7 Şubat’ta yayınlanan 686 sayılı KHK (Kanun Hükmünde Kararname), Ankara Üniversitesi’nde (AÜ) direnişle karşılandı. KHK ile yaşanan akademisyen kıyımına karşı, ihraç edilen akademisyenler ile onlara destek veren öğrenciler ve kurumlar direnişe geçti.
Kıyımın en büyüğü AÜ’de yaşanmış, 70 akademisyen ihraç edilmişti. Ve ihraç edilen 330 akademisyenin 115’i “Barış Bildirisi”ne imza atmıştı.
330 akademisyenin ihraç edilmesini duyuran KHK’nın yayınlanmasının ardından, Eğitim Sen Ankara 5 No.lu Üniversiteler Şubesi, “Hayır, kampüsleri terk etmiyoruz” çağrısı ile cuma günü saat 12.30’da kitleyi Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü önüne çağırdı.
Öğrenciler, mezunlar, daha önceki KHK’larla ihraç edilenlerin yanısıra, CHP milletvekilleri de destek için oradaydı. Kitleyi gören polis, eylemi engellemek için pervasızca saldırdı, gaz sıktı, copladı, kalkanlarla iterek sürükledi. Kampüsün kapısını kapatarak girişleri engelledi, ihraç edilen akademisyenlerin de içinde olduğu 11 kişi gözaltına alındı.
Bütün bu saldırganlığa rağmen, kitlenin kararlılığı sonucunda kalabalık içeri girmeyi başardı. SBF’nin önünde yeninde toplanan kitle, alkışlar ve sloganlarla basın açıklamasını gerçekleştirdi. En yoğun atılan slogan, kendi okulundaki akademisyenleri ihbar ederek KHK listesine girmesini sağlayan rektör Erkan İbiş’in istifasını isteyen sloganlardı.
Son 6 ay boyunca, OHAL bahanesiyle çıkartılan KHK’larla 85 bin kişinin kamudan ihracı gerçekleşti. Bunların 30 binden fazlası öğretmen. Üniversitelerden uzaklaştırılan akademisyen sayısı 4 bini aştı.
OHAL KHK’larının, kamudaki FETÖ’cüleri temizleye amacını taşıdığı ileri sürülmüştü. Oysa, atılanların önemli bir kısmı, KESK üyesi, devrimci, demokrat, ilerici insanlardan seçildi. Çalıştığı kurumda “çıbanbaşı” olarak görülen, yöneticileri ve sistemi eleştiren, AKP’nin sömürü ve saldırı politikalarına karşı çıkan, sendikal mücadele veren, gerçekten akademik çalışma yapan, ilerici-aydın kadrolar, devletin hedef tahtasına çakıldı.
Bugüne kadar Fethullah Gülen Cemaati’nin kadrolarını devletin bütün kademelerine yerleştiren, devleti cemaatle birlikte yöneten, “ne istediniz de vermedik” diyerek, devletin tüm kaynak ve olanaklarının FETÖ’ye sunulmuş olduğunu itiraf eden bir anlayışın, FETÖ ile mücadele etmesi de beklenemezdi zaten. AKP’nin hedefi, bu baskı ortamını fırsat bilerek, muhalif kesimleri ezmek ve yoketmek oldu.
İhraç edilen ilerici ve mücadeleci kesimlerin kimliği de bu durumu doğruluyor. Yapılan açıklamalarda, KHK’nın ihraç listelerine yazılan isimlerin, çalıştıkları kurumlardaki yöneticiler olduğu ortaya çıktı. Akademisyenlerin listesini rektörler vermişti mesela. AKP’nin muhalefetsiz yönetim anlayışının, en alta kadar uzanmış haliydi bu tablo.
Ancak bu defa, fazla ileri gitmişlerdi. Listedeki isimler kamuoyu tarafından bilinen, alanlarındaki önemli çalışmalarıyla tanınan kişilerdi. Bu durum, direnişin boyutunu da değiştirdi. Bugüne kadar sadece ilk KHK’ya karşı, Dersim ve Hatay’daki Eğitim-Sen’lilerin bir direnişi olmuş; direniş sonucunda öğretmenlerin önemli bir kısmı göreve dönmüştü. Onların sonrasında cılız kimi direniş örnekleri ve KESK’in “yasaksavma” kabilinden kimi eylemleri dışında, ihraçlara karşı, KESK başta olmak üzere kurumların ciddi ve etkili bir direnişi sözkonusu olmadı.
Son KHK ise, kitlenin öfkesinin patlamasına neden oldu. Mülkiye, köklü direniş geleneğini bir kere daha ortaya koydu. Ankara’nın öfkesi, Mülkiye’de birleşti. Bu direnişler büyütülmeli, yaygınlaştırılmalıdır. Devletin pervasızca artan, toplumun bütün kesimlerini hedefe çakan, muhalif hiçbir sese yaşam hakkı tanımayan saldırganlığını durduracak olan tek unsur, direnişin güçlendirilmesidir.