Paris Komünü’nde kadınların ayrı bir yeri vardır. Şehrin savunmasında önemli noktaları ateşe vermek için ellerinde gaz bidonlarıyla dolaşan “petrolcü kadınlar” direnişin sembolüydüler. Kadınlar barikatta son nefer, idam mangasına gülerek giden savaşçılar oldular. Komün’ün kısa bir süre de olsa onlara verdiği özgürlük için ölümü seve seve kucakladılar. Ve bir Prusyalı generale, “iyi ki bütün savaşçılar kadınlardan oluşmuyordu” dedirttiler.
Sadece savaşçı değil, aynı zamanda komutandılar. Hem savaşı yönettiler, hem de 72 gün kadar kısa süren iktidarında her kademesinde görev aldılar. Kadın-erkek ortak silahlı birlikleri yöneten kadın önderler de vardı. Bunların arasında en ünlüsü “kızıl bakire” olarak nam salan Louise Michell’di.
Michell, bir ilkokul öğretmeni, aynı zamanda şairdir. Fransız burjuvazisi Paris’e saldırdığında, o anı sonrasında şöyle anlatacaktır: “Tüfeğimi kaparken ‘ihanet’ diye bağırıyordum. Hemen bir müfreze oluşturmuştuk. Özgürlük için ölmeyi bekliyordum. Sanki ayaklarım topraklara basmıyordu.”
Louise Michell komutasındaki direnişçiler, öyle bir direniş sergilediler ki, Paris’e saldıran askerleri bile etkileyerek kendi saflarına kattılar. Kırmızı kemerleri ve yaldızlı kadife elbiseleriyle “Yaşasın Komün” sloganları atarak Gar Meydanı’na yürüdüler ve Paris’in yönetimine el koydular.
Paris Komünü vahşi bir şekilde ortadan kaldırıldığında Louise Michell, tutsak edilen kadınların arasındaydı. Mahkemede; “Ben bir komünarım, barikatlarda dövüştüm, beni sağ bıraksanız ‘intikam’ diye bağırmaktan geri kalmayacağım!” diyordu. Uzun yıllar kaldığı Versay Hapishanesinde şu dizeleri yazıyordu: “Kardeşler oy, yoldaşlar oy! / Ölümüz de dirimiz gibidir / Birgün kırmızı barikatlar altında/Yeniden geleceğiz bir bir / Zorbaları ezmek için!”
Rusya’da 1905 ayaklanması başladığında, Louise Michell ölümcül hastalığın pençesinde yatıyordu. Bu haberi alınca “artık rahatlıkla gözlerimi kapatabilirim” dedi… Louise Michell’in kahramanca savaştığı, sonrasında katledilen madencilerin gömüldüğü Montmarte tepesi, Fransız burjuvazisi tarafından Komün’ün kızıl rengini bastırmak istercesine beyaza boyandı. Ancak 1975’te bu tepeye “Louise Michell” adı verilecekti.
Komün’de savaşan kadın önderlerden biri de Elizabeth Dimitriyeva’dır. Elizabeth, büyük bir toprak sahibinin kızı olarak Rusya’da doğdu. Sonrasında İsviçre, Fransa ve İngiltere’de yaşadı. Marks ve ailesiyle yakın ilişkileri vardı. Enternasyonalin Rusya bölümü üyesiydi. Paris’te ayaklanma olduğunu duyunca hemen oraya gitti ve mücadelenin ön cephesinde yerini aldı. 11 Nisan’da Paris’in Savunulması ve Yaralılara Yardım için Kadınlar Birliği’ni kurdu. 14 Mayıs’a kadar 24 genel toplantı düzenledi. Kadın Birliği savaşçıları, Komün saflarında kahramanca dövüşürler. Bu durum, 24 Mayıs 1871 tarihli Resmi Gazete’de şöyle yer almaktadır:
“Montmartreli yurttaşlardan kurulu bir kadın savaşçı birliği, bugün ulusal muhafızların takviye kuvvetleri gelinceye kadar, kendi kurdukları barikatları savunarak tam dört saat Versaycılara karşı ateşi sürdürdü. Bazıları ağır yaralıdır.” (Devrimler ve Karşıdevrimler Ansiklopedisi, Cilt 1)
O yaralılardan biri de Elizabeth’tir. Ama yaralıyken bile savaşmaya devam etmiştir. “Paris Komünü Tarihi” adlı kitabın yazarı Lissagaray, bu çatışmaları şöyle anlatmaktadır:
“23 Mayıs, saat sabahın 3’ü. Barikatlara! Komün daha ölmedi! Sabah meltemi yorgun yüzleri canlandırıyor, taze bir umut doğuyor… Komün savunmacılarından Malon, kuşatılmak üzereyken Montmartre’ye doğru çekilmeyi emretti. Yurttaş Dimitriyeva ve Louise Michell’in yönetiminde yardıma gelmiş olan 25 kişilik bir kadın birliği de oraya gitme emri almış… Artık atacakları kurşunları kalmadığından tüfeklerini taş ve katran topaklarıyla dolduruyorlardı. Barutları da tükendikten sonra Ceremes Sokağı’na çekildiler… Versaycıların genelkurmayı Montmarte’ye gelir gelmez, esir aldıkları 43 erkek, 3 kadın ve 4 çocuğu, 18Mart’ta generallerin kurşuna dizildiği duvarın önüne getirip diz çökmeye zorladılar. Çocuğunu kollarının arasında tutan bir kadın, diz çökmeyi reddetti ve yoldaşlarına şöyle bağırdı: ‘Bu alçaklara ayakta ölebileceğimizi gösterin!”
Tarihe “kanlı hafta” olarak geçen o günlerde 30 bin komüncü kurşuna dizildi. Bunların arasında 956’sı işçi olmak üzere 1051 kadın vardı. Yaklaşık 2 bin kadın ve 700 civarında çocuğun içinde olduğu 38 bin kişi de tutsak edildi.
Kadınlar, Komün için savaşırken kendi talepleri için de dövüştüler. Dini vesayetin kaldırılmasını, kadının eğitim olanaklarından yararlanmasını istediler. Komünün yaptığı ilk işlerden biri de, din ile devlet işlerini ayırmak, dinsel öğretim kurumlarını laikleştirmek, zorunlu-parasız laik eğitimi gerçekleştirmek oldu. Kadınlar için sanat okulları, atölyeler açıldı. Ve kadınları da kapsayacak şekilde, her an geri çağrılabilir temsilciler seçildi.
Paris Komünü’ne önderlik eden kadınlar, 72 gün gibi çok kısa bir ömrü olan bu ilk proleter devrimde belli başlı taleplerinin karşılanmasının mutluluğunu yaşadılar.
Sonuçta Paris Komünü yenilgiye uğradı, ama “galipti bu yolda mağlup.” Direnerek alınan her yenilgide olduğu gibi, geride kalanlara büyük bir öç alma duygusu bıraktılar. O yüzden Louise Michell kadın önderlerin “gözleri arkada” kalmadı!