Kolombiya’da “barış” kimin barışı?

FARC-ELN

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ile Kolombiya hükümeti arasında 25 Eylül 2016 tarihinde yapılan anlaşma ile silahlı savaşın sona erdiği açıklandı. Anlaşma, 2 Ekim’de referanduma sunulacak, kabulü durumda, yürürlüğe girecek. Kamuoyu buna göre hazırlanmış zaten, yüzde 65 destek olduğu söyleniyor.

Bu gelişme, sansasyonel bir şekilde dünyaya duyuruldu. Öyle ki, anlaşmanın gerçekleştiği toplantıda tüm tarafların beyaz gömlek giymesi, yakalarına güvercin rozeti takmaları gibi ritüellerden, imzalanan kalemin kurşundan yapılmasına kadar, her şey önceden düşünülmüş ve adeta bir şov haline getirilmişti. Tabi ki, tüm bu gösteriler, sadece Kolombiya halkının değil, benzer sorunları yaşayan tüm halkların gözlerini boyamak için yapılıyordu. İzlenmesi gereken yegane yol, güzel bir “örnek” olarak ambalajlanıyor; böylece içeriğine dair her şey, yani gerçekler gözlerden kaçırılmış oluyor.

Yakın bir zamana kadar “çözüm süreci” adı altında benzer bir “barış” havasının estiği ülkemizde de, Kolombiya’nın geldiği nokta büyük bir “başarı” olarak gösterildi. Yeniden “çözüm süreci”ne dönülmesi üzerine konuşmalar arttı. Başta HDP olmak üzere birçok kesimden “darısı başımıza” temennileri yapıldı.

Kolombiya’da gerçekleşen “barış”, gösterilmek istendiği gibi, gerçekten sevinilmesi, taktir edilmesi ve “darısı başımıza” bir gelişme midir? Ezilen halklara, sömürülenlere huzur ve mutluluk mu getiriyor? Eğer öyleyse ABD, “Kolombiya Planı” adı altında bu projeye 10 milyon doları aşkın bir parayı neden harcadı? Başta Obama olmak üzere emperyalist devletlerin başkanları, bu anlaşmayı kutlama yarışına neden girdiler? Onları bu kadar sevindiren bir anlaşma, nasıl halkların lehine olabilir?

Ya da anlaşmaya imza atan FARC yetkilisinin dediği gibi, (tüm “barış” görüşmelerinde söylenen) “kazananı-kaybedeni olmayan bir anlaşma” mıdır?  

Bu ve benzeri birçok sorulara yanıt bulabilmek için, gösterilenin ötesinde, arka planda neler olduğuna bakmak gerekiyor. Anlaşmanın içeriğine, “barış” görüşmelerinin evrimine, sadece Kolombiya’da değil, başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada ‘90’lardan bu yana gerçekleşen “barış” anlaşmalarının sonuçlarına kısaca göz atmak bile, tablonun gerçek yüzünü görmeye yeter.

 

Kolombiya ve FARC’a dair bazı gerçekler

“Barış” anlaşmasının ardından, silahlı savaşın 52 yıldır sürdüğü, 220 bin insanın öldüğü, 7 milyon insanın zorla göç ettirildiği, 45 bin kişinin kaybedildiği, medyada yer aldı.FARC

Bu kadar uzun süren ve böylesi büyük kayıplara yol açan bir savaş, neden ve nasıl başladı? FARC denilen bu örgüt, nasıl doğdu ve bu kadar uzun süre ayakta kalabildi? Bunlara ya hiç değinilmiyor, ya da bilinçli şekilde çarpıtılıyor.

Kolombiya, ABD’nin “arka bahçesi” olarak anılan bir Latin Amerika ülkesi. Coğrafi olarak hem Atlantik, hem Pasifik Okyanusu’na komşu olması, ona stratejik bir önem kazandırıyor. ABD’nin kara, hava, denizde 10 askeri üssünün bulunduğu bir yarı-sömürge. ABD tarafından Güney Amerika ülkelerine karşı “jandarma” olarak kullanılıyor. CIA ve Pentagon, her yıl Kolombiya’ya devasa askeri, finansal destek sunarak, kirli savaşa asker ve polis yetiştiriyor. Ayrıca en çok uyuşturucu üretimi ve ticaretiyle öne çıkan bir ülke. Zaten “barış” görüşmelerinde “uyuşturucu ekimi ve ticareti” önemli bir yer tutuyor. Nüfusun büyük çoğunluğu And Dağları’nın eteklerinde yaşıyor. Yoksulluk ve işsizlik devasa boyutlarda.

FARC’ın doğuşu ve bu kadar güçlenmesi, işte bu sosyo-ekonomik koşullardan kaynaklanıyor. Tarihsel olarak FARC’ın kökeni 1948’e dayanıyor. Bir halk önderinin, suikast sonucu öldürülmesi, böyle büyük bir örgütün doğuşunu tetiklemiş. Özellikle kırsal kesimlerden büyük bir destek ve katılım görmüşler. Devrim ve sosyalizm hedefiyle, emperyalist bağımlılığa, sömürüye, yoksulluğa, devlet terörüne karşı mücadeleyi yükseltmişler. ABD destekli paramiliter gruplar ve devletin silahlı güçlerinin saldırıları üzerine, 1964 yılında FARC ile Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) gerilla savaşını başlatmış.

Bu savaşta 220 bin insanın öldürüldüğü söyleniyor ve sanki bunun sorumlusu bu örgütlermiş gibi gösteriliyor. Oysa resmi raporlara göre, 220 bin kişinin çoğu, resmi paramiliter grupların cinayetleri ile öldürülmüş. Keza bugün “barış” anlaşmasını imzalayan Kolombiya Devlet Başkanı Santos, bir önceki hükümetin “Savunma Bakanı” olarak pek çok katliamın sorumlusu bir katil. Şimdi “Nobel barış ödülü”ne aday olacağı söyleniyor.

Halkı ve kendilerine yönelik saldırıları püskürtmek için silaha sarılmak zorunda kalan örgütlerle, tepeden tırnağa silahlı ve her tür olanağa sahip paramiliter güçler, devletin polisi-ordusu, aynı oranda “suçlu” gösteriliyor. “Barış” görüşmeleriyle yapılan, en hafifinden budur: Devleti aklamak, işçi ve emekçileri, ezilen halkları ve onların çıkarları için mücadele edenleri suçlamak!

Elbette buna tepki gösterenler de oluyor. Kolombiya’nın ikinci büyük gerilla örgütü Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN) yaptığı açıklamada, “FARC silahlı mücadeleyi bırakarak yasal siyasi bir parti olmayı kabul etti ve Kolombiya devletinin kirli savaşını ve devlet terörünü akladı. Bu anlaşma; toplumsal adaletsizlik, eşitsizlik ve dışlanma sonucu, milyonlarca insanın ezilmesi ve sömürülmesine neden olan sisteme karşı isyanın, siyasi doğasının Kolombiya devleti tarafından gizlenmesine hizmet etmektedir” dedi.

ELN bu noktada doğru şeyler söylemekle birlikte, “kendisi ile yürütülmesi planlanan barış görüşmelerinin başlanmamasını” sorun etmesi, onun da bu “eğik düzlem”e girdiğini gösteriyor. Muhalefeti, buna tepkiden kaynaklanıyor olabilir; ya da uzlaşmacılığı henüz işbirlikçiliğe evrilmemiş olabilir. Her halükarda “barış” anlaşmasını desteklemeyen devrimci-demokrat grupların varlığı önemlidir. Sonrasında yaşanacak olanları bir nebze olsun frenleyebilmek bile, bu grupların tutumuna bağlı olacaktır.

 

“Barış” görüşmelerinin tarihi

Kolombiya’da “barış” görüşmeleri yeni başlamış değil. ‘90’lardan bu yana başlayıp biten uzun bir dönemdir sürüyor. Ve bu dönem boyunca, eskisinden çok daha şiddetli saldırılar yaşanıyor; gerilla kampları basılıyor, komutanları katlediliyor. Kasım 2011’de FARC’ın en kıdemli komutanı ve teorisyeni Alfonso Cano, devlet tarafından katledildi. Şimdi “barış güvercini” olarak sunulan Santos, bu cinayeti sevinçle karşılamış, “FARC’ın artık bittiği, silahlarını bırakıp dağılmaları” gerektiğini söylemişti. Ve bu cinayet, bugünkü barış görüşmelerine başlamadan bir yıl önce gerçekleşti. “Barış”ın yolları işte böyle döşendi…

‘90’lar, sadece Kolombiya’da değil, başta Latin Amerika olmak üzere tüm dünyada bu yönde girişimlerin başladığı yıllardır. Silahlı mücadele veren örgütler, “siyasi çözüm”, “diyalog” adı altında düzen-içine çekilmiştir. Bir yandan en vahşi saldırılar yapılırken, bir yandan “demokrasi”, “barış”, “çözüm” denilerek kitleler kandırılmış, silahlı örgütler adım adım tasfiye edilmiştir. Güney Afrika’dan Filistin’e, hatta Türkiye’ye kadar bunu görebiliriz.

Nikaragua’dan El Salvador’a kadar pek çok Latin ülkesinde, gerilla hareketleri bu şekilde yok edildi. Bu örgütlerin birçok yöneticisi, parlamento koltuklarına gömüldüler. İçlerinde devlet başkanı, CIA danışmanı olanları bile çıktı. Şimdi Kolombiya’yı da aynı yola sokuyorlar. Bu yolun sonunu görmek için El Salvador’a bakılmalıdır. Son derece çarpıcı ve ibretlik bir numunedir El Salvador.

Latin Amerika üzerine çalışmalarıyla bilinen James Petras’ın 29 Temmuz 2013 tarihinde kaleme aldığı “Kolombiya’da FARC için El Salvador dersleri” başlıklı yazısı, gerçekten önemli dersler içeriyor. Ama yalnız Kolombiya ve FARC için değil, Türkiye dahil bu kulvara sokulan pek çokları için…

El Salvador’da 1980 yılında kendilerini anti-emperyalist ve sosyalist gören dört gerilla grubu Ulusal Kurtuluş Cephesi FMLN adı altında birleşiyorlar. Bu gruplar, iki yıl sonra sosyalizm hedeflerini rafa kaldırıyor ve “ilerici modern burjuvazi”yi içine alan bir “demokratik devrim” programını benimsiyorlar. Ardından seçimlere girmek, yasalaşmak, ön şartsız müzakerelere başlamak gibi konular konuşulmaya başlanıyor. Bir süre sonra da devletle “masa”ya oturuluyor. “Ordunun dağıtılması, önde gelen mali, bankacılık, ticari, madenciliğe ilişkin gelirlere el konulması” gibi taleplerinden, görüşmelerin ilerleyen günlerinde vazgeçiyorlar. Savaş suçlarını (75 binin üzerindeki kitlesel katliamlar) araştıracak bir “hakikatler komisyonu”na razı geliyorlar.

1992’de “barış” anlaşması imzalandıktan sonra, böyle bir komisyon oluşuyor, ancak katiller yargılanmak yerine affediliyor. Korkunç cinayetleri işleyenler dahil, tek kişi bile hapse atılmıyor. Bununla da kalmıyorlar tabii ki. 1980-90 yılları arasında ayaklanma ile elde edilen kazanımlar bir bir yok ediliyor. Örneğin köylülerin toprak reformu, kamu çalışanlarının artan maaşları geri alınıyor. Kitlelerin buna karşı tepkileri, parlamentoda bir güç haline gelen FMLN’yi ilgilendirmiyor artık. Onlar “modern burjuvazi” ile ittifak halinde yerlerini sağlamlaştırmaya bakıyorlar. Ve 2009 yılında parlamentoda çoğunluğu elde edip hükümet oluyorlar. Sonrasında ücretler için mücadele eden sendikaları bile “burjuva muhalefeti güçlendirmekle” suçluyor ve direnişleri zorla bastırıyorlar. Tıpkı Güney Afrika’da ırkçı rejime karşı yıllarca mücadele eden ANC’nin, iktidara geldikten sonra madencileri katletmeleri gibi…

Petras, “barış” sonrası El Salvador’u şöyle anlatıyor: “1992den 2003e El Salvador, Latin Amerika’da en yüksek eşitsizliğe sahip ikinci ülke olmayı sürdürdü. Özellikle genç insanlar arasındaki işsizlik oranı yüzde 50’nin üzerinde seyretmeye devam etti… İki buçuk milyondan fazla El Salvadorlu, diğer ülkelere göçe zorlanmış durumda… Çoğu genç olmak üzere 60 binin üzerinde insan, uyuşturucu çetelerine üye.” (agy)

Halkın yaşam ve çalışma koşullarının iyileşmek bir yana, çok daha kötü hale geldiği ortada. Peki, ölümler durmuş mu? Bütün bu “barış” görüşmeleri, sözde ölümleri durdurmak için yapılıyor ya? FARC temsilcisi de anlaşma sonrası “Kolombiya kazandı, ölüm kaybetti” diye veciz bir söz söylemedi mi? 

Petras diyor ki, “El Salvador, Amerika kıtası ülkeleri arasında 2012 yılının ortasından bu yana en yüksek cinayet oranına sahip. Doğrusu, ‘barış antlaşması’ sonrası dönemde (1992-2012), iç savaş süresince (1980-91) katledilenden daha fazla insan katledildi.”

İşte parlatılan “barış”ın getirdiği yer… El Salvador’daki “barış” anlaşmasını da emperyalistler ve rejim güçleri, “ülkeye ve halka yeni bir barış ve refah çağını açan büyük tarihsel dönüşüm” olarak selamlamışlardı. ‘Solcu’ akademisyen ve gazeteciler, FMLN’nin ‘esnekliği’ne, pragmatizmine övgüler dizmişti. Her şey çok tanıdık geliyor öyle değil mi? Çünkü anlatılanlar, sadece El Salvador’un değil, bu sürece sokulan tüm ülkelerin hikayesi…

Peki “barış” kimseye yaramadı mı? Yaramaz olur mu, tabi ki yaradı!

“Barış Antlaşması’ndan esas fayda sağlayan, yüksek kârlar elde eden, az vergi veren, devlet desteğinden yararlanan ve maquiladora’lardaki ucuz emeği sömüren ‘modern burjuvazi’ydi…Yeni zengin yönetici sınıf ise, kendi evlerini, işlerini, özel kulüplerini ve yazlıklarını korumak üzere otomatik tüfekler ve yarı otomatik tabancalarla silahlanmış, FMLN elitlerinin kiraladığı özel güvenlik şirketleriydi.” (agy, abç)

FMLN gerillalarının bir kısmı (2 bin civarında) El Salvador ordusuna dahil edildi, ordunun 10’da birini oluşturdular; bir kısmı “özel güvenlik şirketleri”ne eleman oldu. Bir kısmı da çeteleşti. Halka gelince, “silahlı uyuşturucu çetelerin ve yolu yolsuzluk olmuş polis memurlarının kontrol ettiği asfaltsız sokaklarda sıralanan kalabalık viranelerde” yaşam savaşı vermeye devam ediyor.

 

Kolombiya ile paralellikler

Başta El Salvador olmak üzere, “barış” süreci ile yapılanlar, şimdi Kolombiya’nın başında. Görüşme süreci ve bu süreçteki kurallar bile birbirine benziyor.

“Masadaki görüşülenler kamuoyuna yansıtılmayacak” diye bir madde konulmuş örneğin. Görüşmelerin içeriği halktan gizlensin ve olası bir muhalefet yükselmesin diye. “Barış” görüşmelerinin halkın aleyine işlediğini, bu madde yeterince açıklıyor esasında. Keza “görüşmeler her şey üzerinde anlaşmaya varılmadan, hiçbir anlaşmaya varılmamıştır kuralına göre yapılacak” deniliyor. Uzlaşılan konularda bile son anda değişiklik yapılabilsin, hiçbir şeyin kesin olmadığı korkusuyla daha fazla taviz koparılabilsin diye!…

Anlaşmanın yürürlüğe girmesi durumunda yapılacaklar da birbirine benziyor. Örneğin “FARC, silahlı bir örgüt olmaktan çıkıp politik bir partiye dönüşecek. Dağlarda bulunan FARC militanları Birleşmiş Milletler (BM) gözetimi altında toplama kamplarına gelecekler ve bu kamplar Kolombiya ordusu tarafından korunacak!” (AB ülkeleri, görüşmeler sürerken FARC’ı “terör örgütleri” listesinden çıkardıklarını açıkladılar. ABD ise daha temkinli. Uygulamayı bekliyormuş!)

Kolombiya’da da “hakikatleri araştırma” komisyonları ve özel mahkemeler kurulacak. Deniliyor ki, “üst düzey FARC liderleri savaştaki rollerini ifşa etmeleri ve işledikleri suçlardan dolayı özür dilemeleri halinde, hapis dışında alternatif cezalar alabilecekler. Aksi halde 20 yıla var hapis cezaları ile karşı karşıya kalacaklar.” Yani ancak rejim karşısında ancak diz çöktükleri durumda düzene entegre edilecekler. Yoksa ağır hapis cezaları onları bekliyor. Peki katiller ordusu? Tıpkı El Salvador’daki gibi, ya da bizdeki 12 Eylül yargılanmaları gibi, gerçekte aklanacaklar.

Yasal hale gelen FARC, ancak 2018 yılında parlamentoda (Kongre) belli sayıda temsil edilecek. O da oy hakkı olmayan, sadece söz hakkı ile sınırlı bir temsiliyet. Ve sadece barış anlaşması kapsamındaki konularla ilgili olarak. “İki seçim dönemi sonrasında seçimlere girebilecekler”miş!

Buna karşılık hükümet, FARC kontrolündeki kırsal alanlara “altyapı yatırımları” gerçekleştirecek; FARC’la birlikte uyuşturucu ekimi ve ticaretine karşı mücadele edecek!

Kısacası her açıdan gerilla örgütlerinin elini-kolunu bağlarken, devletin hareket alanını geniş tutuyorlar. Maddelerin hepsi, asıl olarak gerillanın silah bırakması, kontrol ettiği bölgelere devletin girmesi ve yasal süreç içinde eritilmesini kapsıyor.

Kolombiya’da da bir “toprak reformu” talebi var. “Eşitlik içinde kırsal kalkınma” başlığı altında bu talebin karşılanacağı söyleniyor. Ancak “örgütçe el konulan toprakların sahiplerine iadesi” gibi bir madde de bulunuyor. Böylece “toprak reformu”ndan ne anlaşıldığını görüyoruz. El Salvador’daki gibi mücadele ile elde edilen kazanımların bile gaspına hazırlanıyorlar. Dahası Kolombiya Devlet Başkanı Santos, “kesin çözüm olana değin güvenlik operasyonlarının devam edeceğini” ve “askerden arındırılmış bölge olmayacağını” söylüyor. Bu da FARC’ın önceki görüşmeleri “istismar etmesi” ile meşrulaştırılıyor.

Latin Amerika’da gerçekleşen “barış” görüşmelerinde dikkat çeken bir diğer nokta, “üçüncü göz” diye adlandırılan, gözlemcilerdir. BM, zaten tüm dünyada bu anlaşmalarda “gözlemci-denetleyici” olarak bulunuyor. Ancak Latin Amerika’da Küba, Venezüella, Brezilya gibi, “halkçı” hatta “sosyalist” görünen ülkelerin “arabulucu” olmalarına ne demeli?

Bilindiği gibi, Kolombiya’daki “barış” anlaşması, Küba’nın başkenti Havana’da gerçekleşti. Küba, 2012’de, yani bundan 4 yıl önce başlayan görüşmelerin ev sahipliğini yaptı. Keza Chavez döneminden bu yana Venezüella, Kolombiya’nın “barış” görüşmelerinde öne çıktı. Son görüşmede de yerini aldı. Bu ülkeler, “bölgesel istikrar” ve “barışı güvence altına almak” adına, Latin Amerika’daki devrimci kitle hareketlerinin bastırılmasından yana olabiliyorlar. Yani kendi ulusal çıkarları için, emperyalistlerle aynı noktada buluşabiliyorlar. Bir dönem Brezilya lideri Lula’nın oynadığı “uğursuz rolü” şimdi Küba lideri Raul Castro üstlendi. Ne yazık ki, bu durum, “barış” görüşmelerinin, halkların çıkarına hizmet ettiği yanılgısını güçlendiriyor. Bu yönüyle emperyalistlere ve Latin burjuvalarına büyük bir destek sunuyorlar.

* * *

Sonuç olarak, silahlı mücadele veren örgütleri tasfiye etmeyi ve halkı teslim almayı amaçlayan “barış” anlaşmalarından karlı çıkan tek sınıf burjuvazidir. Burjuvazinin egemenliği yıkılmadan, işçi ve emekçilere, ezilen halklara barış ve huzur gelmez! Aksine örgütsüz-öndersiz kalmanın faturasını, en ağır biçimde öderler. 

“Müzakere ile yapılan barışın kazananı, kaybedeni olmaz” sözü bir demagojiden ibarettir. Kazananı da kaybedeni de belli örnekler önümüzde duruyor. Şimdi aynı girdaba Kolombiya halkı sokulmak isteniyor. Böyle bir “barış”a sevinmek mümkün müdür? Hayır!

Gerçek “barış” sosyalizmle gelecektir. Kapitalizm yıkılmadan “barış” hayalleri kurmak ham hayaldir. Silaha başvuranlar, her zaman egemenler olmuştur. Ona karşı silahlı bir direnişe geçmek ise, bir tercih değil, zorunluluktur.

Bu gerçekleri yılmadan bıkmadan anlatmak gerekir. Bırakalım ML olmayı, devrimci-demokrat olmanın bile koşulu budur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …