25 Kasım günü hayatını kaybeden Küba devriminin efsanevi lideri Fidel Castro’yu 1 milyon kişi uğurladı. Törene, dünyanın dört bir yanından gelen kitleler ve halkçı Latin Amerika ülkelerinin devlet başkanları katıldı.
Havana’daki Devrim Meydanı’nda düzenlenen veda töreninde Castro’nun ve Che Guevara’nın resimleri taşındı, devrim sloganları atıldı. Havana’da düzenlenen törenin ardından, Castro’nun külleri, yola çıkarıldı. Küller, Kübalı diktatör Batista’nın ülkeden kaçmasının ardından, Castro’nun çıktığı zafer yolculuğunun rotasının tersi yönünde götürülecek, 3 Aralık’ta Küba devriminin başladığı Santiago de Cuba’da son bulacak.
Devrimin önderi Castro
Küba halkı yüzyıllarca sömürgecilerin saldırılarına maruz kalmış, büyük acılar çekmişti. Uzun yıllar İspanyolların sömürgesi durumunda kalan Küba, 19. yüzyılın ortalarında ABD’nin İspanya’yla sömürgecilik savaşının kurbanı oldu. Şair Jose Marti önderliğinde ilk gerilla birliklerini kuran Kübalılar, 1901’de bağımsızlık ilan etmelerine rağmen, ABD’ye bağımlı durumdaydı. Batista diktatörlüğüyle birlikte ABD emperyalizmine bağımlılık gün geçtikçe arttı.
1953’te Fidel Castro önderliğinde 100 kişilik bir gerilla grubu, Moncada Kışlası baskınını düzenledi. Baskın başarısızlıkla sonuçlandı ve birçok gerilla öldü, önderlerin çoğu tutsak düştü. Küba halkı bu baskının ardından büyük gösteriler düzenledi. Tepkilerin büyümesi üzerine Batista, Fidel’i ve diğer tutsakları serbest bırakmak zorunda kaldı. Çıkar çıkmaz Meksika’ya giden Fidel ve Raul, Che ile tanıştı ve 26 Temmuz Hareketi’ni kurdu. 26 Temmuz, Moncada baskınının tarihidir.
Gerillalar Küba’ya doğru harekete geçtiler, ilk başlarda ağır kayıplar verdiler. Gerilla birliğinde doktor olarak görev alan Che’nin askeri dehası sayesinde kısa sürede toparlandılar ve başarılı eylemlere imza attılar. Bu süreçte halk desteği de giderek arttı. Bu arada Batista’nın ordusu içindeki çözülmeler de büyüdü. Son olarak ordu 12 bin kişilik bir güçle, dağlara operasyona girişti, ama gerillalar askerleri püskürttüler. Bunun üzerine karşılıklı ateşkes ilan edildi. Ateşkes gerillaların toparlanması ve güç depolaması için bir fırsata dönüştürüldü ve 21 Ağustos’ta şehirlere doğru saldırılar arttı. 30 Aralık’ta devrim başarıya ulaştı ve Batista 1 Ocak 1959’da ülkeden kaçtı. 6 Ocak’ta Castro, Küba devlet başkanıydı.
Devrimin ardından emperyalist bir kuşatma başladı ve bu değişik şekillerde devam etti. Küba halkı aç kalma pahasına devrimini sahiplendi. Castro’ya ve Che’ye olan sevgileri gün geçtikçe büyüdü. Emperyalizmi korkutan da bu sahiplenme ve sevgidir.
Küba halkının refahı için
Küba devrim öncesinde, zengin-yoksul uçurumunun en derin olduğu ülkelerden birisiydi. Devrimin hemen ardından, ilk adım olarak kapsamlı bir toprak reformu gerçekleştirildi. Toprak reformu, ABD tarafından desteklenen büyük toprak sahiplerinin isyanına neden oldu ve sonraki 6 yıl, bu karşı devrim hareketini bastırmakla geçti. Ardından, ABD’de yaşayan Kübalılardan oluşturulan karşı-devrimci bir orduyla Küba’ya saldırı başlatıldı. “Domuzlar Körfezi çıkarması” adı verilen ABD destekli bu saldırı, Küba devletinin zaferi ve ABD’nin fiyaskosuyla sonuçlandı.
Devrim sonrasında Küba’nın ABD için bir kumar ve fuhuş “cenneti” olduğu döneme ilişkin unsurlar yerle bir edildi; ülkenin bütün genelev ve kumarhaneleri kapatıldı.
ABD’li şirketlerin varlıklarının kamulaştırılması, ekonominin ABD ile olan sömürge bağlarına indirilen önemli bir darbeydi. Ancak devrim sonrasında başlatılan ambargo, Küba’nın -o yıllarda sosyal-emperyalist bir rotaya giren- Sovyetler Birliği’ne sarılmasına yol açtı. 1962 yılında, Sovyet füzelerinin Küba’ya yerleştirilmesi üzerine yaşanan “füze krizi”, SB’nin Küba’ya olan desteğinin, ABD karşısında mevzi kazanmak amaçlı olduğunu gösteriyordu.
Küba’nın en büyük başarısı, güçlü bir sosyal yardım ağı kurması ve halkçı-devletçi bir ekonomik modeli esas alması oldu. Eğitim ve sağlık, ücretsiz ve herkese eşit sunulan hizmetlerdi. Ve bu alanda büyük başarılara imza atıldı. Eğitimde gerçekleşen reformlarla okuma-yazma oranı hızla yüzde 100 ulaştı. Sağlık konusunda, dünyanın en başarılı ülkelerinden biri oldu. Sadece ülke içinde değil; 70 bin Kübalı doktorun dünyanın dört bir yanında hizmet verdiği; yanısıra, dünyanın dört bir yanından Küba’ya hasta kabul edilen bir sistem kuruldu. Sanatta ve sporda büyük başarılar elde edildi.
55 yıl süren ambargoya rağmen, zengin-yoksul uçurumu her geçen gün azaltıldı. İnsani gelişmişlik endeksinde üst sıralara tırmandı.
Küba’da hiçbir dönem sosyalizm kurulmadı; devrimin niteliği “küçük burjuva-halkçı” olmanın ötesine geçemedi. Ancak gerek devrimin önderlerinden Che’nin bütün dünyada devrim sembolü haline gelmesi ve genç devrimci kuşaklara ilham vermesi; gerekse Küba’nın ABD emperyalizmine ve vahşi kapitalizme geçit vermeyen ilkeli tutumu, dünya halkları nezdinde Küba’nın önemli bir odak haline gelmesine neden oldu.
Ve Küba’nın bu başarıları elde etmesinde en önemli unsurlarından biri olan Castro, halkların tarihinde hakettiği yeri kazandı.