Darbe girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması, darbenin arkasında bulunan güçler hakkında bir kafa karışıklığı yaratmıştır. Arkasında emperyalist güçlerin olmadığı, bir grup subayın kendi başına harekete geçtiği yönündeki düşünceler, ortalıkta rahatça dolanmaktadır.
Mesela Partizan, 17 Temmuz tarihli “Darbenin her türlüsüne karşı direnişe, mücadeleye” başlıklı yazıda şunları söylüyor: “TC tarihi, yığınla deneyimle göstermiştir ki başta ABD emperyalizmi olmak üzere efendilerin desteği ve olurunu almayan bir darbenin sonu, kimi istisnalar dışında girişim olarak kalmaktadır.”
Keza Kızıl Bayrak, 17 Temmuz tarihli “Ne dinci-gerici AKP iktidarı ne de darbe” başlıklı yazıda, benzer bir dilden konuşmaktadır: “Türk ordusu her şeyden önce Amerikancı ve NATO’cu bir ordudur. Çok kısa süre zarfında açığa çıkmıştır ki darbe onların desteği ile yapılmamıştır. ABD ve AB çok net biçimde AKP iktidarına desteklerinin devam ettiğini açıklamışlardır.”
Gerçekte ise, birincisi, bu darbeyi gerçekleştiren Cemaat’in arkasında doğrudan ABD desteği vardır; ikincisi, Türk ordusu, mutlak “Amerikancı” değil, parçalara bölünmüş, farklı emperyalistlerle işbirliği halinde bir ordudur. Tıpkı Türkiye’deki diğer devlet kurumlarının ve işbirlikçi burjuvazinin farklı emperyalistlerle işbirliği içindeki kliklere bölünmüş olması gibi…
ABD darbeyi kınamakta gecikti
Olayların seyrine daha dikkatli bakıldığında, ABD ve AB’nin darbeyi kınamakta geciktiğini görmek zor değildir. Ancak darbenin başarısızlığa ulaştığının belli olduğu aşamada kınama mesajı gelmiş, burada da “aşırı tepki verilmemesi”, “iki tarafın da sağduyulu davranması” gibi, asıl olarak darbecileri korumayı amaçlayan vurgular öne çıkartılmıştır. ABD cephesinden Erdoğan’a tek destek açıklamasının Trump’tan gelmiş olması çarpıcıdır. Bu açıklama, ABD’nin başkan adayının Türkiye ile ilişkileri bozmak istemediğinin ifadesidir.
Emperyalistler arasında darbeyi gerçekten kınayan ve Erdoğan’a destek mesajı veren ilk ülke Rusya’dır.
Darbecilerin gücü, görünenden fazladır
Başlangıçta sokağa çıkan asker sayısının az, kurumları ve noktaları ele geçirmede başarısız olunması, darbenin güçsüz olduğu izlenimi uyandırdı. Günler geçtikçe durumun daha karmaşık olduğu ortaya çıktı.
Birincisi, darbeciler daha ilk anda çok fazla birimde harekete geçmişti. İncirlik Üssü’nden Şırnak’a kadar pek çok askeri üste, darbecilerle birlikte hareket eden komutanlar vardı ve bunlar bütün olanakları seferber etmişti. Başarısız olması bir yana, Erdoğan’ın kaldığı otelin basılmasından Türksat’ın ele geçirilmesine kadar, çok detaylı bir planın hazırlandığı, tüm önemli noktaların hedeflenmiş olduğu sonradan ortaya çıktı.
İkincisi, bugün Erdoğan’ın yanında görünen pek çok rütbeli subayın, darbe başarısız olunca saf değiştirdiği görüldü. Keza, Genelkurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının durumu, halen belirsizliğini koruyor. Genelkurmay ve MİT’in, darbeyi önceden haber almış olmasına rağmen harekete geçmemeleri, Erdoğan’ı uyarmamaları gibi unsurlar, bunlara da şüpheli yaklaşılmasına neden oluyor.
Yanısıra Erdoğan’ın başyaveri, Genelkurmay’ın özel kalemi gibi, en tepedekilerin sağ kolu durumunda olan kişilerin Cemaatçi-darbeci olduğunun ortaya çıkması, darbecilerin gücünü ve ne kadar derinlere kök saldıklarını ifade eden bir başka unsurdur.
Sadece asker ve MİT cephesinden değil, AKP’nin kendi içinden de fireler olduğu açıkça ortadadır. Bugüne kadar Erdoğan’a muhalefetleriyle bilinen Abdullah Gül, Davutoğlu gibileri, darbe başarısız olunca Erdoğan’ın yanında saf tuttular. Bülent Arınç bile “ahmaklık”tan sözetti. Gerçekte her birinin Erdoğan’a karşı olduğu sır değildi ve darbe başarılı olsaydı büyük olasılık farklı davranacaklardı.
Bahçeli bile darbeyi kendisine duyuran askere “biz milletin yanındayız” gibi muğlak ve her yöne çekilebilecek bir cevap vererek, darbeye örtük destek anlamına gelebilecek bir ifade kullanmıştı.
Darbeye katılanların ve darbe karşısında başlangıçta hareketsiz kalanların yekununa bakıldığında, aslında çok güçlü bir altyapı olduğunu görmek zor değil.
Bu şaşırtıcı da değil. ABD’nin bir süredir Erdoğan’dan kurtulmak, yerine başkasını getirmek istediği biliniyor. AKP içinden ve dışından bir çok kesimle bu doğrultuda ilişki kurdu. Erdoğan’ın en yakınındaki kişiler, çeşitli biçimlerde ona karşı muhalefetlerini ortaya koydular. Davutoğlu’nun başkanlık sistemi karşıtı açıklamaları, Hakan Fidan’ın Erdoğan’a rağmen milletvekili olma çabası ilk akla gelenler. AKP içinden bir muhalefetle de, seçimlerle de Erdoğan’ı değiştiremeyen ABD için, darbe dışında bir seçenek kalmamıştı. Ve doğrudan ABD destekli bir darbeye, hem AKP kadrolarının hem de ordu içindeki çok sayıda generalin katılması son derece doğal bir davranıştı. Darbe başarısız olunca Erdoğan’ın yanına geçmiş olmaları, darbeye karşı olduklarını değil, canlarını kurtarmak istediklerini gösteriyor.
Darbe “erken doğum”la sakatlandı
Bu kadar güçlü bir hazırlık olmasına rağmen böylesine büyük bir başarısızlık, yaşanan “erken doğum”dan kaynaklanıyor. Ortaya çıkan belgeler, darbenin önce 20 Temmuz günü hedeflenerek planlandığını, yaşanan sıkışma sonrasında 15 Temmuz gecesine almak zorunda kaldıklarını gösteriyor. Keza, 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece sabaha karşı 3’te başlaması planlanan darbe, bilgi sızması ve teşhir olmaları nedeniyle 15 Temmuz günü saat 20-21 civarında başlamalarını zorunlu kıldı.
Böylesine hızlı bir değişiklik, en başta darbenin iç koordinasyonunu zayıflattı. Aynı anda harekete geçmesi gereken birlikler hazırlanamadı; farklı saatlerde harekete geçilince de, köprünün bir tarafında sıkıyönetim ilan edilirken diğer tarafında trafiğin akmaya devam etmesi gibi absürtlükleri ortaya çıkardı. Erdoğan’ın kaldığı otele müdahalenin de darbeyle aynı anda başlamaması, Erdoğan’ın kaçma ve kendi güçlerini harekete geçirme olanağı bulmasını sağlayınca, darbe baştan sakatlanmış oldu.
Darbenin deşifre olması, bazı subaylarda tedirginlik ve “bekle-gör” tavrı oluşturunca, bir çok noktada darbenin zaafa uğramasına yol açtı. Bazı kesimler ise, bekleyip sonrasında Erdoğan’ın müdahalesi ile birlikte darbe karşıtı saflara hızla geçti.
I. Ordu Komutanı gibi bazıları ise, darbeciler kendilerine konuyu açıp katılmasını istediklerinde, darbeden yana görünüp, hızla darbe karşıtı hareketi örgütlemeye başladılar. Bu da darbecilerin planlarını bozan bir unsur oldu.
Bugüne dek darbelerde, herkes uykudayken darbeciler hakimiyeti sağlıyor, sabah uyanan kitleler ise büyük bir çaresizlikle karşılaşıyordu. Darbe akşam saatlerinde gerçekleşince, hem zaten sokakta olan kitlenin tepkisiyle karşılaştı, hem de Erdoğan’ın paramiliter güçlerini harekete geçirme zamanı ve olanağı oldu.
Osmanlı Ocakları’ndan IŞİD çetelerine, AKP gençlik kollarından SADAT gibi kontra eğitim merkezlerine kadar bir çok kurum, sivil giyimli paramiliter güçlerini sokağa döktü. Boğaz Köprüsü, havaalanı gibi noktalarda askere ilk müdahale bu kesimler tarafından gerçekleştirildi. Az sayıda askerin silahlı gücü ve yarattığı terör-korku havasıyla darbe başarmaya alışkın olan darbeci ordu, sayıca kalabalık ve silahlı-palalı bir güruhla karşılaşınca yerle bir oldu.
Darbe bekleniyordu
Son iki aydır ABD basınında bir çok defa, Türkiye’de Erdoğan’a karşı bir darbe yapılacağı yönünde haberler çıkıyordu. Bu haberler, darbeyi deşifre etmekten çok, Erdoğan’a uyarı niteliği taşıyordu. Erdoğan da bu uyarılara karşılık, darbe olasılığına karşı kendi paramiliter güçlerini hazırladı ve Rusya ile ilişkilere hız kazandırdı. Darbeyi püskürtmesini sağlayan da bu iki unsur oldu.
Erdoğan, son dönemde Cemaatçilere dönük baskısını artırmıştı. Bir çok kurumda zaten tasfiyeler gerçekleştirilmişti. Ağustos ayında yapılacak olan YAŞ (Yüksek Askeri Şura) toplantısında, Cemaatçi olduğu bilinen subayların tasfiyesi de başlayacaktı. 2003 yılından bu yana, dinci-şeriatçı subayların tasfiyesi Erdoğan tarafından durduruluyordu. Bu sayede Cemaatçiler en üst noktalara kadar kök salabilmişti. Bu yılki YAŞ’ta ise, Cemaatçilerin ordudan tasfiyesi gerçekleştirilecekti.
YAŞ öncesinde İzmir’de askere yönelik Cemaat operasyonu başlatılacağı haberleri de bu arada duyuldu. Hazırlıklar yapılmış, askere dönük operasyonlara başlama kararı alınmıştı. Cemaatçiler için artık darbe bir ölüm-kalım meselesi oldu. Darbe hazırlıkları tamamlanmamış olduğu için başarısız olma ihtimali vardı; ancak İzmir operasyonu ve YAŞ tasfiyeleri zaten Cemaati yerle bir edecekti.
Cemaate yönelik darbe, ordu içindeki Amerikancı subayların tasfiyesi anlamına geliyordu. Bu koşullarda, darbe ABD için de bir varlık-yokluk sorununa dönüşmüştü. Darbe kaçınılmaz hale geldi.
Avrasyacı kliğin rolü
Dergimizin darbeden iki gün önce (13 Temmuz’da) baskıya giren son sayısında, Rusya ile Erdoğan’ın bir yakınlaşma içinde olduğunu, buna da Doğu Perinçek-Aydınlık çevresinin aracılık ettiğini yazmıştık. Erdoğan’ın hem kitleler nezdinde, hem de Suriye savaşı üzerinden ABD nezdinde iyice prestij kaybettiğini, yıprandığını, bu koşullarda Rusya ile kurduğu ilişkinin ona yeni bir soluklanma olanağı yarattığını söyledik. Yazımızda, işbirlikçi-hain Doğu Perinçek ve çevresinin bu yaptığının, Erdoğan’ı yeniden güçlendirmek ve ömrünü uzatmak anlamına geldiğini de vurgulamıştık.
Darbe sırasında yaşananlar, bu vurguların ne kadar doğru olduğunu kanıtladı.
Erdoğan’ı bir taraftan darbe olasılığına karşı hazırlamış olduğu kendi paramiliter kuvvetleri, diğer taraftan ordu içinde hala varlığını sürdüren Avrasyacı subaylar kurtardı.
Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk davalarıyla yargılanan bu subaylar, sonrasında tahliye olmuş ve kimileri milyon liralara varan miktarlarda tazminatlar almış, bir kısmı da orduya geri dönmüştü. Bu operasyonların yaşandığı dönemde (2007-2011) tasfiye edilenlerin Avrasyacı (Rusya ve Çin ile ilişkileri güçlendirmeyi savunan) subaylar olduğuna, böylece AKP’nin Cemaatçi-ABD’ci subaylara yol açtığına dair birçok yazı yazmıştık, arşivlerimizde bulunuyor bu yazılar.
İçlerinden göreve dönen subaylar, bulundukları birliklerde, darbenin başarıya ulaşmaması için cansiperane savaştılar. Göreve geri dönemeyenler bile, silahlarını alıp sokağa çıkarak paramiliter kitlelere önderlik edip, hareketlerine yön verdiklerini övünerek anlattılar. Ve bir çok kritik noktada, Avrasyacı subayların darbenin kaderini belirlemiş olduğu, sonradan ortaya çıktı.
Darbe başladığı andan itibaren Vatan Partisi’nin, Ulusal Kanal’ın ve Aydınlık gazetesinin izlediği çizgiye bakmak, darbenin bastırılmasında ne kadar önemli bir rol üstlendiklerini, hatta kimi zaman akıl hocalığı yaptıklarını (mesela darbenin ilk dakikalarından itibaren Ulusal Kanal’da “Erdoğan koruma altına alınsın”, “Erdoğan televizyonlara çıkıp çağrı yapsın” vb çağrılar yapıldı) göstermeye yeter.
Cemaatçi subayların temizlenmesinin ardından, Ergenekoncu subayların yeniden göreve çağrılacağının söylenmesi de bu çabanın ödüllerinden biridir.
Darbenin nedeni Suriye savaşıdır
Erdoğan’ın yıpranmaya başladığı süreç, Gezi direnişine kadar uzanmaktadır. Protesto eden kitlelere karşı aşırı şiddet uygulanması, onca kişinin ölümüne ve ağır yaralanmalara yolaçması, Erdoğan’a karşı hoşnutsuzluğunun derinleşmesine neden oldu. ABD-Cemaat destekli 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları bu koşullarda yapıldı. Ve Cemaatle AKP’nin ayrışması da bu süreçte başladı.
Suriye savaşında ABD bir taraftan AKP’ye ve onun yetiştirdiği IŞİD çetelerine ihtiyaç duyuyor, diğer taraftan kontrol dışına çıkan tavırlarından rahatsız oluyordu.
En büyük rahatsızlık, Suriye’de Kürt hareketinin ABD ile olan ittifakına yönelik Erdoğan’ın muhalefeti ve buna paralel olarak bir yıldır Kürt kentlerinde yürütülen kuralsız imha savaşıydı.
2015 Kasım ayına kadar ABD ile AKP arasındaki ilişki, bir taraftan biriken rahatsızlıklar, diğer taraftan savaşta aynı safta olmanın zorunlulukları arasında yürütüldü.
24 Kasım 2015’te Rus uçağı düşürüldükten sonra, Erdoğan birçok noktadan sıkışma yaşamaya başladı.En başta Rusya’nın hışmıyla karşı karşıya kalmış, bunun ülke ekonomisine yansıyan yönleri, ekonomik krizi derinleştirmiş ve kitlelerin hükümete tepkisini büyütmüştü. İkincisi, Libya’dan Suriye’ye kadar Müslüman ülkelere ilişkin politikalarının hepsinde çuvallamıştı. Üçüncüsü, IŞİD’e verdiği destek, dünya halklarında bir öfke ve nefrete dönüşmüş, İngiltere’de Cameron’un “Türkiye AB’ye asla giremez” sözlerinde somutlanan bir dışlanma, artık gözlerden gizlenemez hale gelmiştir. Dördüncüsü, hem Kürt kentlerinde estirdiği terör, hem de Suriye’de kantonların birleştirilmesi ve bir “Kürt koridoru” oluşturulmasına dönük engelleri, ABD’nin Suriye’deki hedeflerini zaafa uğratan bir noktaya getirmişti.
ABD açısından Suriye savaşında başarı, IŞİD’in varlığını sürdürmesine ve Kürt hareketinin ABD’nin hedefleri doğrultusunda savaşmasına bağlıdır. Türkiye’nin Suriye politikasında ise, Kürtlere yaşam hakkı tanımama öne çıkmaktadır. Kürt kentlerinde estirilen terör de bunun bir parçasıdır.
Bu koşullarda ABD’nin Erdoğan’a karşı mesafesi ve çözüm arayışları artarken, Doğu Perinçek’in girişimleriyle Erdoğan’ın Rusya ile ilişkisine hız verildi. Mart ayından beri süren gizli görüşmelerin ardından, Haziran ayı sonunda Erdoğan Rusya’dan özür ve af diledi. Ardından Rusya’yı temsilen Putin’in başdanışmanı Alexandr Dugin Türkiye’ye geldi. 15 Temmuz günü, Dugin Türkiye’den ayrılmak üzereyken, darbe de başlamıştı.
Darbe halka karşıdır
15 Temmuz’da yapılan askeri darbe de, sonrasında meydanlarla doldurulan paramiliter güçler ve ilan edilen OHAL ile güçlendirilen sivil darbe de, halka karşıdır, işçi ve emekçi kitleleri baskı altına almak içindir.
İşçi direnişlerine dönük saldırılar, gözaltı süresinin 12 Eylül’de olduğu gibi bir aya çıkarılması, KESK üyesi kamu çalışanlarının da bu tasfiye dalgasında görevden uzaklaştırılmaları, ilk ortaya çıkan görüntülerdir.
Keza ağzından kan damlayan Aydınlık çevresi, darbeci komutanların Kürt kentlerinde yürütülen saldırıları bilerek zaafa uğrattıklarını; zamana yayarak asker cenazelerinin artmasına neden olduğunu; darbe sonrasında yeni görevlendirmelerle Kürt kentlerinin hızla yerle bir edilmesi gerektiğini, büyük bir pervasızlık ve saldırganlıkla söylemeye başlamışlardır.
Erdoğan, darbeyi püskürtmüş olmanın özgüveni ile hareket etmekte ve saldırganlığını artırmayı hedeflemektedir.
Ancak iki önemli nokta gözden kaçırılmamalıdır. Birincisi, darbeyi püskürtmek Erdoğan’ın siyasal gücünü artırmış olmakla birlikte, altı boştur. En yakınına, en üst rütbelere kadar sızan Cemaatçileri ve darbeye katıldığı henüz kesinleşmese de şaibeli duruma düşen generalleri, AKP yöneticilerini, MİT başkanını gördükten sonra, Erdoğan her kesime karşı büyük bir güvensizlik içindedir. İkinci bir darbe beklentisinin nedeni bu güvensizliktir.
İkincisi sokağa çıkan “halk” görünümlü paramiliter güçler, kendi tabanının sokağa çıkmasının ve darbeye direnmesinin meşruiyetini oluşturmuştur. Bugün sokakları boşaltmayarak kendisine dönük ikinci bir darbeyi engellemeye çalışmaktadır, ancak sokakların meşruiyetinin artması, kendisini vuran bir unsura dönüşecektir. 24 Temmuz CHP mitinginin Taksim’de yapılmasını engelleyememesi, ilk sonuçlardan biridir.
Darbeye ve darbenin bütün uygulamalarına karşı direnmenin en meşru olduğu koşullardayız. Bu durumu iyi değerlendirmek gerekir. En önemli unsur, her kesimin kendi alanını savunmasıdır. Semtlerde paramiliter güçlerin gövde gösterisi yapmasına izin vermeyen devrimci-demokrat kesimler, zaten bu yolu açmıştır.