24 Ağustos günü başlayan “Fırat Kalkanı” operasyonu ile, AKP hükümeti nihayet isteğine kavuşmuş, Türkiye’yi Suriye’deki savaşın içine sokmuş oldu.
Ortadoğu’da bilinen bir söz vardır. “Savaşa girmeyi siz belirlersiniz, ancak ne zaman çıkacağınızı siz belirleyemezsiniz.” Bugün Türkiye’nin de bu savaşta nasıl bir yol izleyeceği, savaşın ne tür sonuçlarıyla karşı karşıya kalacağı belirsizdir.
Türkiye neden Suriye’ye girdi?
Tam da 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türkiye, neden Suriye’ye girdi? Erdoğan, işgalci bir güç olarak Suriye’ye girerken, çok yönlü fayda bekliyordu bu hamlesinden. En başta, ülke içinde FETÖ ile mücadele bahanesi altında devrimci-demokrat-aydın kesimler üzerinde estirdiği teröre karşı tepki gösterenlerin dikkatlerini dağıtmak istiyordu. Suriye savaşı öncelikli gündem olduğunda, açığa alınan onbinlerce kamu emekçisinin, yargılanan aydınların ya da mağdur olan kesimlerin sesi duyulmaz hale gelecekti.
İkincisi, Suriye savaşı yine ülke içinde giderek kangren haline gelen ekonomik ve siyasi sorunların perdelenmesini sağlayacaktı. Asgari ücretin 1300, açlık sınırının ise 1386 lira olduğu ülkemizde, çalışan nüfusun yaklaşık yarısının asgari ücrete talim ettiği koşullarda; bir de ekonomik krizin dayanılmaz hale gelmesiyle, hükümete olan tepki, Suriye’ye dönük bombardımanın tozu dumanı arasında görünmez oluyordu.
Yanısıra toplumu dinci-gericileştirmek için sistemli biçimde atılan adımlar; eğitimin giderek daha niteliksiz ve gerici hale gelmesi; laik yaşam tarzına dönük saldırganlığın artırılması; laik-emekçi kesimlerde AKP’ye karşı bir öfkenin büyümesine neden oluyordu. AKP’nin kendi tabanında ise, geçmişte Cemaatin kurumlarıyla ilişkinin doğrudan AKP tarafından teşvik edilmesine rağmen, bugün aynı Cemaatle ilişki kurduklarından dolayı en ağır maddi-manevi cezalarla karşı karşıya kalmanın öfkesi, patlama noktasına gelmiş durumda. Bunun yarattığı hoşnutsuzluk da, Cerablus’taki tankların atışları arasında eritilmeye çalışılıyor.
Üçüncüsü, AKP hükümeti, Kürt hareketini kontrol altına alamamış olmanın hıncını, Suriye topraklarında çıkarmaya çalışıyor. ABD’nin yönlendirmesiyle başlattıkları “çözüm süreci” ile sadece Türkiye’deki Kürt hareketini değil, yanısıra Suriye Kürdistanı’nı da bir biçimde etkileri altına alacaklarını umuyorlardı; fakat bu beklenti, duvara tosladı. Böylece Rojava ve PYD, AKP’nin en kinlendiği “düşman”lar kategorisine giriverdi. Ve Suriye’de “IŞİD karşıtlığı”ndan daha güçlü bir “PYD karşıtlığı” ile savaşa girişti.
PYD, savaşın başından bugüne, kendisinin bile beklemediği biçimde topraklarını genişletme olanağı bulmuştu. ABD’nin hava desteği ile, IŞİD’e karşı etkili bir savaş vermiş, sadece Kürt bölgelerinde değil, Arap bölgelerinde de kendisine alan açmayı başarmıştı. Kobane topraklarında kurulan iki ABD askeri üssü, bu kazanımların bedeliydi. ABD’nin ve PYD’nin hedefi, Afrin-Kobane kantonlarını birleştirerek tek parça bir Rojava yönetimini kurmaktı. Böylece hem çok geniş bir alan Esad’ın ve Rusya’nın etki alanından kopartılacak, hem Fırat Nehri’nin iki yakasında birden konumlanarak Suriye’nin ana su kaynağının vanası ele geçirilecek, hem de Türkiye’den Suriye’ye uzanan ana ticaret yollarının hakimiyeti alınacaktı. Türkiye’nin Suriye’ye girmesi, bu planları altüst etti.
Dördüncüsü, Erdoğan, bir yıldan fazla zamandır dışına düşmüş olduğu savaştaki rolünü yeniden güçlendirmek için girdi Suriye’ye. Kürtlerin ve ABD’nin almayı hedeflediği bu bölge, bugün görünürde ÖSO’nun, gerçekte ise doğrudan Türkiye’nin silahlı güçleri sayesinde elde tutuluyor. Ve Türkiye, Suriye savaşında önemli bir rol oynamaya hazırlanıyor.
Cerablus’ta savaş olmadı
AKP hükümeti, Cerablus’tan başlayan savaşta, yeni hedefin el Bab olduğunu, burayı da ele geçireceklerini, böylece IŞİD’in Kilis’e roket atma olanağını ortadan kaldıracaklarını ileri sürüyor. Ancak bu iş göründüğü kadar kolay değil.
En başta, bugüne kadar yürütülen savaşta, gerçekler, AKP’nin göstermeye çalıştığı gibi parlak değil. Türkiye’nin Cerablus’a girmesi, IŞİD ile savaşarak olmadı. Türkiye ve ÖSO girerken, IŞİD çekildi. Bir kısım IŞİD militanı da, sakallarını keserek halkın arasına karıştı ve Cerablus’ta kaldı.
PYD’nin Menbiç’i temizledikten sonra devam edeceği kesinleşmişti. Ya Türkiye sınırından giderek Cerablus-Mare hattını ele geçirecek, ya daha aşağıdan, Menbiç’ten el Bab’a yürüyerek Halep’in kuzeyinden Afrin’e uzanacaktı. Hedef, her koşulda kantonları birleştirmekti. Ve bu politika, en fazla IŞİD’i rahatsız ediyordu; çünkü kantonların birleşmesi, IŞİD’in Türkiye’ye uzanan hattını kesecekti. IŞİD’in asıl beslenme alanı Türkiye olduğu için, bu hattın kesilmesi IŞİD’in yokedilmesinin başlangıcı olurdu.
Türkiye’nin, “kantonların birleşmesine asla izin vermeyeceğiz” tutumu ise, IŞİD’i güçlendiren, IŞİD’e her tür sevkiyatın sürmesini garanti altına alan bir politikadır.
Bu koşullarda IŞİD, Mare-Cerablus hattının PYD’nin eline geçmesindense, Türkiye’nin eline geçmesini tercih etti. Cerablus’tan başlayarak hiçbir direniş göstermedi, ÖSO bir taraftan girerken, IŞİD diğer taraftan çıkarak köyleri boşalttı. Böylece PYD’nin ilerlemesini de durdurmuş, kendisini garanti altına almış oldu.
Ancak bundan sonrası, bu kadar kolay olmayacak.
Cehennem kapısından geçmek
ÖSO’nun-Türkiye’nin ilerlemesi için ilk hedef olarak Dabık kentinin ele geçirilmesi ve el Bab’a yürünmesi gerekiyor. Dabık, IŞİD’in yazılı belgelerinde “kıyamet savaşı”nın geçeceği yer olarak tanımlanıyor. “Kapı” anlamına gelen el Bab ise, Sünni-gerici Arap nüfusuna, IŞİD’i destekleyen bir kitle tabanına sahip olan bir kent. Bu nedenle, yanyana kentler olan Dabık ve el Bab hedeflerine yürümek, “cehennem kapısından geçmek” olarak tanımlanıyor.
Türkiye’ye sınır olan kasabalardan kolaylıkla çekilen IŞİD, bugün Dabık kentine müthiş bir askeri yığınak gerçekleştiriyor. El Bab’da ise beton duvarların örüldüğü, barikatların kurulduğu, hendeklerin kazıldığı konusundaki bilgiler, uydu fotoğrafları ile de doğrulanıyor. Yani IŞİD, Dabık ve el Bab’da büyük bir savaşa hazırlanıyor. Elinde ağır savaş silahlarının olduğu da sır değil. Daha Musul işgalinin başında IŞİD, Irak ordusunun ağır silahlarını ele geçirmişti. Üstelik ABD’nin IŞİD’i askeri olarak desteklediği de biliniyor. Daha geçtiğimiz günlerde, Deyr ez Zor’da Suriye Ordusu’nu bombalayan ABD’nin, bu saldırıyı gerçekleştirirken bir taraftan da IŞİD ile telsiz görüşmeleri yaptığı ortaya çıktı.
IŞİD böylesine etkin bir biçimde savaşa hazırlanırken, Türkiye’nin desteklediği ÖSO güçleri, kelimenin tam anlamıyla “dökülüyor”. Cerablus’u alan ÖSO’cuların parmakarası terlikle çekilmiş fotoğrafları alay konusu olmuştu. Yapay olarak kurulmuş ve zorla biraraya getirilerek ÖSO adı verilmiş olan birlikler de, fazla uzun ömürlü olmadı. Bir kısmı harekattan ayrıldığını duyurdu, toplanıp Azez’deki güvenli bölgeye çekildi. El Nusra gibi IŞİD’den hiçbir farkı olmayan bir örgüt de bu harekata katıldığını duyurdu.
Diğer taraftan, aldıkları kasabaları sadece birkaç gün ellerinde tutabildiler. Sessiz sedasız çekilen IŞİD, yine sessiz sedasız ilerledi, o ilerledikçe ÖSO kaçtı, savaş bile vermeden 20’ye yakın kasaba yeniden IŞİD’in eline geçti. IŞİD, Dabık ve el Bab’da son derece önemli bir savaş için hazırlık yapıyor, ÖSO ise bu savaşı verebilecek güç ve kararlılığa sahip olmadığını gösteriyor.
Bu koşullarda AKP hükümeti, Türkiye askerini ileri sürmeyi planlıyor. 40 bin askerin, sınırda hazır bekletildiği söyleniyor. Ve eğer onbinlerce asker bu savaşa girerse, Türkiye “cehennem kapısı”ndan geçerek Suriye bataklığına tamamen batmış olacaktır.
Girmek kolay, ya çıkmak…
Türkiye’den Suriye topraklarına tank atışı yapmak, ya da uçakla bombardıman gerçekleştirmek başka bir şey. Cerablus’ta ÖSO askerlerine “komuta etme” bahanesiyle bir birlik göndermek de öyle. Ancak onbinlerce askerle Suriye topraklarına girmek basit bir şey değildir.
Birincisi, “savaş olmayan” Cerablus harekatı sırasında bile asker cenazeleri gündeme geldi. Suriye topraklarında ilerledikçe, IŞİD’le, PYD ile, hatta Suriye Ordusu ile karşı karşıya gelinecek ve büyük kayıplar verilecektir. Türkiye’nin Suriye içinde “dostu” yoktur. Karşı karşıya kalacağı bütün güçler, onunla güçlü bir savaşa girmekten çekinmeyecektir.
Özellikle PYD için durum daha da sıkıntılıdır. Ağır bedeller ödeyerek, şehitler vererek ilerlemektedir. Menbiç gibi bir bölgenin alınması hiç de kolay olmamıştır. Bu ABD’nin bütün askeri desteğine rağmen böyledir. Şimdi Erdoğan bastırıyor, ABD’de de durumu sertleştirmek istemediği için, PYD Menbiç’ten çekilmiş gibi görünüyor. Ancak Türkiye Menbiç’e yönelirse, PYD ona karşı savaşmaktan çekinmeyecektir.
Diğer taraftan bugün için Suriye ve Rusya’nın öncelikleri farklıdır. Ancak Suriye Halep’i kurtardıktan sonra, Türkiye’nin varlığını da sorun etmeye başlayacaktır. Türkiye’nin Suriye topraklarında kalması gibi bir ihtimal, sözkonusu bile olamaz. Bu nedenle Erdoğan, BM’den “güvenli bölge” oluşturma kararı çıkarmaya çalışmaktadır. Ama bunun gerçekleşme ihtimali bugün son derece uzak görünmektedir.
İkincisi, AKP’nin Cerablus’a girmesi konusunda emperyalistler destek oldular. Rusya, Türkiye’yi yanına çekmek ve Suriye politikasında destekçisi haline getirmek için, ABD ise 15 Temmuz darbesine AKP’nin duyduğu öfkeyi soğutmak için, onay verdiler. Hatta bir aşamada, ABD Türkiye ile birlikte Cerablus-Azez hattında birlikte hareket etti.
Ancak Erdoğan daha da ilerlemekten bahsettikçe, emperyalistlerin tutumu değişmeye başladı. AKP’nin müdahalesinin uluslararası hukuka uygun olmadığını, Suriye devleti ile birlikte çalışmıyor oluşunun onu “işgalci” konumuna getirdiğini söyleyenler arttı. Son bir ay içinde, hem ABD’den hem de Rusya’dan Türkiye’ye üst düzey ziyaretler gerçekleştirerek, Erdoğan’ı kontrol altına almaya çalıştılar. Şimdilik Türkiye’nin “el Bab politikası” söylemde kaldığı için sorun edilmiyor. Ancak AKP, onbinlerce askeri Suriye’ye sürdüğü zaman, elbette emperyalistlerin buna bir karşılığı olacak.
* * *
15 Temmuz darbesinin yarattığı kargaşa ortamından yararlanan Erdoğan, Suriye’ye girmeyi başardı. Böylece 2011’de savaş başladığı andan itibaren kurduğu hayali gerçekleştirme yönünde önemli bir adım atmış oldu.
Bu son derece tehlikeli bir adımdır. Daha da tehlikeli olan, Suriye içinde ilerleme çabasıdır. Riskler son derece büyük olduğu için, bundan sonra ilerlemeye devam etmesi sorunludur. Eğer ki, onbinlerce askerle işgali sürdürmeye kalkışırsa, buradan geri çıkabilmesi ihtimali yoktur. Ve bu hamle, Türkiye’nin 3. Emperyalist paylaşım savaşına dahil olduğu gün olarak tarihe geçecektir. Savaş karşıtı mücadeleyi yükseltmek, tam da bu nedenle, bugün herzamankinden daha önemli bir görevdir.