Dünyanın, “cihatçı otobanı” adını taktığı Yeşilköy Havaalanı’nda IŞİD’ci teröristlerin bombalı-silahlı saldırısıyla 45 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı.
Her IŞİD saldırısının ardından “güvenlik zaafiyeti” üzerine tonlarca laf ediliyor. Ve “daha fazla güvenlik” denilerek halk üzerinde baskı, denetim, terör arttırılıyor. Bırakalım havaalanını, Türkiye’nin bütünü boydan boya IŞİD’in otobanı haline gelmişken, hangi “güvenlik”ten bahsediliyor?
MİT, IŞİD’e eleman toplama birimleri kurmuş, binlerce teröristin Suriye’ye gidişine yardımcı olmuş, TIR’larla silah ve mühimmat yollamış, yaralıları tedavi edip yeniden göndermiş, Avrupa’dan Suriye’ye, Suriye’den Avrupa’ya çift yönlü gidiş-dönüşü sağlamış ve böyle bir kurumdan “istihbarat” bekleniyor!
Bu, kurtlara kuzuları teslim etmek, sonra da “neden can güvenliklerini sağlamadın” diye sormak kadar abesle iştigal değil mi?
* * *
AKP’nin dış politikası iflas etmiştir, bunun sonucunda çark etmek zorunda kalmıştır. Fakat halen IŞİD’le mücadele gibi bir derdi yoktur. Devrik başbakan Davutoğlu’nun veciz sözüyle “öfkeli gençler” dedikleri IŞİD ile hem ideolojik, hem de çıkarsal bir birlik kurulmuştur.
Her IŞİD saldırısı sonrasında göstermelik bir-iki operasyon yapılmakta ve çok sınırlı sayıda tutuklananlar, bir süre sonra serbest bırakılmaktadır. Havaalanı saldırısının şüphelisi Hacı Çakayev’in Sultanahmet’teki canlı bomba eyleminden sonra tutuklandığı, yaklaşık 6 ay önce “resen tahliye” edildiği ortaya çıktı. Yani Çakayev’in tahliye talebi olmadan, mahkeme serbest bıraktı!
Hukukçular “resen tahliye”nin iki koşulu olduğunu söylüyorlar. Birincisi, emniyet veya istihbarat birimlerinin, sanığın kendilerinin elemanı olduğuna yönelik mahkemeye yazı göndermesi. İkincisi, sanığın bağlantılarını ortaya çıkarmak için, yine emniyet ve istihbarat birimlerinin talepte bulunması. Her iki durumda da işin gelip dayandığı nokta, emniyet ve istihbarat birimleri oluyor. Böylece Çakayev’in bu birimlerin isteği ile serbest bıraktırıldığı ortaya çıkıyor. IŞİD’le emniyet ve istihbaratın bağlantılı çalıştığının bundan ala kanıtı olabilir mi?
Rusya’dan yapılan açıklamada, “Çakayev’in iadesini FBI’dan istedikleri, ancak olumsuz yanıt aldıkları” belirtiliyor. “Onu bize teslim etmediler ve işte o da İstanbul’u patlattı, bunun sorumlusu kim” diye soruyorlar.
Sorumlusu elbette Ortadoğu’da hegemonya kurmak için IŞİD gibi bir aracı yaratan ABD, onunla birlikte hareket eden emperyalistler; ülkeyi cihatcı teröristlerin “transit merkezi” yapan ve Suriye’ye savaş ihraç eden Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerinin işbirlikçileri ve onların çanak yalayıcıları…
* * *
Her IŞİD saldırısında olduğu gibi bu kez de ölü ve yaralı sayısını azaltarak, “yayın yasağı” getirerek, tepkileri bastırmaya çalıştılar. Önceki patlamalarda “bunlara alışmalıyız” diyen yandaş gazeteciden sonra, bu kez Erdoğan, “bundan sonra da bu tür olaylar olacaktır, ölümler olacaktır” diyerek, katliamları meşrulaştırma görevini üstlendi.
Bununla da kalmadılar, ertesi gün İzmit-Yalova köprüsünün açılışında “bugün bizim bayramımız” diyebildiler. 40’dan fazla ölünün cenazesi bile kalkmamışken “bayram” ilan etmek, halkın acısıyla dalga geçmek değil de nedir?
Onları sadece ve sadece ceplerine girecek milyon dolarlar ilgilendiriyor. “Halka hizmet” diye sunulan köprünün geçiş ücreti şimdilik 25 dolar! Adını “Osmangazi” koydukları köprünün ihalesi, yine “yap-işlet-devret” modeli ve hazine garantisiyle AKP’yi destekleyen şirketlere verildi. Bu şirketler, ceplerinden beş kuruş çıkmadan “devlet garantili ödeme”yle harcadıkları 1 milyar doları, 15 yıl içinde 9 milyarlık kara dönüştürecekler. Bu oranı elde edemezlerse, aradaki fark “hazine”den yani halkın parasından kesilecek.
Özcesi AKP ve yandaşları, halkın sırtından milyon dolarlar kazanmaya devam ediyorlar. Onlar bayram etmesin de kim etsin? Bu arada bombalı saldırılarda yüzlerce insan ölmüş, her köprü yapımında milyonlarca ağaç kesilmiş, doğa tahrip olmuş umurlarında mı?
* * *
İstanbul’da bombaların patladığı gün, yargıda değişiklik TBMM’den geçti. AKP’nin uzunca bir süredir istediği bu değişiklik, böyle bir günde kaşla-göz arasında gerçekleşti.
20 Temmuz’da hayata geçecek bu yasayla birlikte, Yargıtay ve Danıştay’ın daire sayıları ile üye sayıları kademeli olarak düşecek. Ayrıca Yargıtay ve Danıştay üyeliği, Anayasa Mahkemesi’nde olduğu gibi 12 yıl ile sınırlandırılacak.
Bu değişikliklerle AKP yargıda büyük çaplı bir tasfiyeye hazırlanıyor. Daha ilk aşamada 79 Danıştay, 216 Yargıtay üyesi tasfiye edilecek. Atamalarda, mülakat ve yazılı sınavlara, sözlü sınav eklenmesi ve not sistemine geçilmesi ile hakim ve savcılar üzerinde denetimlerini arttırmayı hedefliyorlar. Zaten Cumhurbaşkanı’na Danıştay’ın dörte bir üyesini atama yetkisi getiriliyor. Böylece HSYK ve yüksek yargıyı AKP ve Erdoğan’a bağlamış oluyorlar.
AKP 2007 yılından itibaren yargı üzerinde denetim kurmak için birçok değişiklik yaptı. Demek ki, buna rağmen istediği sonucu alamadı. Peki bundan sonra alabilecek mi?
Bugüne dek attığı her adımda AKP’nin mutlak hakimiyetini kurduğu sanıldı. Ama öyle olmadı. Gerek içte bitmeyen klik çekişmeleri, gerekse toplumsal muhalefet dinamikleri, buna izin vermedi. Bundan sonrasının da hiçbir garantisi yok.
* * *
AKP ve Erdoğan esasında en zayıf dönemini yaşıyor. Dış politikada yaşadıkları iflası, kapı kapı af dileyerek, yeni tavizler vererek kurtarmaya çalışıyorlar. İçte ise daha fazla baskı ve şiddetle ömrünü uzatmaya çabalıyor. İnsanların can güvenliğinin kalmadığı, ölümün artık sıradanlaştığı koşullarda, daha ne kadar ayakta kalabilirler?
Liseliler bile artık isyan ediyor! Tek sorun, her alan ve kesimden yükselen tepkileri, bir kanalda birleştirmek ve net hedeflerle savaştırabilmek. Emperyalist savaşa karşı sınıf savaşını yükselterek devrim ve sosyalizme yöneltmek…
Yüzyıl önce Rosa Lüksemburg’un söylediği gibi, emperyalist-kapitalist sistem insanlığın önünde iki yol koydu: Ya barbarlık içinde yokoluş, ya sosyalizm!