Bugüne dek pekçok önemli direnişe imza atan Zonguldak maden işçileri, bu kez ölümüne bir direniş sergileyerek Türkiye işçi sınıfı tarihine yeni bir halka eklediler. Çok ağır koşullarda madenin içinde başlattıkları direnişte, önce açlık grevi yaptılar, ardından kendilerini madene kapattılar ve kendi iradeleri dışında madenden çıkışı tümüyle engellediler.
Direniş 11. gününde son buldu, fakat bir yeni bir biçim yaratılmıştı artık. Onu hemen Ermenek maden işçileri izledi. Madencilerin ne kadar zor koşullarda çalıştığı, en son Soma katliamında görülmüştü. Buna bir de aylarca ücretlerin ödenmemesi eklenmiş durumda. Zonguldak-Kilimli’de olduğu gibi, Ermenek maden işçileri de 4 aydır ücret alamadıklarını söylediler. Gerçek anlamda açlığa ve ölüme terkedilen bu işçiler, direnişlerini de ölüm sınırına dayadılar.
Bu eylemler işçilerin içinde bulunduğu durumun korkunçluğunu ve ne denli çaresiz bırakıldığını gösteriyor. Sadece patronlarla değil, onların arkasında duran devlet yetkilileri ve işbirlikçi sendikalarla da savaşmak zorundalar. Karşılarındaki bu devasa güçlere karşı, tek silahları kendi canları. Artık canlarını sürüyorlar direnişlerine. Başka türlü seslerini duyuramıyorlar çünkü.
Bu ölümüne direnişin en önemli talebi, birikmiş ücretlerini alabilmek. Bir de çalışmaya devam etmek. Bırakalım siyasi bir talebi, ekonomik taleplerden bile sözetmek mümkün değil. Vahşi kapitalizm döneminde Lyon işçilerinin direnişlerinin sloganı olan, “ya çalışarak yaşamak, ya da savaşarak ölmek” bugün Türkiye işçi sınıfının bulunduğu durumu resmediyor.
Zonguldak direnişinin gelişimi
Zonguldak’ta dört aydır ücretlerini alamadıkları için açlık grevine başlayan maden işçilerinin eylemi, 29 Mayıs günü, direnişin 11. gününde sona erdi.
Zonguldak’ın Kilimli ilçesinde bulunan Deka Madencilik AŞ ve bu şirkete ait Balçın Madencilik’te çalışan 120 maden işçisi, Ocak ayından itibaren 4 ay boyunca ücret alamadılar. Bu nedenle 4 Nisan günü iş bırakma eylemi yaptılar. Ancak 13 Nisan’da, yöneticileri cemaatçi olduğu gerekçesiyle madene el kondu ve savcılık tarafından maden şirketine kayyum atandı.
Kayyum tarafından tümüyle safdışı bırakılan ve alacakları ödenmeyen 85 işçi, 18 Mayıs günü ocağa inerek açlık grevine başladı.
Bu herhangi bir direniş değildi: Maden işçileri, yerin altına, “ölüme” indiklerini söylediler. Her madenci, çalışmak için madene inerken, belki de bir daha çıkamayacağını, orada ölebileceğini düşünür. Güvenlik önlemlerinin son derece göstermelik ve baştan savma olması, ölümü madencinin “kaderi” haline getirmiştir çünkü. Onlar da bu defa, çalışmak değil kazanmak için ölümün koynuna indiler, ocağın derinliklerine…
Direniş, devletin pervasız tutumuyla karşılandı. Madene atanan kayyum ve Zonguldak Valisi adeta işçilerle alay eden açıklamalar yaptılar. Birikmiş ücretler yerine “Ramazan yardımı” yapmayı teklif ettiler; alacakların sadece 750 TL’sini ödeyeceklerini söylediler; direnişteki işçilere ödeme yapılmayacağını, sadece direnişte olmayanlara para vereceklerini duyurdular vb.
Üstelik, madenin 1 km önüne polis barikatı kuruldu, ailelerin madene yaklaşmasına izin verilmedi; hatta CHP milletvekillerinin madencilere destek verme çabası engellendi. Valilik, işçilere “işgalci” diyerek ve madenin içine şekerli su verilmesini de engelleyerek, saldırıyı bir üst noktaya çıkardı ve direnişi kırmayı hedefledi.
Buna karşın madenci aileleri direnişçileri hiç yalnız bırakmadı. Aileler ve Kilimli halkı, yürüyüşlerle, protesto eylemleriyle direnişçilerin sesi oldular. Kararlı bir direnişin desteksiz kalmayacağı bir kez daha görüldü.
Direnişin gösterdiği bir diğer şey ise, sendikaların rezil durumuydu. GMİS (Genel Maden iş Sendikası) temsilcileri, direnişteki işçilerle doğru düzgün görüşmedi bile. Göstermelik olarak yaptıkları basın açıklamasında, madencilerin konuşmasını engellemeye çalıştılar, “Emniyet Müdürümüz işçilerle irtibat halinde” diyerek, kendi durdukları yeri de belirlemiş oldular.
Ancak maden direnişi karşısındaki duyarsızlık, sadece Türk-iş ve GMİS ile sınırlı değildi. DİSK temsilcileri, Zonguldak’a gelmeye bile gerek görmeden, İstanbul’da “destek açıklaması” yaparak, yasak savdıklarını gösterdiler.
Direnişte yeni bir aşama: Madende işgal
Direnişin kamuoyundaki etkisinin giderek artması üzerine, kayyum heyeti madenin önüne gelerek işçilerle görüşmek istediklerini söyledi. Ancak son derece pervasız bir üslupla konuşarak ve işçilere üsten bakarak “ayağınıza kadar geldik” deyince, işçiler “paranı da al git satılmış köpek” sözleriyle heyeti kovdu.
Bu koşullarda, devletin kendilerine saldıracağını anlayan madenciler, direnişin 9. gününde, göçük yaratarak madenin ağzını kapattılar. Göçüğün arkasında, dışarıyla ilişkinin (bu arada saldırı ihtimalinin de) ortadan kalktığı koşullarda direnişlerini sürdürmeye başladılar. İşçilerin tek iletişim kanalı, havalandırma deliği haline geldi.
Böyle bir direniş, Türkiye işçi sınıfı tarihinde daha önce yaşanmamıştı. Kendisini fabrikaya hapseden, kapıları kaynaklayarak işgal eylemi yapan işçiler daha önce de olmuştu. Ancak böylesine ölümcül riske sahip bir eylem gerçekleşmemişti.
Fabrika işgalleri, eğer kazanım olmazsa, devletin saldırısı ile biter, işçiler polis zoruyla dışarı çıkartılır. Madende yaratılan göçük ise, devletin saldırabileceği tüm koşulları ortadan kaldırmıştı. İşçiler kendi iradeleriyle kazanarak dışarı çıkmadıkları koşulda, polisin onları zorla çıkarması mümkün değildi. İçeride ya açlıktan, ya da madenlerde son derece yaygın nedenlerle (göçük, grizu birikmesi, havasızlık, tahkimatların bakımının yapılmaması vb) ölebilirlerdi.
Soğuk, kedi büyüklüğündeki fareler, tuvalet ihtiyacı başta olmak üzere hiçbir olanağın bulunmaması gibi etkenler de, içerideki direnişi, herhangi bir işgalden çok daha zorlu ve yıpratıcı hale getiriyordu.
Üstelik işçilerin kontrollü olarak yarattığı göçük, her geçen saat kontrolden çıkabilir, toprak kayabilir, dışarıda yağan yağmur, işçilerin tamamen madene gömülmesine neden olabilirdi.
Bu durum, direnişin etkisini bir anda değiştirdi. İşçilerin kararlılığı, devletin geri adım atmasına neden oldu. Valiliğin ve kayyum heyetinin işçilerin karşısına bir kere daha çıkamadığı koşulda, il emniyet müdürü devreye sokuldu. İşçilerin alacaklarının bir kısmının ödenmesi, kalanının ödenme sözü verilmesi üzerine, ocakta bulunan 20 madenci dışarıya çıktı.
Ancak işçilerin tek talebi 4 aylık ücretlerin ödenmesi değil. Yanısıra tazminatlarını almak ve yeniden işbaşı yapmak istiyorlar. İşçiler madenin yönetiminin kendilerine devredilmesi koşulunda kömür çıkarmaya devam edeceklerini söylüyor, ya da başka bir yerde işe alınmalarını istiyorlar. Tazminat konusu yasal sürece bırakılırken, yeniden işbaşı yapma konusunda somut bir ilerleme görünmüyor.
Buna rağmen, işçilerin bu kararlı tutumu, hem devletin taviz vermesine neden oldu, hem de başka bölgelerde ücretlerini alamayan madencilere örnek oluşturdu. Kilimli’nin arkasından, Ermenek’teki madenciler de ocakta direnişe başladılar.
* * *
Kilimli direnişi, maden işçilerinin direnişlerinde, yeni ve çok önemli bir sayfayı açmış oldu. Ve işçilere, devletin saldırılarının bu kadar boyutlu olduğu günümüzde, ekonomik kazanımlar elde etmek için bile, ölümü göze alan direnişler gerektiğini gösterdi.
Ocaktan çıktıktan sonra açıklama yapan işçi temsilcisi Serkan Demir “yeraltı bize paylaşımı, birlikteliği, arkadaşlığı kısacası hayatı öğretti” diyordu. Zindandaki tutsaklar gibi işçiler de onurlu bir yaşam için ölümü göze almak gerektiğini öğreniyor. İşçi sınıfı hareketinde bir eşik daha aşılıyor…