Başkanlığa-Sultanlığa hayır! REFERANDUM İPTAL EDİLSİN!

referandum-ozalit

Anayasa referandumu için 16 Nisan’da tarihi belirlendi. Fakat halen referandumun yapılıp yapılmayacağı belli değildir. Erdoğan’ın bir bahane ile son anda referandum kararını iptal etme ihtimali vardır ve bu ihtimal giderek daha fazla konuşulmaktadır.

Bunun asıl sebebi, AKP’nin tüm çabalarına rağmen kitleyi ikna edememiş olmasıdır. Yani “hayır” diyenlerin çoğunluğu oluşturması ve bu oranın giderek artmasıdır. AKP’ye yakın araştırma şirketleri bile, “hayır” oylarının fazla olduğunu inkar edemiyor. Erdoğan ise, anketlere güvenmediğini belirterek, esasında bu durumu teyit ediyor. “Referandum halka yeterince anlatılamadı” ya da “biz henüz sahaya inmedik” gibi sözlerle, varolan durumun değişeceğini ima etseler de, tedirginlikleri bitmiş değil. 

Bu tablo, başta CHP olmak üzere, “hayır”cı kampı, erken bir başarı havasına soktu. Öyle ki CHP, bugüne dek istemediği hemen her yasal değişiklik için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) iptal başvurusunda bulunurken, bu kadar önemli bir konuda AYM’ye gitmedi. Gerekçe olarak da, “milletimize güveniyoruz” gibi hamasi sözler sarf ettiler.

Tabi sadece CHP değil, bir bütün olarak reformist kamp, “AKP ile sandıkta hesaplaşmak” adına, ısrarla kitleleri sandığa çağıran bir politika izledi, izliyor… Anayasa değişikliği, meclisten bile geçmemişken “hayır bloku” oluşturma çağrıları yaptılar, sandıkta “hayır” oyu kullanacaklarını duyurdular. Meclisten geçtikten sonra Erdoğan’ın onaylamayı geciktirdiği dönemde bile, “referandum kararını geri çek” talebini yükseltmek yerine, “hayır” kampanyasını sürdürdüler.

Anketlerde “hayır”ların yüksek çıktığı, AKP içinde huzursuzluğun arttığı ve referandumun iptalinin konuşulmaya başlandığı bir dönemde (ki referanduma bir ayı aşkın bir süre varken) hala “referandum iptal edilsin” talebinini yükseltmiyorlar.

Erdoğan’ın referandumu iptal etmesi, onun adına çok büyük bir yenilgi olacak. Buna rağmen onu sandıkta yenmek gerektiğinden dem vurup, halkı sandığa çağırmak ne kadar doğrudur? Hem de bugüne dek sandığa atılan oyların akıbeti ortada iken…

 

Düzen muhalefetinin sınırları

Mecliste CHP-HDP bir blok oluşturarak anayasa değişikliği görüşmelerine katılmama kararı almak yerine, meclise gelerek bir kez daha AKP’nin minderinde dövüştüler. Göz göre göre meclis içtüzüğü ihlal edildiği, AKP’li vekiller alenen açık oy kullandıkları halde, bu oyunun bir parçası oldular. Sonuçta anayasa referandumunun meclisten çıkmasına zemin sundular. Her aşamada bu tutumlarını sürdürmeye devam ediyorlar.

CHP’nin sözde AKP’ye meydan okuyarak AYM’ye başvuru yapmaması da, bunun bir parçasıdır. Elbette “AYM’ye güvenilmez” ve elbette başvuru yapılsa da büyük ihtimalle “değişen bir şey olmayacak”tı. AYM Başkanı’nın Erdoğan’ın önünde iliksiz cüppesini kapatmaya çalıştığı gözönüne alındığında, bu ihtimalin güçlü olduğu açıktır. Zaten bugüne dek iptal başvurularının çoğu reddedilmiştir.

Buna rağmen böyle bir hakkı kullanmak ve reddedildiği durumda AYM’yi teşhir etmek mümkündü. Kaldı ki, meclis oylamaları sırasında CHP’li vekiller, açık oy kullananılmasını belgelemek için ellerinden geleni yaptılar. Daha önceki başvurular için AYM’nin “delil yok” gerekçesini geçersiz kılmak için, yeterince delil topladılar. Ama yine de AYM’ye iptal başvurusunda bulunmadılar.

Güya AKP’yi zor durumda bıraktılar! “Sandıktan kaçıyorlar”, “millete güvenmiyorlar” gibi demagojilerini boşa düşürdüler! Değişiklik meclisten geçtiği halde, AKP’nin yasayı uzun bir süre mecliste tutup saraya göndermemesi, Erdoğan’ın onaylamayacağı söylentilerine yol açmıştı. Bunun üzerine CHP sözcüleri, “AYM’ye gideceğimizi düşünüp, bize güvenerek hareket etme” diyerek, sözde Erdoğan’a meydan okudular! Ama Erdoğan gecikmeli de olsa onayladı.

Sonuçta CHP, AYM’ye gitmedi. Ama bunun nedeni söylediği gibi “millete güvenmek” değildi. Öyle olsa, önceki AYM başvurularını “millete güvenmemek” şeklinde yorumlamak gerekirdi ki, bu da AKP’nin demagojilerini haklı çıkarmak anlamına gelirdi.

Gerçek şudur; CHP, AKP’nin içerde ve dışarda sıkıştığını görüyor ve bu durumu değerlendirmek istiyor. Suriye savaşında artan asker cenazeleri, Rusya ve ABD arasında gidip-gelen yanlış dış politikaları, emperyalistlerin Erdoğan’ı güvenilmez bulması ve uzunca bir süredir “Erdoğan’sız AKP”ye oynamaları vb. yanı sıra, içeride artan kriz ortamı ve OHAL’le birlikte gaspedilen haklarla iyice bunalan kitlelerin AKP’ye artan tepkisi gibi faktörler üzerinden Erdoğan’ın bu kez sandıktan çıkamayacağını düşünüyor.

Sözkonusu iç ve dış koşullar, gerçekten de Erdoğan’ı zorlayan nesnel bir durumdur. Fakat tek başına elverişli nesnel koşulların Erdoğan’ı ve AKP’yi devirmeye yetmediğini önceki deneyimlerden biliyoruz. Öznel faktörlerdeki eksiklerden dolayı, her defasında çeşitli entrikalarla, hile-hurda ile sandıktan galip çıkmayı başardılar. Bu kez de benzer bir durumun olmayacağını kim garanti edebilir? Mesela açık bir biçimde sandık sonuçlarının değiştirilerek “Evet” çıkartıldığı görüldüğünde, bugün kitleleri sandığa çağıranlar ne yapacaktır? 2014 belediye seçimlerinde Ankara, Urfa gibi illerde seçim sonuçlarının açıkça değiştirildiği ortadayken ne yaptılar; bugün farklı olarak ne yapacaklar? O gün sokağa çıkan kitleleri eve dönmeye, YSK’nın kararını beklemeye çağıranların, bugünkü referandum sonuçları için bu doğrultuda bir hazırlığı var mıdır?

Hal böyleyken, CHP dahil tüm reformistler, referandumun iptali yönünde baskı yapmak yerine, ısrarla sandığı gösteriyor ve halkı böyle bir riske sürüklüyorlar. Kitleleri her koşulda düzen sınırları içinde tutmaya, devletin kurumları-kanunları çerçevesinde hareket etmeye zorluyorlar. Bunun da başında seçimler geliyor. Her dönem, “hangi partiye verecekseniz verin, mutlaka oy kullanın” propagandasını başat hale getirmeleri, bu yüzdendir.

Şimdi de “oyunuzun rengi ne olursa olsun, mutlaka sandığa gidin” diyorlar. Dahası, “oy kullanmayacakları da ikna edin, ellerinden tutup getirin” diye görev koyuyorlar.  Öyle ki, “evet” oyu kullanacakları sevgiyle kucaklamaktan bahsederken, sandığa gitmeyenleri neredeyse “hain” ilan ediyorlar. Çünkü onların asıl düşmanı AKP değil, komünistler ve gerçek devrimcilerdir.

Kısacası reformizm, yine kendi misyonunu yerine getiriyor. Durumu daha vahim kılan, kendilerine ‘devrimci’, ‘sosyalist’ diyen önemli bir kesimin reformizmin etkisi altına girmiş olmasıdır. Bu yeni değildir kuşkusuz, fakat HDP ile birlikte parlamentarizm şekline bürünerek en uç halini almıştır. Bugün yaşanan onun sonuçlarıdır. 

 

Bitmeyen sandık çağrısı

Bu kaçıncı seçim-referandum ve bu kaçıncı bildik çağrı?

Tek argümanları ise, “sandığa gitmemenin AKP’ye yarayacağı” propagandasıdır. AKP tam 15 yıldır tek başına hükümet! Ve bu sürede kaç genel-yerel seçim, kaç referandum oldu, hepsinde de aynı argümanla kitleler sandığa çağrıldı. Hepsinde de kitleleri hüsrana uğratmalarına rağmen, aynı çağrıyı yinelemeye devam ediyorlar.

En son 1 Kasım’da kitlelerin en fazla katılım sağladığı seçimler yapıldı. Yani kitleler reformistlerin çağrısına uyarak akın akın sandığa gitmiş, fakat söylediklerinin aksine bu durum AKP’ye yaramıştı. AKP yüzde 49 gibi bir rakamla, o güne dek aldığı oyların en yükseğine ulaştı. Demek ki, reformistlerin seçim taktiği doğru değildi ve hayat bunu kanıtlamıştı. Ama bu konuda tek bir özeleştiri, bir açıklama yapmadılar. Yenilen futbol takımlarının oyuncuları gibi “önümüzdeki maçlara (seçimlere) bakacağız” diyerek konuyu kapattılar. Her defasında boş umutlar ve beklentiler yayıyor, kitleleri önce rehavete, sonra karamsarlığa sürüklüyorlar.

Diğer yandan kitleleri sandığa çağırmada gösterdikleri cevvaliyeti, oylara sahip çıkma sözkonusu olduğunda göstermiyorlar. Halk kendi oylarına sahip çıkıp sokağa çıktığında ise, onları durdurmaya çalışan yine başta CHP olmak üzere reformistler oluyor.

7 Haziran seçimlerinden sonra AKP “yeniden seçim” dediğinde bile sandığa gittiler. 7 Haziran sonuçlarında ısrar etmediler. CHP, koalisyon istişareleri ile oyalandı, HDP ise, AKP’nin “seçim hükümeti”ne bakan verdi. Kürt illerinde o güne dek görülmemiş bir vahşet yaşanırken, Ankara’nın göbeğinde yüzlerce kişi katledilirken, HDP hesap sorma isteğiyle yanıp tutuşan kitlelere yine sandığı gösterdi.

Bir kez olsun AKP’nin oyununu bozmadılar. AKP’nin çizdiği sınırların dışına çıkmadılar. Ortalık kan gölüne dönmüş, halk can derdine düşmüş iken, onlar oy derdine düştüler. Sonuç? AKP bir öncekinden daha fazla oy alarak yerini sağlamlaştırdı.

Şimdi “OHAL koşullarında seçim olmaz” bile demiyorlar. Burjuva sistemde hiç bir zaman eşit koşullarda demokratik bir seçim olmaz. Bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde ise, bu durum çok daha belirgindir. Siyasi Partiler’den Seçim Kanunu’na kadar temsil hakkını ortadan kaldıran birçok anti-demokratik yasa vardır. Keza hemen her seçimde hile, entrika olur. Fakat AKP döneminde bunlar ayyuka çıkmıştır.

Bunlara karşı mücadele edilmeden, önümüze her sandık konulduğunda “haydi sandığa” diye bağırmak, sandığa gitmeyenleri yaşanacak kötülüklerin müsebbibi ilan etmek, düzene ve AKP’ye sunulan en büyük destektir. 15 yıldır AKP’nin her seçimden zaferle çıkması, bu sayededir.

Seçimlerin sandıkta değil, sokakta kazanıldığını bilmezler mi? Yasaların gerçekte sokakta yapıldığının; kitle gücünü harekete geçirmeden ve meşru mücadele ile hakları fiilen kazanmadan, halkın çıkarına tek bir yasanın yapılmadığının farkında değiller mi? İnsanlığın ilerleyişinin bu şekilde sağlandığını, kendi tarihimizin bile pek çok örnekle bunu kanıtladığını görmüyorlar mı?

Elbette biliyorlar ve görüyorlar! En azından bu politikaları belirleyenler, yaptıklarının çok iyi farkındalar. Bu oyunu bozacak devrimci, komünist bir güç ortaya çıkmadığı için, ne yazık ki bu kısır döngü kırılamıyor.

 

Anayasa referandumu bir dayatmadır

Şu anda önümüze getirilen sandık, referandum içindir. Referanduma, seçimler gibi yaklaşılmaz. Genel seçimlerde “parlamentodan yararlanma” adına veya yerel seçimlerde belli mevziler elde etmek için, güç oranında bağımsız bir adayla katılmak veya bir partiyi, adayı desteklemek mümkündür. Devrime hizmet ettiği oranda bu olanakları kullanmak gerekir.

Referandumda ise, “evet” ya da “hayır” dışında bir seçenek yoktur. Seçimlerde olduğu gibi çok seçenekli bir durum sözkonusu değildir. Keza parlamento veya belediye gibi yararlanacak bir kurum, ele geçirilecek bir mevzi de bulunmaz. Bu yönleriyle seçimlerden daha geriyi temsil eder. Zaten geçmişi “şehir devletler”in ortaya çıktığı kölecilik dönemine dayanır. Hükümdarların halkın rızasını almak amacıyla kimi zaman başvurduğu bir yöntem olmuştur. Kapitalizmde ise, giderek azalmış ve yerini seçimlere bırakmıştır.

Fakat faşizmle birlikte yeniden hortlamıştır. En çıplak haliyle Nazi Almanyası’nda görülen faşizm, “siyasi gansterlik biçiminde bir devlet sistemi, provokasyon ve işkence sistemidir; ortaçağ barbarlığı ve canavarlıktır.”(Dimitrov) Faşist devletler, ortaçağın pek çok uygulaması gibi referandumu da almışlardır. Dünyada referanduma en fazla başvuran liderin Hitler olması, şaşırtıcı olmasa gerekir. Türkiye’de ise en fazla referandum AKP hükümeti döneminde yapılmıştır. Erdoğan, bu konuda da Hitler’le yarışmaktadır.

Bütün bunlardan dolayı komünist ve devrimciler, referandum uygulamasını doğru bulmazlar. Hele ki ülkenin yönetim şeklinin referandumla belirlenmesini kabul etmek mümkün değildir. Çünkü bu bir işyerinde sendika belirleme veya bir mahallenin park sorunu değildir. Ya da bir zamanlar İstanbul Belediyesi’nin yaptığı gibi, belediye otobüslerinin renginin “mavi mi, yeşil mi” olmasına karar vermek, hiç değildir.

Anayasa, bir devletin yönetim şeklini belirleyen esas ilkelerdir. Başka bir ifade ile sistemin omurgasıdır. Böylesi önemli bir konunun hiçbir biçimde tartışılmadan, kapalı kapılar altında karara bağlanıp, yangından mal kaçırır gibi meclisten çıkartılıp halka dayatılması kabul edilemez. Aksi halde “halk nasıl yönetileceğine karar verdi” yalanına ortak olunmuş, oynanan oyunun bir parçası haline gelinmiş olur. Ayrıca OHAL koşullarında referandum yapılamaz. “Evet”in propagandası için devletin her kurumu rahatça çalışabilirken, “hayır” diyenlerin hapse atıldığı, kurşunlandığı bir ortamda, kitleleri sandığa çağırmak bu suça ortak olmaktır.

Referandum gününe kadar, ileri sürülmesi gereken talep “referandum iptal edilsin” olmalıdır.

Anayasa değişikliğini istemeyen herkes, bu talep etrafında birleşebilir. Hangi taktiği savunursa savunsun, bu talep üzerinden ortak bir mücadele yürütülebilir. Önemli olan; OHAL sistemini kalıcı hale getiren, “tek adam-tek parti” faşizmine set oluşturabilmektir.

Bunlara da bakabilirsiniz

1 Mayıs’ta Taksim’e çağıran bildiriler dağıtıldı

İşçi ve emekçileri 1 Mayıs’ta Taksim’e çağıran, PDD imzalı bildiriler, metrobüs duraklarında dağıtıldı.   1 …

“3 Cisim Problemi” dizisi ne anlatıyor

Netflix’in yayınladığı “3 Cisim Problemi” adlı dizi üzerinden epeyce tartışma yürütüldü. Daha yayınlanmadan önce, “Game …

1 MAYIS’IN TARAFI OLAN TÜM GÜÇLERE ÇAĞRI

2024 1 Mayısı’na sayılı günler kaldı. Bu sene işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü …