Erdoğan için “mutlak güç” öngören “cumhurbaşkanlığı sistemi” çalışmalarında bir adım daha atıldı. Mecliste kabul edilmesinin ardından, Erdoğan’a gönderilmesi ve onaylanması bekleniyor. Ardından referandum süreci başlatılacak.
Hükümet, anayasa değişikliği paketinin “millet” tarafından istendiğini, kendilerinin sadece bu isteği yerine getirdiklerini anlatmaya çalışıyor. Ve bu doğrultuda rutin işlemleri yaparak ilerlediklerini, işleyişin takvime uygun olarak yürütüldüğünü göstermeye uğraşıyor.
Ancak tablo gerçekte bu kadar parlak değil. Başından itibaren son derece sancılı, her aşamada büyük badireler atlatarak bugüne geldiler. Bundan sonrasının ise daha sancılı ve son derece karmaşık biçimde ilerleyeceğini görmek zor değil.
Her aşamada engeller
“Başkanlık sistemi”ni getirerek kendisine “yargılanamaz” statüsünü ve ölünceye kadar koltukta oturmayı garanti altına almak, Erdoğan’ın uzun zamandır hayalini kurduğu bir hedefti. Ancak buna dönük her girişiminde kayaya çarparak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu koşullarda fiilen yetkilerini genişletti, yasaları çiğneyerek “başkan” gibi davranmaya başladı.
Devlet Bahçeli’nin, 11 Ekim 2016 günü meclis grup toplantısında yaptığı konuşma, tam da bunu işaret ediyordu. Erdoğan’ın ya “geri çekilmesi”ni ya da “anayasanın Erdoğan’a uygun hale getirilmesi”ni ileri sürerek, uzun süredir gündemden düşmüş olan başkanlık tartışmasını yeniden ateşledi.
AKP hükümeti bu konuşmaya hem sevindi, hem de şaşırdı. Bahçeli eleştiriyor gibi görünürken, gerçekte Erdoğan’ın başkanlığına destek vermişti. Sanki nihayet “başkanlığa giden yol” açılmış gibi oldu. Ama ilk şüphe de burada ortaya çıktı. Bahçeli, Erdoğan’ı olmayacak bir “maceraya” atarak, tartışmalı bir duruma düşmesini sağlamak için mi başkanlık söylemini ileri sürmüştü? Yoksa gerçekten Erdoğan bu defa Bahçeli’nin desteğiyle başkanlığı alacak mıydı? Dahası, Bahçeli kendi partisini başkanlık konusunda ikna edebilecek miydi?
Hesaplar, kitaplar bir ay sürdü. Erdoğan, gerçekte ABD’nin de, Rusya’nın da kendisine güvenmediğini, böyle bir başkanlık çıkışını desteklemeyeceklerini biliyordu. İşbirlikçi burjuvazi içinden de, Erdoğan’ın başkanlığına karşı olanlar vardı. Ve en önemlisi, kitlelerin başkanlık sistemine ikna edilmesi kolay değildi. Erdoğan karşıtı kitle, o hiç ağızlarından düşürmedikleri “millet”in en az yarısını oluşturuyordu. AKP kitlesinin içinde de, FETÖ operasyonlarından bu yana, Erdoğan’a karşı güvensizlik ve tedirginlik artmıştı; bu durum başkanlık karşıtlığını da beraberinde getiriyordu. Bu kadar karmaşık dengeler içinde, bir başkanlık macerasına atılırken, elindekini kaybetme ihtimali de vardı elbette.
Bir ay boyunca yapılan hesapların ardından, Kasım ayı ortalarında, ortaya bir taslak metin çıktı. Taslağın sahibi ortaya yoktu; hazırlanması için kim görev vermişti, bu görev doğrultusunda kim hazırlamıştı, bunların hiçbirisi belli değildi. Belli olan tek şey, “başkanlık” kavramının yerine “cumhurbaşkanlığı” kavramının kullanılmasıydı. Kitleleri “başkanlık” gibi doğrudan “diktatörlük” ile özdeşleştirilmiş bir simge ile ikna etmelerinin mümkün olmadığını düşündükleri için, “cumhurbaşkanlığı” kavramını kullanarak bir yanılsama yaratmayı ve kitleleri kandırmayı hedeflediler.
8 Aralık günü, AKP’nin basın “komseri” Abdülkadir Selvi, Hürriyet gazetesindeki yazısında “pürüz, krize dönüştü” diyen bir yazı yazdı. Yazıya göre, taslaktaki bazı maddeler AKP ile MHP arasında anlaşmazlık oluşmasına neden olmuştu. Gerçekte ise, kitlelerin başkanlık sistemine duydukları tepki ve emperyalistlerin karşı çıkışları, AKP’nin frene basmasına neden oluyordu. AKP’nin yaptırdığı anketlerde, başkanlığa kitle desteği yüzde 45’in üzerine çıkmıyordu.
Dahası, ilk aşamada meclisten geçmesi gereken paket için, Bahçeli’nin MHP milletvekillerini nasıl ikna edeceği tartışmalıydı. AKP’nin içinde de büyük fireler olacağı hesaba katılıyordu. Öyle ki, Erdoğan, Yıldırım ve Bahçeli dışında, başkanlık sistemini isteyen kimse yok gibi görünüyordu.
Ancak konunun bir kere tartışmaya açılmış olması, Erdoğan’ın yetkilerini aşmasını ve anayasa ihlallerini tartışmalı duruma getirmişti. Bu aşamada Erdoğan geri çekilmek istemedi.
İki ay süren tartışmaların ardından, Aralık ayı ortasında anayasa taslağı meclise getirildi. Komisyonda estirilen terörün ardından, 30 Aralık’ta meclis komisyonundan geçirildi. Taslağın üç maddesi, komisyondaki engellere takılmıştı; 21 maddeyle gelen taslak, 18 maddeye düştü.
Ocak ayı, meclis tartışmalarına odaklandı. AKP milletvekilleri, “oyunuzu açık kullanmadığınız koşulda, FETÖ’den yargılanırsınız” diyerek korkutuldu, hizaya sokuldu. MHP milletvekilleri “erken seçim” tehdidi ile durduruldu. Meclis oylamaları sırasında MHP’de firelerin artması üzerine Bahçeli, “referandum olmazsa erken seçime gidilir” diyerek, kendi vekillerine “bir daha seçilemezsiniz” mesajını verdi. Bahçeli’nin hemen ardından AKP’li bakanlar da “erken seçim” tehdidini savurdu.
Tartışmalar, basın sansürleri, açık oy kayıtları vb arasında, taslağın maddeleri tek tek oylandı. Sonuç olarak, yeterli oy sayısının sadece 9 oy üzerinde (339 oyla) paket mecliste kabul edilmiş oldu.
Meclis görevini yerine getirmişti! Ancak bu süreçte, başkanlık sisteminin önündeki engeller azalmadı, arttı. En başta, kurulan bütün denetime rağmen, AKP’nin içinde fireler olmuştu. İkincisi, “hayır” cephesi güçlenmiş, cesaretlenmişti. Üçüncüsü, AKP’nin anketlerinde bile, “hayır”cıların oranının arttığı görüldü. Öyle ki, taslak meclise gelmeden önce, “hayır” oranı, “evet” oranının sadece 2 puan altındayken, meclis tartışmalarının ardından, “hayır”ın oranı 6-7 puan yükseldi. Dördüncüsü, emperyalist kurumların OHAL koşullarında referandumun meşru olmayacağı yolunda uyarıları arttı. Beşincisi, finans kuruluşları Türkiye’nin notunu düşürdü ve bunu son dönemde yaşanan ortama bağladılar.
Bütün bunlar, AKP’nin daha fazla ürkmesine neden oldu.
Referandum tablosu belirsiz
Başkanlık sisteminin yeniden gündeme gelmesinden bu yana, AKP hükümeti aştığı her engelin ardından, daha büyük bir engelle karşı karşıya kalıyor. “Evet” cephesinde yer alan iki partiden MHP’nin kadroları açıkça yönetime karşı çıkıp “hayır” çalışması yapacaklarını açıklıyor. AKP ise kendi kitlesine ne kadar hakim olacağını, FETÖ operasyonlarının yarattığı güvensizlik duygusunu nasıl gidereceğini bulmaya çalışıyor.
Başkanlık paketinin mecliste kabul edildiği tarihin (21 Ocak) üzerinden günler geçmesine rağmen, paketin neden Erdoğan’a gönderilmediği, Erdoğan’ın neden paketi onaylayarak referandum sürecini resmi olarak başlatmadığı önemli bir sorudur. Normal koşullarda, hızla ve biran önce atması gereken adımların, bu kadar geciktirilmesi, AKP’nin önündeki engellerin azalmadığının, arttığının göstergesidir.
Birçok noktada, bu referandum yasalara aykırıdır, meşru değildir, hayata geçmesi sakıncalıdır.
OHAL koşullarında referandumun meşruiyeti yoktur.
“Gizli oy” kuralını ihlal ederek meclisten geçirilen taslağın meşruiyeti yoktur.
“Ya hapishane ya evet oyu” diye korkutulan, “bir daha seçilemezsin” diye tehdit edilen milletvekillerinin oylarıyla geçirilen taslağın meşruiyeti yoktur.
“Evet derseniz terör biter” diyen bir hükümetin yapacağı referandumun meşruiyeti yoktur.
“Hayır”cıların gözaltına alındığı, kurşunlandığı, sivil faşist çeteler tarafından tehdit edildiği, bombaların patlayacağı uyarılarının yapıldığı; diğer taraftan tüm devlet olanaklarının ve bütçesinin “evet” için harekete geçirildiği bir referandumun meşruiyeti yoktur.
Bütün bu dezavantajlı duruma rağmen, referandum sandığından “hayır” çıkması ihtimali elbette vardır. Ancak bugün asıl görev, meşruiyeti bu kadar tartışmalı bir kararın hayata geçmesini engellemektir.
AKP zaten, bu referandumu yaptırma konusunda kararsız, sonuçları konusunda güvensizdir. O halde, süreci başlamadan bitirmek, ya da referandum aşamasına gelmeden durdurmak mümkündür. Doğru devrimci tavır, buraya yüklenmektir.
Başkanlığa hayır! Referanduma geçit yok!
Bugüne kadar bütün seçimlerde ve referandumlarda, AKP’ye “hayır” diyenler ile “boykot” ya da “sandığa gitme-oy kullanma” diyenler karşı karşıya getirildi. Reformist-liberal kesimler, AKP yandaşlarını bırakıp “boykot” ve “sandığa gitme” diyenlere saldırdılar, polemiklere girdiler. Bugün bunun ne yeri ne de zamanıdır. “Boykot” diyenler, “sandığa gitme-oy kullanma” diyenler ve “hayır” diyenler, referandumu durdurmak için güçlerini birleştirmelidir.
“Başkanlık sistemine hayır” diyen herkes, “referanduma geçit yok” demelidir.