“Dünyanın en zengin 400 kişisi” listesine 10 milyar dolarlık serveti ile giren, yıllık geliri 557 milyon dolar olan Donald Trump, 20 Ocak günü yemin ederek, ABD’nin 45. başkanı olarak göreve başladı. Ve daha yemin töreninde protestolarla karşılaşan, protestolarla göreve başlayan ilk ABD başkanı olarak Amerikan tarihindeki yerini aldı.
Protestolar sadece ABD’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde gerçekleştirildi. Bu gösterilere, milyonlarca insan katıldı. En çarpıcı durum ise, yemin törenine katılan Trump destekçilerinin sayısı, hemen yakında yapılan protesto gösterisine katılan kitlenin sayısından daha az olmasıydı.
Her sözü eylem nedeni
Trump aslında, daha seçilmeden önce protesto gösterileriyle karşılanan, seçim vaatlerinin her biri üzerinden büyük infial kopan bir başkan olmuştu. Seçimi kazandığı 8 Kasım günü, kitlelerin ona olan tepkisi güçlü eylemlerle kendisini gösterdi. Yemin ettiği 20 Ocak ise, her attığı adımda, kitlelerin bir sel gibi sokaklara döküldüğü, polisle çatıştığı eylemlere sahne oldu.
İlk önce kadın hakları üzerinden karşı çıkıldı Trump’a. Kadınları aşağılayan sözleri nedeniyle, dünyanın dört bir tarafında eylemler yapıldı. Salt bu sözler nedeniyle, seçilmesini engellemek için büyük kampanyalar yürütüldü. Seçilmesinin ardından, ilk eylemler yine kadın hakları üzerinden gerçekleşti. Yemin töreninin ertesi günü yüzbinlerce kişi Washington’da, milyonlarca kişi ise, dünyanın dört bir yanında harekete geçti. Washington’daki gösterilerde polisle sert çatışmalar yaşandı, polis arabaları yakıldı, 200’den fazla kişi gözaltına alındı.
Azınlıklara ve göçmenlere yönelik ırkçı söylemleri, sadece ülkede yaşayan azınlıkların değil, çok daha geniş bir kesimin tepkisini çekti. Gerçekte ABD bir “azınlıklar” ve “göçmenler” ülkesi. Tarihi Avrupa’dan Asya’ya kadar, dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar tarafından oluşturulmuş bir devlet. Ve tarihi boyunca, başka ülkelerden gelenlere kapılarını açmakla, “ülkesinde mutsuz olanlara bir fırsat vermekle” övünmüş bir ülke.
Elbette bu “kapılarını açmak” ve “fırsat vermek” kavramları, “Amerikan rüyası”nı övmek amacıyla egemenler tarafından uydurulmuş reklam sloganları. Sömürge ülkelerin genç ve gelecek vadeden dinamik nüfusunu ülkesine çekmek, beyin göçünü ele geçirmek ve dizginsizce sömürebilmek için uydurulmuştur bu söylemler. ABD vizesi almanın ne kadar zor olduğu da, bu zorluğu aşarak gelenlerin çoğu zaman çok daha büyük bir sefalet ve mutsuzluk içinde yaşadıkları da iyi bilinir. Kendi istekleri dışında köle olarak getirilen Afrikalılar da; çalışmak ve evlerine para göndermek için en ağır koşulları kabullenmek zorunda kalan işçi göçü de, en yoğun baskı ve sömürüyü yaşamışlardır bu topraklarda.
Bu gerçekler, bir taraftan da ABD’nin yerleşik halkının göçmenler ve azınlıklar konusunda ırkçı politikalarına tepki duymasının da nedenidir. Ve eylemlerde atılan en etkili slogan “ABD ırkçı olmayacak” sloganıdır.
Bu yüzden, Trump’ın 7 Müslüman ülkeye (Somali, Sudan, Libya, Yemen, Suriye, Irak, İran) ırkçı bir ambargo uygulaması, bu ülkelerden gelen göçmenlere kapıları kapatma kararı alması, büyük bir infial kopmasına neden oldu. Sadece bu ülkelerin ABD’de yaşayan vatandaşları ve sadece Müslümanlar değil, çok büyük bir kesim ayağa kalktı. “Demokrasi” ve “özgürlük” kavramlarının sorgulandığı kitlesel gösteriler gerçekleştirildi.
Tepkiler kitle eylemleriyle kalmadı. Doğrudan yönetim kademeleri de, bu dalgaya destek oldu. 16 eyaletin başsavcıları, Trump’ın kararını tanımayacaklarını açıkladı; 5 mahkeme göçmen kararnamesini askıya aldığını duyurdu; Adalet Bakanı vekili Sally Yates, kararı uygulamayacağını söyledi ve bu nedenle görevden alındı.
Bir başka protesto alanı, Kudüs ile ilgili sözleri nedeniyle Filistin sokaklarıydı. Trump’ın ABD büyükelçiliğini Tel Aviv’den işgal altındaki Kudüs’e taşıma kararı, binlerce Filistinlinin sokağa çıkmasına neden oldu. Çünkü elçiliğin Kudüs’e taşınması, Filistin devletinin kurulması konusunda tüm anlaşmaların ve umutların çöpe atılması, İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ün tanınması anlamına geliyor.
“Bizim başkanımız değil”
Trump’ın icraatları da, ona karşı yapılan protesto gösterileri de bunlarla sınırlı değil. Attığı her adımda, kitlelerin kazanılmış haklarına saldırıyor ve insanların sokaklara dökülmesine neden oluyor. Ve bu eylemlerde “bizim başkanımız değil” sloganı öne çıkıyor.
Başkanlığı devralmasının ardından Beyaz Saray’ın internet sitesinden “küresel ısınma” ve “LGBTİ hakları” linklerini kaldırtması, onun çevre düşmanı, cinsiyetçi, homofobik kimliğini gösteren uygulamalardan birisiydi.
“Obamacare” adı verilen ve Obama döneminde çok tartışılan sağlık reformu yasasının iptalini öngören metni imzalayarak, yoksul kesimleri canevinden vuran bir karar aldı. ABD’nin sağlık sistemi zaten oldukça kötü ve güvence alanı sınırlı. Yoksul kitleler, özellikle önemli hastalıklarda çok büyük bir çaresizlikle karşı karşıya kalıyorlar. Aslında Obama’nın getirdiği sağlık reformu, bu sorunu çözmeyen, görece iyileştirme getiren bir uygulamaydı. Trump bu kadarına bile tahammül edemediğini göstermiş oldu.
Gerileyen emperyalist ABD
Trump’ın gelir gelmez yaptığı açıklamalarda en çok öne çıkan unsurlar, elbette ki kişisel görüşleri olmanın ötesinde, ABD’nin nasıl bir yönelimin evresinde olduğunu da gösteriyor.
Trump genel olarak ekonomik, siyasi, sosyal, her alanda daha içe kapanmacı, daha muhafazakar bir söylem kullanıyor. Sosyal alanda azınlıkları, göçmenleri, eşcinselleri, kadınları dışlayarak kitlelerin ırkçı, homofobik, cinsiyetçi yönlerini kaşıyor. Ekonomide küreselleşme karşıtı, “müdahaleci ve korumacı” söylemler kullanıyor. Meksika sınırına duvar örüyor. ABD’li otomobil tekellerinin üretimi ülke içine taşımalarına teşvik vadediyor. Meksika’daki tesisinden ABD’ye otomobil ihraç eden Alman firması BMW’ye yüzde 35’lik vergilendirme tehdidi savuruyor. İthalat vergileri başta olmak üzere dış ticarette kısıtlamalar öngörüyor.
Uluslararası anlaşmalar konusunda da daha içe kapanan bir tutum izliyor. Trans Pasifik Ortaklığı’ndan (TPP) çıkma kararı alıyor. Meksika ve Kanada ile NAFTA’yı yeniden müzakere edeceğini duyuruyor. ABD ile AB arasında müzakere edilmekte olan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’nın (TTIP) da risk altında olduğu düşünülüyor. Çünkü Trump, AB’yi “Amerika’nın ticari hasmı” olarak niteliyor.
Askeri alanda ise NATO’yu “demode” olarak tanımlamıştı. Üstelik, son dönemde Ortadoğu’da üstüste mevzi kaybediyor. Suriye ve Irak’ta Rusya ve İran’ın inisiyatifi ele geçirmiş olması, ABD’nin alanını iyice daraltıyor. 15 Temmuz’da Türkiye’de giriştiği askeri darbeyi bile başaramamış olması, ABD’nin prestijini iyice sorgulatıyor.
Bütün bu tartışmalar, Trump’ın göreve başlamasının hemen ardından yapılan Davos toplantısında ortaya çıkan tabloda en somut ifadesini buldu. Davos’ta Çin’in yaptığı konuşma, küresel kapitalist sisteme serbest ticaret mesajları verirken, Trump’la birlikte ABD “küreselleşme karşıtı”, milliyetçisi bir politikaya evriliyor. Ve elbette bu Trump’ın değil, ABD’nin durduğu yeri gösteriyor.
ABD emperyalizmi bugüne kadar ekonomik, siyasi, askeri hegemonyasını dünya geneline yayabilmek için “kapıların açılması”, küreselleşmenin yaygınlaşması, tüm dünyanın entegre olması, uluslararası kurum ve anlaşmaların artırılması gibi sloganlar üzerinden hareket ederdi. Güçlüydü, bütün dünyayı yönetmeye adaydı; dünyanın en elit kesimlerini kendi ülkesinde toplamakla gücünü artırıyordu. Gelişen bir emperyalistin tutumuydu bu.
Bugün ise duvarlar, yasalar, kurallar, ihracat yasakları, vergiler vb ile kendisini dış dünyadan korumaya çalışıyor; muhafazakar, milliyetçi söylemlerle ülkenin dışarıya ait her şeye (pazar ürünlerinden göçmenlere kadar her şeye) ve içerideki tüm farklılıklara (eşcinseller, tartışma özgürlüğü vb) karşı kapanmasını ve kenetlenmesini sağlamayı hedefliyor.
Çin küreselleşmeyi ve dünyaya açılmayı savunurken, ABD kapanmayı savunuyor. Çin yeni dönemin gelişen emperyalisti olarak dünya hegemonyasında ağırlığını artırırken, ABD gerilemekte olduğunu görüyor ve durumun daha da kötüye gitmemesi için kalkanlarını yükseltiyor.
* * *
Bugün ABD emperyalizminin Trump üzerinden uyguladığı her politika, içeride ve dışarıda yoğun tartışmalara, tepkilere, protestolara sahne oluyor. “Bizim başkanımız değil” sloganı yaygınlaşıyor. Öyle ki, Trump’ın görev süresini dolduramayacağı, görevden ayırlmak zorunda kalabileceği söyleniyor.
ABD emperyalizmi genel olarak güç kaybederken, içeride ABD halkının Trump’a karşı mücadelesinin bu hızla başlaması, onun güç kaybını hızlandıracak bir başka önemli unsur olacağa benziyor.