Bir ABD darbesi: 12 EYLÜL

kenan-evren-ABD-bayragi

“Bütün “dün”ler, “bugün”leri aydınlatan fenerlerdir.”

Shakespeare

15 Temmuz darbe girişimi, Türkiye’de askeri darbeleri ve bu darbelerin arkasında yeralan emperyalist güçleri, bir kez daha gündemin baş sırasına oturttu.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne, yedi darbe ve onlarca darbe girişiminin yaşandığı saptanmış durumda. Dolayısıyla ortalama 10 yılda bir askeri darbe veya müdahalelerle karşı karşıya kalındı. Ve bunların hepsinin arkasında ABD’nin olduğu ortaya çıktı.

12 Eylül askeri faşist darbesi, bunlar içinde en açık ve en etkili olanıdır. Bugün hala 12 Eylül anayasası hüküm sürmekte, kurumları, kanunları, en önemlisi zihniyeti devam etmektedir.

12 Eylül darbesinin 36. yıldönümünde, 12 Eylül’e götüren süreci, 12 Eylül’le birlikte yaşananları hatırlamak, 15 Temmuz darbe girişimini ve arkasında duran güçleri görebilmek açısından da son derece öğretici olacaktır. Bu yanıyla 12 Eylül’ün analizi, bugün çok daha güncel, somut ve önemlidir.

 

12 Eylül, ABD’nin çıkarları için gerçekleşti

12 Eylül’ün arkasında ABD’nin yeraldığı bugün tüm çıplaklığı ile bilinmektedir. 12 Eylül sabahı ABD yetkililerinin “bizim oğlanlar başardı” sözü, bugünlerde de sıkça hatırlanan adeta bir klişe oldu. Zaten CIA’nin 20-30 yıllık belgelerini ifşa etme geleneği üzerine, bunun belgeleri de 2012’de yayınlandı.

12 Eylül askeri faşist cuntanın tezgahlanmasının ardında nelerin yattığını görebilmek için, o dönem bölgemizde ve ülkemizde yaşananları iyi bilmek; aynı zamanda her askeri darbenin emperyalist güçlerle ve sermaye çevreleriyle doğrudan bağlantılı olduğu gerçeğini hep akılda tutmak gerekiyor.

Bilindiği gibi Ortadoğu, yüzyıllardır sömürgeci güçlerin hegemonya mücadelesinin odak noktası olmuştur. İkinci emperyalist savaş sonrası ise, ABD başta olmak üzere emperyalistler arasında enerji kaynaklarına ve yollarına hakim olmak için süren kıyasıya mücadelenin alanı haline geldi. Bu da emperyalist tekellerin (silah ve enerji başta olmak üzere) azami karlarını sağlayabilmenin doğal bir sonucuydu.

1979 yılında İran’da faşist Şah rejiminin yıkılması, ABD emperyalizminin bölgedeki hakimiyetine ağır bir darbe indirdi. Faşist Şah rejiminin yıkılması ile ABD, İran’daki çıkarlarının yanısıra, Ortadoğu’da en önemli jandarmalarından birini kaybetmiş oldu. Diğer “jandarması” Türkiye ise, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumsal muhalefetin yükseliye geçtiği en kritik günlerini yaşıyordu. İşçi direnişleri ile burjuvazi sıkışmış, devlet kurumları kendi içinde çatırdamış, çelişkiler derinleşmişti. Hükümetler dayanmamakta, cumhurbaşkanı bile seçilememekteydi.

Mücadelenin bu düzeyi ve yaşanan çok yönlü kriz, ülke içindeki egemenleri olduğu kadar ABD’nin çıkarlarını da tehdit etmekteydi.

ABD, İran’dan sonra Ortadoğu’da önemli bir mevzisini daha kaybetmek istemiyordu. Bölgede anti-emperyalist mücadelenin gelişmesi, ABD’nin siyasi, ekonomik, askeri vb. çıkarlarının korunmasını güçleştiriyordu. Böyle bir durumda Ortadoğu’daki hegemonyası büyük ölçüde sarsılacak, dolayısıyla ABD tekellerinin ve işbirlikçilerinin çıkarları zarar görecekti.

Bu tekellerin çıkarlarını korumak için Türkiye’ye “24 Ocak Kararları” dayatılmıştı, fakat bunu uygulamaya sokacak koşullar sağlanamamıştı. Ne ortalığa saldıkları sivil faşistler, ne de sıkıyönetim, fayda etmedi. Son çare olarak askeri faşist darbeye başvurdular.

Dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı, darbeden iki gün önce ABD’deydi ve son rötuşlar orada yapıldı. Darbenin şefi Kenan Evren, daha ilk konuşmasında emperyalist ülkelerle gerçekleştirilen tüm anlaşmalara uyulacağını belirtti. Önceki askeri darbelerde olduğu gibi NATO’ya, ABD emperyalistleriyle yapılan ikili anlaşmalara sadakat yemini yaptı.

Mehmet Ali Birand’ın “12 Eylül Saat 04.00” isimli kitabında, 12 Eylül’ün önceden ABD ve AB emperyalistleri tarafından bilindiği ve bizzat ABD tarafından tezgahlandığı şu bilgilerle aktarılıyor:

“Gazeteciler öğleden beri -11 Eylül 1980 öğlesi yn.- bu konuyu sorar olmuşlardı. Özellikle Brüksel ve Bonn’dan bazı gazeteciler ‘bugün sizde darbe oluyormuş’ deyip sorular soruyorlardı. Nereden, nasıl böyle bir haber almışlardı bilinmiyordu. Dış dünya sanki Türkiye’de olanları daha iyi izliyordu.”

“Başkan Carter, Kennedy Center’da ‘Damdaki Kemancı Müzikali’ni seyrediyordu. Locasının hemen dışındaki telefonu sinyal verdi. Beyaz Saray santrali Dışişleri Bakanı Muskie’nin görüşmek istediğini söyledi. Başkan telefona geldi: Türk ordusunun komuta heyeti Ankara’da yönetime el koydu. Herhangi bir kuşkuya veya kaygıya gerek yok. Müdahale etmesi gerekenler etti.”

 

Darbelerin ilk hedefi,

işçi ve emekçilerdir

12 Eylül faşist cuntasının yönetim aygıtı “Milli Güvenlik Konseyi”nin 1 numaralı bildirisinde, amaçları iki cümle ile özetlenmiştir: “Muhtemel bir iç savaşı önlemek”, “demokratik düzeninin işlemesine engel olan sebepleri ortadan kaldırmak”…12-eylulde-MGK-karari-ile-isbasi

“Muhtemel bir iç savaşı önlemek”le kastedilen, yükselen sınıf mücadelesini, halk hareketini bastırmaktı. Bu da faşist baskı ve zorbalığı arttırmak, kitlesel işkence ve zindan demekti. “Demokratik düzenin işlemesi” ise, burjuvazinin işçi ve emekçileri iliklerine dek sömürebilme yolunun açılmasıydı. İMF’nin dayattığı ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin de gönülden desteklediği 24 Ocak Kararları’nın yaşama geçmesiydi. Dönemin TİSK (Türkiye İşverenler Sendikaları Konfederasyonu) Başkanı Halit Narin, 12 Eylül’ün hemen ardından “bugüne dek işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” diyecekti.

Sonraki uygulamaları bu doğrultuda oldu. İşçi ve emekçiler o güne dek görülmemiş bir ekonomik, siyasi, sosyal saldırıyla karşılaştılar. Demirel hükümeti döneminde alınan 24 Ocak Kararları, cuntanın da ekonomi politikasının temelini oluşturdu. Bunun için ücretlerin, maaşların, taban fiyatlarının düşürülmesi, orta ve küçük işletmelerin iflası gerekiyordu.

“12 Eylül olmasa, bu ekonomik programın neticesini alamazdık” demiştir, cuntanın başbakan yardımcısı ve 24 Ocak Kararları’nın baş uygulayıcısı Turgut Özal… 12 Eylül’ün arka planında, siyasi olarak yükselen devrim tehdidini bastırmak ve ABD’nin Ortadoğu’da çıkarlarını korumak varken, ekonomik olarak da 24 Ocak Kararları’nı yaşama geçirebilmek, yani emperyalist ve işbirlikçi tekellerin azami karlarını yükseltmek vardır.

12 Eylül sonrasında işçi sınıfı derin bir yoksulluk ve sefaletin içine itildi, tüm sendikal ve siyasal hakları gaspedildi. Faşist “tek sendika” uygulamasına geçildi. Sendika ağalarıyla kol-kola, işçi haklarına azgınca saldırdılar. Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide, cuntanın “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı” oldu. Onun bakanlığı döneminde SSK yasasında yapılan değişikliklerle, işçilerin daha çok prim ödemesi, tedavi ve ilaç ücretleri ödemeleri, emekli maaşlarının düşürülmesi, emeklilerden prim alınması vb. başladı. Yıllık ikramiyeler yok denecek kadar azalırken, ücretli izinler de 30 günle sınırlandırıldı. Kıdem tazminatına taban sınırı kondu ve istifa halinde kıdem tazminatı ödenmemesi getirildi.

Grev yapmanın yasak olduğu iş kollarına yenileri eklendi. “Greve katılmayan işçiler işyerine giriş çıkış sırasında engellenmeyecek”, “işveren grev sırasında stoklarını dışarı çıkarabilecek ve içeri hammadde sokabilecektir” denilerek, grev kırıcılığı yasallaştırıldı. Hak grevi yasaklandı. Buna karşın lokavt, anayasal bir hak haline getirildi.

Bir düdük çalınacak denilmişti

Bir düdük

Üfürüğü New York’ta, Washington’da

Sesi kulaklarımızda bir düdük

Nice güller solacak denilmişti

Nice güller

Kökleri her yerinde dünyanın

Yaprakları bağrımızda nice güller

Ve doğacak olan gün

Daha doğmadan kararacak denilmişti

Hepsi gerçekleşti bir yıldırımla

Bir şey kaldı unutulan

Solan güllerin kökleri yine toprakta

Yine dimdik ve tomurcuğa durmakta

Belki yorgun

Belki yenik

Belki yaralı

Bitmedi daha sürüyor o kavga

Ve sürecek

Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek…

Adnan Yücel


Toplu sözleşme kaldırıldı. YHK(Yüksek Hakem Kurulu) adında işçi-işveren-devlet temsilcilerinden oluşan bir kurul oluşturuldu ve TİS’ler bu kuruma havale edildi. Enflasyon, gerçekte olduğundan çok daha düşük gösterilerek, sözleşmeler bunun da altında gerçekleştirildi. Fiyatlar ise serbestti. Bu durumda gerçek işçi ücretlerinde büyük bir düşüş yaşandı. İşçi sınıfının hayat seviyesi 10 kat geriye gitti, işçi ücretleri 1963 yılının bile altına düştü. Büyük tekellerin karları ise, yüzde100’den aşağıya düşmüyor, hatta bazılarının yüzde 300-400’e çıkıyordu. 

12 Eylül faşizmi yoksul köylülere ve küçük üreticilere de ağır darbeler indirdi. Başta düşük taban fiyatları politikası olmak üzere, vergi yasası, tarım ilaçlarına, tohumluk ve yemlere, akaryakıta ve diğer tüketim mallarına getirdiği zamlarla, milyonlarcasını tarlasını ipotek ettirmeye, malını tüccara taban fiyatının altında kaptırmaya itti. Bu şekilde büyük toprak sahiplerinin egemenliklerini güçlendirdi, emperyalist ve işbirlikçi tarım tekellerinin önünü düzledi.İzlenen ekonomi politikanın diğer bir sonucu da, işsizler ordusunun safına yüzbinlerce işsizin katılması oldu. 12 Eylül sonrasında başta önder işçiler olmak üzere, yüzbinlerce işçi sokağa atıldı. Sadece işçiler değil, anti-faşist memurlar da işyerlerinden atıldılar, sürgüne gönderildiler. Keza faşist 12 Eylül anayasası ile memurların sendikalaşma hakkı ve siyasi faaliyetlerde bulunmaları yasaklandı.

* * *

Kısacası 12 Eylül cuntası, başta işçi sınıfı olmak üzere, emekçi memurlara, yoksul köylülere, küçük üreticilere, yani emeği geçinen insanlara, halka karşı büyük bir saldırı gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla emperyalist tekellerin ve işbirlikçilerinin azami karlarını arttırmış, TİSK Başkanı’nın söylediği gibi, onların yüzünü güldürmüştür.

Sadece bu gerçek bile, 12 Eylül başta olmak üzere askeri darbelerin arkasında hangi güçlerin olduğunu görmeye yeter.

15 Temmuz darbe girişimine de bu perspektifle bakmak, arkasında duran emperyalist gücü ve tekelleri iyi tahlil etmek gerekir.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …