış, etnik ve mezhepsel ayrımlarla yabancılaştırılmış olan Irak, bu siyasi dengeler üzerinden birarada tutuluyor.
Şii lider Sadr, yaptığı “teknokratlar hükümeti” çağrısı ile, bu güçler dengesini Şiiler lehine bozmayı amaçlıyor. Son dönemde hükümete karşı yükselen tepkileri de, bu hedef doğrultusunda kullanıyor. Devlet üzerindeki İran ve Şii etkisinden rahatsız olan Sünni ve Kürt kesimler ise, bu çağrıyı kendilerine dönük en büyük tehdit olarak görüyorlar.
Şii Başbakan İbadi, Sadr’ın çağrıları doğrultusunda bir hükümet listesi hazırlayarak meclise getirdi, meclisin oylamasına sundu. Ancak diğer partiler, bu oylamayı defalarca boykot ettiler. Kürt ve Sünni kesimlerin boykotu, oylamanın haftalarca yapılamamasına neden oldu ve meclis yeni bir çıkmaza girdi. Bu koşullarda, Şii lider Sadr, yeniden sokağa çıkma çağrısı yaptı.
Sadr’ın bu çağrısının ardından binlerce kişi, 26 Nisan günü “Yeşil Bölge”nin girişlerinde protesto gösterileri düzenlediler ve çadır kurdular. Yeşil Bölge, Bağdat’ta meclisin, devlet kurumlarının, konsoloslukların bulunduğu ve Irak işgalinin başladığı günden itibaren çok sıkı biçimde korunan alan. Sadr yanlılarının Yeşil Bölge’nin sınırında eylemler gerçekleştirmesi, devlet üzerindeki baskıyı artırma amaçlıydı.
Sadr’ın örgütlediği protesto gösterilerinin ardından, IŞİD Şiilere yönelik bombalı saldırılar gerçekleştirmeye başladı. Bu saldırıların en güçlüsü, Şiilerin kutsal alanlarından biri olan, Yedinci İmam Musa Kazım’ın türbesinde anma töreni düzenleyen Şii hacılara karşı düzenlendi. IŞİD’in bu saldırılarında onlarca kişi öldü.
Bu saldırılar, Sadr’ın çağrısıyla protesto gösterilerine başlamış olan Şiilerin meclise yürümesine neden oldu. Sadr’ın önderliğindeki Şiiler, 30 Nisan günü, ellerinde Irak bayraklarıyla Yeşil Bölge’ye girerek meclis binasını bastılar. Şiilerin meclise girmesinin ardından, milletvekilleri ve güvenlik görevlileri meclisten ayrıldı.
Eylem hükümette yeni bir krize neden oldu. Kürt Cumhurbaşkanı Fuad Masum ile Sünni Cumhurbaşkanı Yardımcısı Nuceyfi’nin tepkileri üzerine, Başbakan İbadi, Sadr’a “geri çekilin” çağrısı yaptı. Irak parlamentosundaki Kürt partilerin oluşturduğu Kürdistan Koalisyonu ise, Sadr taraftarlarının meclis binasına girmesini “siyasi sürece yönelik darbe” olarak değerlendirdi ve “herhangi bir tarafın kendi siyasi programını dayatmasını kabul etmeyeceğiz” açıklamasını yaptı.
Bu gelişmelerin ardından, eylemin ikinci gününde, parlamento binasını boşaltan Sadr güçleri, Yeşil Bölge’deki “festival alanı”na çekildi.
Sadr güçlerinin, Sünni, Şii ve Kürtler arasında oluşmuş olan dengeyi bozmaya dönük bu hamlesi, son derece önemli bir gelişmedir. Tam da bu krizin ortasında, ABD’li yetkililerin hem İbadi, hem de IKYB (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) görüşmeler yapmaları, (Nisan ayında önce ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ardından ABD Bakanı Ashton Carter ve son olarak da 28 Nisan’da ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden Irak’a ziyaret düzenledi) işleri daha da karıştıran bir unsur oldu.
Tuzhurmatu’da çatışma
Irak’ın Selahattin iline bağlı Tuzhurmatu ilçesinde Kasım 2015’ten bu yana, Peşmergeler ile Şii Türkmenler arasında yaşanan gerilim, Nisan ayında silahlı çatışmaya dönüştü.
Geçtiğimiz Kasım ayında, Peşmergeler ile Şii Haşd el Şaabi milisleri arasında çatışmalar yaşanmış, onlarca insan ölmüştü. Bu çatışmaların ardından, kent beton duvarlarla ayrılmış, Kürt ve Türkmen bölgeler birbirinden yalıtılmıştı. O dönemde imzalanan anlaşma, 23 Nisan’daki provokasyonla bozuldu ve çatışmalar yeniden başladı.
23 Nisan günü, Tuzhurmatu’da KYB üyesi Goran Cevher’in evinin bahçesine el bombası atılmasının ardından, olaylar hızla tırmandı. Cevher’e bağlı silahlı grup, el bombasını Şii Türkmen güçlerin attığını ileri sürerek mahalledeki Haşd el Şaabi karargahına saldırdı. İlçedeki üç Peşmerge zırhlısının tahrip edilmesi üzerine, bölgeye takviye Kürt güçleri sevkedildi. Şii mahalleler, Peşmerge tankları tarafından bombalandı, Şii milisler de Peşmerge noktalarına ve Kürt kurumlarına silahlı saldırı düzenledi. Peşmerge ile Haşd el Şaabi arasındaki çatışmalarda, siviller de dahil olmak üzere, iki taraftan çok sayıda kişi hayatını kaybetti.
27 Nisan’da, KYB ve Haşd el Şaabi temsilcilerinin de içinde yer aldığı geniş katılımlı bir toplantıda 9 maddelik bir anlaşma sağlandı. Bu anlaşmaya göre, Peşmerge ile Haşd el Şaabi milis gücü, ilçe merkezinden geri çekilecek ve eski mevkilerine geri dönecek, kentin güvenliğini federal polis ile İKBY’ye bağlı Kürt asayiş güçleri sağlayacak, çatışmaya sebep olan kişiler cezalandırılacak ve ortak güvenlik koordinasyon birimi oluşturulacak.
Yapılan bu anlaşma, Kasım 2015’te yine Peşmerge ile Haşd el Şaabi arasındaki anlaşma ile benzer maddeler içermektedir. Bu nedenle, taraflar, sorunun çözülmediğini, bunun sadece geçici bir ateşkes olduğunu ve kentteki çatışmanın yeniden başlayacağını düşünmektedir.
Diğer taraftan, Kürt güçleri de yaşananlar konusunda görüş ayrılığı içindeler. Tuzhurmatu KYB tarafından yönetiliyor; bu nedenle Şii milislerle anlaşma KYB tarafından imzalandı. KDP ise, KYB’nin bu koşullarda anlaşmış olmasına tepki gösterdi. Bu durum, yakın gelecekte çatışmaların yeniden yükseleceğini, buradaki hesapların henüz tamamlanmadığını göstermektedir.
Tartışmalı bölgelerde Kürtler güçleniyor
Çatışmaların temelinde yeralan unsur, Irak’ta ABD işgali başladığından bu yana, Irak’ı oluşturan Kürt, Şii ve Sünni güçlerin arasındaki iktidar yarışı ve “kendi sınırlarını belirleme” savaşıdır.
2005 yılında Irak’ta resmileşen anayasanın 140. maddesi, etnik ve mezhepsel olarak tartışmalı olan bölgelerle ilgili çözümün ertelenmesini getiriyordu. Kerkük, Musul, Diyale, Selahaddin gibi vilayetler, bu tartışmalı bölgelerin başında geliyordu. Hem Kürt Bölgesel Yönetimi, hem de Bağdat, bu bölgeler üzerinde hak iddia ediyor. Savaş koşullarında bu sorunun çözülmesi, nüfus yapısının doğru biçimde tespit edilmesi ve bu bölgelerin nereye bağlı olacağının netleştirilmesi mümkün olmadığından, tartışmalı bölgeler anayasanın 140. maddesi ile geçici olarak Bağdat’a bağlanmıştı. Sorunun çözümü ise sonraya bırakılmıştı.
Tuzhurmatu da bu tartışmalı bölgelerden birisidir. Nüfus çoğunluğu Şii Türkmenlerden oluşmaktadır; üstelik savaşın başından bu yana Irak kentlerinde genel olarak demografik yapı sürekli değişirken, Tuzhurmatu en az değişen yerlerden biri oldu. Dışarıya göç son derece sınırlı kaldı, çevredeki Türkmen köyler dışında fazla bir göç de almadı. Tuzhurmatu, Bağdat, Kerkük ve Selahaddin gibi üç önemli kentin tam ortasında, geçiş noktasındadır. Bu son derece önemli stratejik konumu Tuzhurmatu’yu, Kürtler ile Şii Bağdat yönetimi arasındaki hegemonya mücadelesinin odaklarından biri haline getirdi.
Kürtler Tuzhurmatu’nun IKBY’ye (Irak Kürt Bölgesel Yönetimi) bağlanması için uğraşıyorlar. Tuzhurmatu’daki Türkmenlerin Şii olması, Bağdat’taki Şii yönetimin de burayı ele geçirmeye çalışmasına neden oluyor.
Kürtler, son iki yılda, anayasanın 140. maddesi ile tanımlanmış tartışmalı bölgelerin çoğunda kendi hegemonyalarını kurmayı başardılar. IŞİD ile mücadele, bunun zeminini oluşturdu. İşgal altındaki bölgeleri IŞİD’den kim kurtarırsa, bölge onun yönetim sınırları içine giriyor. ABD emperyalizminin Irak hükümetinden bağımsız olarak Peşmergeye verdiği ağır silahlarla yürütülen operasyonların her birinde bu sonuç ortaya çıktı. Şengal ve Kerkük buna örnektir.
Hatta, kentin kontrolünün kimde olacağının mücadelesi, IŞİD’e karşı savaşın önüne geçmektedir. Mesela Şengal’deki IŞİD’i birkaç gün içinde püskürtmenin mümkün olduğu başından beri söyleniyordu. Ancak “kurtarıldıktan sonra” kimin hegemonyasına gireceği konusunda görüş ayrılıkları olduğu için, Şengal bir yıldan daha uzun bir süre IŞİD işgali altında kaldı.
Keza Musul’daki IŞİD işgalini bitirmenin, askeri olarak son derece kolay olacağı da uzun bir zamandır dile getiriliyor. Ancak sonrasında Şii hükümete mi, yoksa Kürt bölgesine mi bırakılacağı konusunda bir görüş birliğine varılamadığı için, ne Rusya destekli Irak hükümeti, ne de ABD destekli Peşmerge bir türlü harekete geçemedi, harekete geçileceğine dair tüm duyurular, bir biçimde hep ertelendi. Bu arada Musul’da IŞİD işgali sürüyor.
Tuzhurmatu da böylesi bölgelerden biri. Kentin yönetimi, ABD işgalinin başlangıcından itibaren Türkmenlerin aleyhine şekillenmiş. Tuzhurmatu’nun idaresi, 2003 yılından bu yana KYB (Kürdistan Yurtseverler Birliği) tarafından yürütülüyor, ilçenin kaymakamı da KYB’li. İlçedeki diğer kamu kurumlarının başında Kürtler ve Araplar bulunuyor. Nüfusun yüzde 75’i Türkmen olan kentin yönetiminde Türkmenler yer alamıyor. 2014 yılında IŞİD saldırısı başladığında, kentteki Şii Türkmen güçlerle, bölgenin yönetimini elinde tutan KYB’li Kürt güçler kenti birlikte savunmuşlardı. Bugün ise, Irak’ın içindeki hegemonya bölgelerinin sınırları çizilirken, kentin içindeki hegemonya mücadelesi de derinleşiyor.
Türkmenlerin en büyük sıkıntısı kendi içlerinde mezhepsel olarak da bölünmüş olmaları ve Sünni Türkmenlerle Şii Türkmenlerin, farklı güç odaklarına yaslanmaya çalışmaları. Farklı güç odakları ise, kendi çıkar hesaplarında Türkmenleri kullanıyor. Mesela Sünni Türkmenler Türkiye’nin maşasına dönüşürken, Şii Türkmenler de Tuzhurmatu gibi stratejik noktalarda, Bağdat hükümetinden destek görüyor.
Aslında Tuzhurmatu’da İran’ın, Bağdat hükümetinden daha etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. 2014 yılında Şii Haşd El Şaabi milisleri, Şii lider Mukteda el Sadr’ın çabasıyla İran’ın yardımıyla kuruldu. İran Devrim Muhafızları’nın Irak-Suriye savaşlarındaki başrol oyuncusu Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani’nin, Haşd El Şaabi ile doğrudan bağlantılı olduğu da ileri sürülüyor.
Bu tablo, Kürt güçleri açısından, bir taraftan Tuzhurmatu’da hegemonya kurmaya çalışırken, diğer taraftan Şii güçlerle karşı karşıya gelmekten kaçınmasına neden oluyor. O yüzden kentte karşı karşıya geldikleri güçlerin “Şii” kimliğini geri plana iterek “Türkmen” kimliğini öne çıkarmaya çalışıyorlar. Israrla “Şii Haşd El Şaabi” ifadesinin yerine “Türkmen Haşd El Şaabi” tanımını kullanıyorlar. Ancak hangi kelime oyunu yapılırsa yapılsın, Tuzhurmatu’da yaşanan ve sona ermemiş olan çatışmalar, Irak’taki tartışmalı bölgelerde Kürtlerle Şiiler arasındaki “sınırlarını çizme savaşı”nın adeta başlangıç noktasını oluşturuyor.
Etnik-mezhepsel ayrımları ABD körüklüyor
ABD, Irak işgali boyunca, içteki güçler dengesiyle birçok defa oynadı. Mesela işgale başlarken Şii ve Kürt güçlere dayanarak Sünni Baas rejimini yerle bir etmeyi hedeflemişti. Ancak Baas’ın dağılması, Sünnilerin iktidardan tasfiye edilmesi, radikal İslamcı Sünni örgütlerin güçlenmesine ve ABD’ye karşı savaşmalarına neden olmuştu.
Aynı dönemde Kürtler ayrı baş çekmeye, Şiiler ise İran ile ittifak yapmaya başlayınca, ABD emperyalizmi Irak üzerindeki kontrolü kaybetmişti. Bu koşullarda 2007 yılından itibaren ABD, Sünni örgütlerle anlaşmaya, Sünni direnişini kırmaya başladı. Sünnilere ciddi bir maddi destek ile birlikte, hükümette temsil hakkı vererek, Irak üzerindeki İran etkisini dengelemeye çalıştı.
Ama geç kalmıştı. Geçen süreyi iyi değerlendiren İran, sadece ABD işbirlikçisi hükümet ile değil, Şii milis örgütlenmelerine verdiği askeri ve siyasi destekle de Irak’ta kök salmaya başlamıştı.
Bu dönemde, Kürtlerin bağımsızlık yönündeki tüm girişimleri, hem Sünni hem de Şii güçlerin tepkisine çarptı. Zaten Kürtlerin bağımsızlığını ilan etmesi, ABD’nin Irak’ın geri kalanını kaybetmesi anlamına da gelirdi. Bu yüzden bağımsızlık ilanı sürekli ertelendi. Ancak bu süreçte, Kürt petrol gelirlerinin nasıl paylaşılacağı, merkezi hükümet ile IKYB arasında sürekli krizlere sebep oldu.
Sünnilerin devlet yönetimindeki güç ve etkilerinin sınırlandırılmış olması, İran’ın güçlenmesi sürecini hızlandırıyordu. Şiilerin eli artık daha rahat, aldıkları kararlar daha pervasızdı. Bu arada 2011’den itibaren Suriye savaşı da başlayınca, hem İran hem de Rusya’nın bölge genelinde müdahalesi arttı. ABD’nin başlattığı ve genişlettiği savaş, İran’ın ve Rusya’nın büyümesine, etkinleşmesine neden oldu.
Şiilerin önlenemez yükselişi sürerken, Sünnilerin ABD’ye karşı hoşnutsuzluklarını derinleştiriyordu. Bu koşullarda IŞİD saldırısı gündeme geldi. 1 Haziran 2014 tarihinde yapılan ve ABD, Türkiye ve İsrail’in yanısıra, Irak’taki Sünni aşiret temsilcileri ile radikal İslamcı örgüt temsilcilerinin katıldığı toplantıda, IŞİD’in harekete geçmesi kararı alındı. Musul’dan başlayan IŞİD işgalinde, Sünni aşiretlerin işbirliği yapması, IŞİD’in bir çığ gibi büyümesine yol açtı.
Ancak IŞİD’in büyümesi, İran ve Rusya’nın bölgeye müdahalelerini de artırdı. 30 Eylül 2015’ten itibaren Rusya, Suriye’ye yerleşti ve savaşın içine doğrudan girdi. Ayrıca İran, Irak ve Suriye’yi içine alan bir “koordinasyon” kurdu. IŞİD’e karşı savaş adı altında, Irak hükümetine ve IKYB’ye olan askeri desteğini artırdı.
Bütün bu süreç, ABD’nin etnik ve dinsel çelişkileri kışkırtması ile kördüğüme dönüştü. Irak ve Suriye başta olmak üzere bölgede artık “birarada yaşamak” giderek zorlaştı. Ve her kesim, kendi hegemonya alanını belirleme, kendi sınırlarını oluşturma çabasına girişti. Çoktan başlayacağı ilan edilen Musul’u IŞİD’den kurtarma savaşının sürekli ertelenmesi, Tuzhurmatu’nun kangrene dönüşmesi, Sadr’ın sadece Şiilerden oluşan bir hükümet kurulması için kitle hareketini yükseltmesi, Kürdistan bölgesinin bağımsızlık isteğini daha yüksek sesle dile getirmesi gibi gelişmeler, bu sürecin son halkasıdır.
Sonuç olarak emperyalistlerin bölgeye müdahalesi, 2003’ten bu yana 1 milyondan fazla insanın ölmesine, on milyondan fazla insanın göçetmesine, açlık, hastalık ve yoksunlukların had safhaya çıkmasına neden olmuştur. Savaş altında yaşayan halklar sonsuz acılar çekerken, aynı süreç, iktidar savaşlarını da tırmandırmış ve bölgeyi içinden çıkılmaz bir noktaya getirmiştir.