“Cenaze törenleri, yaşanmış hayatın sağlamasıdır” diye bir söz vardır. Tarık Akan’ın cenazesi de, nasıl bir hayat yaşadığını ortaya koyan cenazelerdendi. İlk törenin yapıldığı Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu, sevenleriyle dolup taştı. İçerinin dolması nedeniyle binlerce kişi dışarıda bekledi. Defnedileceği Bakırköy Zuhuratbaba Mezarlığı’na ise yüzbinlerce kişinin katılımıyla uğurlandı.
Tarık Akan’ı 66 yaşında çok erken kaybettik. Ölümünün ardından yaşanan bu sevgi seli, onun hem sanatçı kişiliğine hem de toplumsal olaylardaki duruşunaydı. Başlangıçta Yeşilçam’ın “yakışıklı jönü”, kısa bir sürede politik filmlerin başrol oyuncusu oldu. Başta işçi-emekçi sorunları olmak üzere toplumsal sorunlara duyarlı bir aydın olarak öne çıktı. Yılmaz Güney ile tanışıklığı, onun dönüm noktasıdır. Her fırsatta ona olan saygısını, hayranlığını dile getirmiş, onun izinden yürümeye çalışmıştır. Yılmaz Güney’in senaryosunu yazdığı Yol filmi ile Cannes’da “en iyi erkek oyuncu” adayları arasında yer aldı. Onun dışında pek çok ulusal ve uluslararası ödülü bulunuyor. Hababam Sınıfı, Bizim Aile, Canım Kardeşim gibi ilk yıllarındaki filmler bile, halen beğeni ile izleniyor.
Maden işçilerinin hayatını ve mücadelelerini anlattığı Maden filmiyle, başta maden işçileri olmak üzere, işçi sınıfının gönlünde yer etti. Sadece filmiyle değil, ’91 yılında Zonguldak maden işçilerinin “büyük yürüyüş”lerinde, Soma madenci katliamının protesto gösterilerinde yanlarındaydı. Ayrıca Tekel işçilerinin direnişinde, 1 Mayıslarda, Haziran ayaklanmasında, onu gördük. Ölümünden sonra en fazla Silivri Hapishanesi’ndeki resmi öne çıkarıldı. Hatta onu “şoven”likle suçlayıp, ölümünün ardından gösterilen ilgiyi yadırgan Kürt aydınları da vardı.
Tarık Akan gibi bir sanatçıyı, sadece bir olaydaki tutumu ile yargılayıp mahkum edemeyiz. Ayrıca yaşadıkları dönemden bağımsız da ele alamayız. ’80 öncesi halk hareketinin yükseldiği dönemde, aydınların birçoğu sosyalizmden etkilendiler. ‘90’lardan sonra ise, dünyada ve ülkemizde sosyalizmin prestiji sarsıldı, devrimci örgütler güçsüzleşti, reformist-pasifist düşünceler baskın oldu. Bu durumun aydınları etkilememesi düşünülemez. Buna rağmen Tarık Akan gibi aydınlar, ciddi savrulmalar yaşamadan, duruşlarını korudular. Bırakalım aydın ve sanatçıları, kendilerine “devrimci” diyenlerin bile savrulduğu bir dönemde, bu tutarlılık çok değerlidir. Ölümünden sonra dinci-gericilerin saldırıları, buna karşın devrimci, demokrat, ilerici tüm kesimlerin, işçi ve emekçilerin sahiplenişi boşuna değildir.
Ne yazık ki, Kürt ulusal hareketi, Yılmaz Güney, Yaşar Kemal gibi sanatçılara da benzer suçlamaları yaptılar. Ama bu sanatçılar halkın gönlünde yaşamaya devam etti. Tek kriter, Kürt sorunu ve ona Kürt ulusal hareketinin ideolojisi ile bakmak olunca, bu tür yanlışlara düşmek ve halktan kopmak kaçınılmazdır. Kuşkusuz Kürt sorununa yaklaşım önemlidir, ancak bu konudaki her farklılık “şoven”likle suçlanamaz. Bir subay çocuğu olarak Tarık Akan, Kürt sorununda resmi ideolojiden etkilenmiştir; buna karşın şoven bir saldırganlık içinde de olmamıştır. Kaldı ki, komünist ve devrimcilerin kriterleri, asıl olarak işçi-emekçi davasına yaklaşımdır. Tarık Akan da sadece filmleriyle değil, eylemiyle de işçilerin yanında olduğunu göstermiştir.
Tarık Akan sanatı ve duruşuyla daima yaşayacak.