İşgünü nedir? Sermaye bir günlük değerini satın aldığı emek gücünü ne kadarlık bir süreyle kullanma hakkına sahiptir? Gün bu gücün yeniden üretimi için gerekli işin ötesinde hangi noktaya değin uzatılabilir?
Bütün bu sorulara görülebildiği gibi sermaye şu yanıtı verir:
İşgünü, emek gücünün işine yeniden başlaması için kesinlikle gerekli birkaç dinlenme saati çıktıktan sonra, 24 tam saatin geri kalan bölümünü kapsar. Emekçinin yaşamı boyunca emek gücünden başka bir şey olmadığı ve dolayısıyla kullanılabilir bütün zamanının da hukukça ve doğal olarak sermayenin ve sermayeleştirmenin malı olduğu kendiliğinden anlaşılır. Eğitim için, entelektüel gelişme için, beden ve kafa güçlerini özgürce kullanmak için, hatta (ve hem de pazar gününü kutsallaştıranların ülkelerinde) pazar günü için bile zaman ayrılması, saçmalığın ta kendisidir.
Ama gözü bağlı ve ölçüsüz tutkusuyla, ek emek oburluğuyla sermaye, işgününün yalnız moral sınırlarını değil, en üst fizyolojik sınırını da aşar. Sağlıklı gövdenin büyüme, gelişme ve bakımının gerektirdiği zamana zorbaca el koyar. Açık havayı solumak ve güneş ışığından yararlanmak için kullanılacak zamanı çalar. Yemek zamanını pintice kısar ve yapabildiği her zaman onu da üretim sürecine katar. Öyle ki, basit bir alet durumuna düşürülen emekçiye, buhar kazanına kömür, makineye yağ verildiği gibi yemek verilir. Yaşam gücünü yenileyip tazelemeye yönelik uyku zamanını, tükenmiş bedenin yeniden çalışabilir bir duruma gelmesi için kaçınılmaz birkaç ağır uyuşukluk saatine indirger. İşgününün sınırlandırılması için emek gücünün normal bakımının ölçü hizmetini görmesi şöyle dursun, tersine işçinin soluk alma zamanının ölçüsünü, ne denli zorlu ve ne denli güç olursa olsun, günde en çok ne kadar çalışabileceği belirler. Sermaye, emek gücünün süresini kendine hiç tasa etmez. Onu ilgilendiren tek şey, bir günde en çok ne kadar emek gücü harcanabileceğidir. Ve bu ereğine de tıpkı açgözlü bir çiftçinin toprağından verimliliğini tüketerek en yüksek verimi sağlaması gibi, emekçinin yaşamını kısaltarak erişir.
“Özsel olarak artı-değer üretiminden, ek emeğin soğurulmasından başka bir şey olmayan kapitalist üretim, işgününün zorla kabul ettirdiği uzatılmasıyla, insanı normal fizik ve moral çalışma ve gelişme koşullarından yoksunlaştırarak, demek ki yalnızca onun emek gücünün bozulup yıpranmasını üretmekle kalmaz – bu gücün tükenme ve vakitsiz ölümünü de üretir. Emekçinin yaşam süresini kısaltarak, onun üretken dönemini belli bir süre uzatır.”(Marks, Kapital I. Cilt)
Nazi kampları sistemli bir biçimde Alman savaş ekonomisinin hizmetine verilince, SS ekonomik merkezi yönetim başkanı Oswald Polh, toplama kamplarındaki işgünü için bir yönetmelik yayınlamıştı. Bu yönetmeliğin anlamlı parçaları şöyleydi:
“Kamp komutanı çalışma gücünü istediği gibi kullandırabilir. İşten en büyük verimin sağlanabilmesi için çalıştırma sözcüğünün gerçek anlamında tüketici olmalıdır. Çalışma süresi sınırsızdır. Bu süre, işin yapı ve niteliğine bağlıdır. Tek başına komutan tarafından saptanır. Çalışma süresini kısaltabilecek bütün durumlar (yemek, yoklamalar vb) en aza indirgenmelidir. Uzun yürüyüşler ve öğle yemekleri için molalar yasaktır.”
Marks tarafından düşünülmeyen tek şey, canlılar üzerinde (terlik ve çorap yapmak için saçların kesilmesi) ve ölümden sonra (altın dişlerin sökülmesi, insan yağından sabun imali, yakılan ölülerin küllerinin gübre olarak kullanılması) SS’in kamplarda insan bedeninin kendisini konu alan uygulamalarıydı.
En büyük Alman tekelleri tarafından savaş ekonomisinden bol bol -aşırı derecede bol- yararlanıldıkları bilinen ölüm kamplarına değin bu saldırı, kural dışı bir durum değildi. Çünkü ilk amaç ve bu amacın gerektirdiği -ve Nazizm tarafından en aşırı sonuçlarına değin de götürülen- başlangıç mantığı, ona eşlik eden ve onu aydınlatan marifetlerinden ayrılmıyordu. Squadrist’ler tarafından komünist işçi Valenti’nin kurban için utandırıcı olması istenen öldürülmesinden, Buchenwald komando işyerlerinde, zincir sürekliydi.
Bugün hiç de tarihsel olmayan nedenlerle toplama kamplarındaki köle işgücünün J. Billig’in çalışmaları gibi özsel çalışmalarla çok iyi tanıtlanan ekonomik sömürüsünü göz ardı etme ve “yok etmek için yok etmek” gibi akıldışılık olayları üzerinde durma yolunda bir eğilim görülüyor. Gerçi belli bir uğrakta Nazi toplama kampı makinesi, işleyişinin araştırılması gereken bir sürüklenmeyle, kısmen böyle çalışıyordu. Ama zorla çalıştırmanın kampların çok büyük bir bölümünde sonuna değin kural olarak kaldığını, ayrıca kamplara gelir getirmeyenleri yok etmenin de çürük olarak değerlendirilenleri (çocuklar, kadınlar, yaşlılar, hastalar, sakatlar) çabuk ölüme, sağlam oldukları düşünülenleri aşırı çalıştırma yoluyla yavaş ölüme gönderen bir ayırma sonucu olduğunu unutmamak gerekiyordu.
(Roger Bourderon – FAŞİZM ideoloji ve uygulamalar kitabı, Onur yayınları, sf:194-196)