Bir kez dahaTaksim kazandı!

Bu yıl 1 Mayıs’a olağanüstü koşullarda girildi. Asker-sivil darbelerden OHAL’e, referandumundan “başkanlık” ucubesine kadar, ülkemizde çok ciddi sarsıntılar yaşandı, yaşanıyor…

Buna karşın kitlelerin tepkisi, öfkesi de artıyor. En son hileli seçim sonuçlarına karşı yükselen tepkiler, sokağa taştı.

Tam da böyle bir dönemde kitlelerin tepkisini 1 Mayıs’la birleştirmek, hem bu tepkileri hem de 1 Mayısı büyütmek anlamına geliyordu. Bunun da yolu, 2013’ten bu yana yeniden 1 Mayıslara kapatılan Taksim’i zorlamaktan, her ne pahasına olursa olsun 1 Mayısı Taksim’de kutlamaktan geçiyordu.

Fakat sendikalara, meslek odalarına çöreklenmiş reformizm, bir kez daha meşum rolünü oynadı. İçişleri Bakanı ile görüşmelerinin hemen ardından Taksim’den vazgeçtiklerini söylediler. Gerekçe olarak da tıpkı resmi makamlar gibi “güvenlik” dediler. Egemenlerin yalan ve demagojilerine ortak oldular. Ve geçen yıl “son kez” diye yemin billah ettikleri Bakırköy’e yeniden kitleleri çağırdılar.

2017 1 Mayısı, yine iki 1 Mayıs şeklinde geçti. Bir yerde rezil arama biçimleri kabul edilerek girilen bir çukur vardı; diğer yerde tüm engelleri aşarak Taksim’e ulaşmaya çalışan, polisin gazına-mermisine aldırmadan yürüyen binlerce kişinin yarattığı özgürlük alanları…

Sonuçta 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesini gösterenler kazandı. Taksim’in meşruluğu öylesine net ve yaygındı ki, burjuva aydınlar bile, Taksim yasağının kalkması gerektiğini söylemek zorunda kaldılar. Artık hiç kimse bu yasağı açıklayamaz, savunamaz hale gelmişti. Onları bu noktaya getiren, hiç kuşkusuz tüm engellere rağmen Taksim ısrarından vazgeçmeyen komünist ve devrimciler, tutarlı demokratlardı.

 

1 Mayıs’a akan süreç

Ülkemizde son dönemde büyük alt-üst oluşlar yaşandı. Arka arkaya patlayan bombalarla yüzlerce kişi katledildi. Kürt illeri faşist ablukaya alındı. Kentler yıkıldı, Kürt halkı bir kez daha göçe zorlandı, binlerce evladını yitirdi. Belediyelere kayyum atanarak elde edilen mevziler gaspedildi.

7 Haziran seçimlerinden itibaren önce sivil, sonra 15 Temmuz’da askeri olmak üzere “darbe içinde darbeler” dönemi başladı. Ardından Olağanüstü Hal ile darbe rejimi kalıcılaştı. Demokratik hak ve özgürlükler yok edildi, yüzlerce dernek-dergi kapatıldı, gösteri ve yürüyüşler yasaklandı. HDP’li milletvekilleri, belediye başkanları dahil olmak üzere binlerce kişi tutuklandı, cezaevleri dolup taştı. İşkence yeniden yaygınlaştı. “FETÖ operasyonu” adı altında devrimci-demokrat onbinlerce kamu çalışanı, akademisyen işinden atıldı vb…

Bütün bu baskı ve şiddet ortamı, adına “başkanlık” dedikleri, gerçekte “tek parti-tek adam” rejimini hedefleyen bir referandumla taçlandırılmak ve bu keyfi yönetim tarzı süreklileştirilmek istendi. Devletin tüm olanakları ile “evet” kampanyası yürütülürken; “hayır” demenin yasak olduğu, kurşunlanmaktan tutuklanmaya, tehditten satın almaya her tür yolun mübah sayıldığı bir süreç yaşandı.

Bütün bunlara rağmen halkın ezici çoğunluğu “hayır” demeye devam etti. Ne var ki bunu sandığa atacakları oylar ile başaracaklarını sandılar. Düzen sınırları içinde kalarak, en fazla pasif mücadele biçimleriyle AKP’yle başedebilecekleri yanılgısına düştüler. Elbette bunun müsebbibi, reformistlerin bu doğrultudaki yoğun propagandasıydı.

Sandıkta hile yapılmasına izin vermeyeceklerini söyleyerek halkı oy vermeye çağıran reformist koro öylesine baskındı ki, sandığa gitmemek “ihanet”le özdeşleşti. Halk bugüne kadar görülmeyen yüzde 87.5 gibi yüksek bir oranla katılım gösterdi. “Hayır”ların kazanacağı kesin olunca, AKP her tür yöntemi kullandı ve bugüne dek yaptığı hilelerin en ayan-beyanını, en pervasızını yaşama geçirdi.

Her şey apaçık ortada olduğu halde, halkı sandığa çağıranlar ve kendilerini atılan oyların güvencesi gösterenler, kısa sürede durumu kabullendiler. Tek yaptıkları; hukuk diye bir şey kalmış gibi, “hukuk mücadelesi” labirentinde AYM, Danıştay, AHİM diyerek dolaşmak oldu. Böylece yükselen tepkileri boğuntuya getirerek sönümlendirdiler. Halkı bir kez daha aldatıp yüzüstü bıraktılar.

AKP’nin hilelerine, baskı ve şiddetine, başta CHP olmak üzere reformizmin boyuneğişine rağmen, kitleler sokağa çıkıp referandum sonuçlarını protesto etti. Ancak devrimci önderlikten yoksunluk, eylemlerin büyüyerek sürmesini engelledi. Buna rağmen kitlelerin öfkesi dinmiş değildi.

Referandumdan 15 gün sonra 1 Mayıs’tı. Kitlelerin dinmeyen öfkesi 1 Mayıs’a taşınmalıydı. Bunun nesnel zemini zaten mevcuttu. Yapılması gereken; doğru bir hedef göstererek, kendiliğinden oluşan tepkileri bilinçli bir yöne kanalize etmekti. Bunun da yolu, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesini ortaya koymaktan ve her ne pahasına olursa olsun Taksim’de kutlamaktan geçiyordu.

 

1 Mayıs’a hazırlık aşaması

Yukarıda özetlediğimiz koşullar, 2017 1 Mayısı’na çok ciddi bir hazırlığı gerektirirken, ne yazık ki, önceki yılların bile oldukça gerisindeydi. Kitleleri tamamen referanduma, dahası sandığa kilitleyenler, 16 Nisan’a kadar zaten 1 Mayıs’ın adını dahi anmadılar. Devrimci kesimler bile 1 Mayıs hazırlıklarına 16 Nisan’dan sonra başladı.

Oysa referandum çalışmaları ile 1 Mayıs faaliyetleri birlikte yürütülebilirdi. Kitlelerin seçim dönemlerindeki politizasyonu bu yönde değerlendirilebilir, Taksim hedefiyle 1 Mayıs’a hazırlanabilirdi. Ama bırakalım referandum öncesini, sonrasında yükselen eylemlerde bile 1 Mayıs ve Taksim ağızlara alınmadı. Bu yöndeki çağrımız, “kitleler çekinir” ya da “şimdi erken” diyerek reddedildi. 1 Mayıs’a sayılı günler kalmışken ve kitlelerin öfkesi burnundayken, 1 Mayıs’ın gündemleştirilmesi ve Taksim hedefi, kitlelerin önüne konulamadı.

Çünkü en başta kendilerine “öncü” diyenler net değildi. Reformizm bilinçleri öylesine esir almıştı ki, referandum 1 Mayıs gibi en önemli günün önüne geçiyor; düzen-içi değişiklikler her şeyin üzerine çıkıyordu. Bir de referandumdan bekledikleri sonuç çıkmayınca, bel bağladıkları CHP her zamanki gibi yüz üstü bırakınca, karamsarlık bulutları hızla çökmeye başladı.

Her yıl 1 Mayıs örgütlenmesinin başını çeken DİSK, KESK, TTB, TMMOB’un bu yıl 1 Mayıs için ilk toplantısı 20 Nisan’dadır. Yani 1 Mayıs’a 10 gün kala hazırlık için start verilmiştir. O toplantıda da Taksim için çaba göstermeyecekleri belli olmuştur. Nitekim bir-kaç gün sonra İstanbul Valisi ve İçişleri Bakanı ile görüşmüşler, ardından o utanç verici açıklamayı yaparak (“güvenlik her şeyden önce gelir”) bir kez daha işçi sınıfına, 1 Mayıs’a, Taksim’e ihanet edilmişlerdir.

Kısacası 1 Mayıs hazırlıklarının bu kadar geç başlaması, referandumun 1 Mayıs’ın önüne geçirilmesi ve ondan çok daha fazla önemsenmesi; bu yılki 1 Mayıs’ın reformistler tarafından ne denli geriye çekileceğinin ipuçlarını vermişti. Çünkü bir savaşın kazanılmasında önceden yapılan yığınak ne kadar belirleyici ise, 1 Mayıs’ın kazanılması da hazırlık sürecinin nasıl geçirildiği ile doğrudan bağlantılıdır.

Bu yıl için olumlu sayılabilecek bir gelişme, sendika ve meslek odalarından çağrı gelmeden, bazı devrimci kurumların kendi içinde toplanması ve olabildiğince ortak kararlarla genel toplantıya katılmasıdır. Başından beri devrimcilerin birliğine verdiğimiz önem bilinmektedir. Giderek güçlenen reformist basıncın kırılması bakımından da bu hayati önemdedir. Özellikle 1 Mayıs gibi bir günde devrimcilerin ortaklaşmasını sağlamak, onu reformistlerin inisiyatifine bırakmamak, hem 1 Mayısların hem de sonrasında gelişecek mücadele açısından yaşamsaldır. “Devrimci 1 Mayıs Platformu”nun dağılmasına karşı çıkışımızın nedeni de budur. Bu platformun dağılmasına katkı sağlayan veya göz yumanlar, bugün 1 Mayıs için devrimci bir birlik yaratmaya soyunuyor veya bu çağrıya olumlu yanıt veriyorsa, böyle bir platformun ne denli gerekli olduğunu pratikte kabul ediyor demektir. Ancak bugünkü tutumları, Devrimci 1 Mayıs Platformu başta olmak üzere devrimcilerin birliğinin dağılmasında her birine düşen payları ortadan kaldırmaz. Bu yanlışı düzeltmenin tek yolu, geçmişin samimi bir özeleştirisin vermek ve devrimcilerin birliğini 1 Mayıslarla sınırlamadan, her gelişmede sağlamaya çalışmaktır.

Bu yılki 1 Mayıs öncesi atılan bu olumlu adım, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesini güçlendirdiği gibi, 1 Mayıs günü birleşik, kitlesel ve militan bir eylemin organize edilmesinde de önemli bir rol oynamıştır.

 

İki ayrı 1 Mayıs

Bu yıl da 1 Mayıs, iki ayrı 1 Mayıs şeklinde gerçekleşti. Başını DİSK, KESK, TTB, TMMOB’un çektiği, ideolojik öncülüğünü ise EMEP ve HDP’nin yaptığı reformist blok, Bakırköy Pazarı’nda bir miting yaptı. Taksim yerine Bakırköy’ü talep etmelerinin gerekçelerini de (“güvenlik” dışında) “kitlesellik” olarak açıkladılar.

Bu, reformizmin her 1 Mayıs’ta ileri sürdüğü değişmez beylik argümandı. Kendi korkularını, sınıf uzlaşmacı tutumlarını yıllardır bu şekilde kamufle etmeye çalışırlar. Bu yıl da öyle yaptılar. Fakat başta PDD olmak üzere Taksim diyenlerin, “en kitlesel 1 Mayısların bugüne dek Taksim’de gerçekleştiği” hatırlatmasıyla, kendi gerekçelerini savunamaz ve ne diyeceklerini bilemez hale düştüler.

Bir diğer önemli hatırlatma ise, geçen yıl Bakırköy’e giderken “bu son olacak, önümüzdeki yıl Taksim’deyiz” sözleriydi. Bu konuda da söyleyecek birşeyleri yoktu, “yanlış yaptık” demekle yetindiler. Ama asıl yanlış, o sözü söylemek değil, onun arkasında durmamaktı. Esasında onu söylerken de, sözlerinin gereğini yerine getirmek gibi bir sorumluluk taşımıyorlardı. Amaçları, o anda kitleleri kandırmak, tepkileri yatıştırmaktı. Tıpkı burjuva politikacılar gibi “dün dündür, bugün bugün” felsefesi ile hareket ediyor, tutmayacakları sözler vererek halkı aldatıyorlardı.

“Kitlesellik” adına yaptıkları mitingler ise, beş-on bin kişiyi geçmiyor; dahası coşkusuz, ruhsuz, içi boşaltılmış 1 Mayıslar yaşatıyorlardı. Bu yıl Bakırköy’ün önceki yıldan daha kitlesel olması, bu durumu değiştirmiyor. Referandum sonrası öfkesi dinmeyen, fakat yasa-dışı eylemlere gelmeye de çekinen önemli bir kitlenin yasal bir miting olduğu için Bakırköy’e gitmesinde şaşılacak bir yan yoktur. Ancak yürüyüş güzergahlarından arama noktalarına kadar yaşananlar; kürsünün yine işçi ve emekçilere kapalı, fakat Beşiktaş Belediye Başkanı gibi gericilere açık olması (o başkan ki, geçen yıl 1 Mayıs’ta kitleye saldıran polislere teşekkür etmiştir); kürsüde çekilen hamasi nutuklar; en önemlisi de 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama iradesinin gösterilmemiş olması; kitledeki coşkuyu söndürmüş ve kısa sürede alanın boşalmasına yol açmıştır.

Özellikle arama noktalarında her pankart ve dövizin fotoğraflarının çekilip, emniyetten onay geldikten sonra alınması; bazılarına izin verilmemesi, bazı pankartlardan falçata ile beğenmedikleri kelimelerin kesilmesi ve bütün bunlara mitingi tertip edenlerin müdahale etmemeleri, utanç verici bir tablo oluşturmuştur. Bu duruma karşı çıkanlar tartaklanırken bile, onları sahiplenme ve karşı-duruş gösterilmemiştir. Bu durum mitinge katılanlarda hayal kırıklığı yaratmıştır.

Böyle bir mitinge yüzbinler gelse ne olur? Kaldı ki, 1 Mayıs’ın Taksim dışında başka alanlarda yapılmasına karşı çıkışımız, kitlesellik gibi göreceli ve niceliksel bir sorun değil, politik ve niteliksel bir tutumdur. Bakırköy’ün çukuruna karşı çıkıp da Kadıköy veya Kartal seçenekleri üzerinde duranların yaklaşımı da bu açıdan doğru değildir.

Her koşulda 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasını savunmak, bunun mücadelesini vermek gerekir. Kuşkusuz her dönem kendi koşulları içinde değerlendirilmeli, taktikler de ona göre belirlenmelidir. Örneğin önceki yıllarda 1 Mayısların Saraçhane, Çağlayan, Kartal ve Kadıköy’de kutlanıldığı oldu. Ancak Taksim, devrimciler tarafından her dönem talep edildi ve Taksim’in 1 Mayıs Alanı olduğu unutturulmadı. 2010 yılında Taksim’in 1 Mayıs’a açılması, bu yöndeki girişimlerin üzerine gerçekleşti. Böyle bir kazanımdan sonra Taksim’den vazgeçmek, 1 Mayıslar için başka alanlar aramak, gelinen noktanın gerisine düşmek demektir.

Ayrıca 2017 1 Mayısı öncesi koşullar, Taksim’i talep etmek ve kutlamaları Taksim’de yapmak için oldukça elverişliydi. Referandum sürecinde kitlelerin artan politikleşmesi, onca baskıya, şiddete rağmen “hayır”da direnmesi, sonrasında tepkisini sokaklara dökülerek göstermesi, kitlelerin buna ne kadar açık olduğunu ortaya koyuyordu. Diğer yandan 15 Temmuz darbesi sonrasında AKP hükümeti yaklaşık bir ay boyunca Taksim dahil tüm önemli meydanlarda kitle gösterileri yapmıştı. AKP’nin kitlesine açık olan Taksim’in 1 Mayıslara kapalı olması, artık tüm gerekçelerini hükümsüz kılmıştı. Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına açılması, sadece devrimci-demokrat kesimlerde değil, toplumun geniş bir kesiminin gözünde haklı bir talepti, meşru ve yapılması gerekendi.

Bütün bunlardan dolayıdır ki, 2017 1 Mayısı’nı Taksim’de kutlama iradesi gösterenler, geçen yıla oranla daha kitlesel bir şekilde biraraya geldiler, kortejler oluşturabildiler, pankartları, flamaları ve sloganlarıyla yürüyüşe geçebildiler. Yakaşık 500 kişi Gayrettepe’de toplanmayı başardı ve bir korsan gösteri için oldukça uzun sayılabilecek bir sürede eylemlerini sürdürebildi. Keza yüzlerce kişi gruplar halinde Beşiktaş’tan çıkış yapmaya çalıştı. Taksim ve çevresinde pankart açıp yürüyenler oldu. Her yanı çepeçevre bariyerlerle ve polislerle kaplı Taksim Meydanı’nda bile “Yaşasın 1 Mayıs” sloganları duyuldu.

Kısacası binlerce kişi, bu 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için yollara döküldü. Polisin copuna, gazına, mermisine aldırmadan üzerine yürüdü. Ara sokaklarda barikatlar kurarak polisle çatıştı. Biraraya gelinen her yerde yeniden yürüyüşe geçtiler. Bu durum saatlerce sürdü.

İşte bu kararlılık, Taksim’in 1 Mayıslara açılması gerektiğini, buna izin vermemenin hiçbir haklı gerekçesi olmadığını, aksine izin verilmeyerek çok daha büyük sorunlara yol açtığını bir kez daha söyletti. Daha önce eylemcilere söylenen sözler, şimdi artık doğru adrese, bu yasağı koyanlara yöneliyorsa; bu yıl da Taksim hedefine kilitlenenler sayesindedir. Sadece bu gerçek bile, 2017 1 Mayısı’nda Taksim’de kutlama çabasının ne kadar doğru olduğunu göstermeye yeter.

Bir yerde Bakırköy çukuru vardır; ki bu çukur sadece mekansal bir tanımlama değil, aynı zamanda ideolojik-siyasal olarak içine düşülen durumun ifadesidir. Diğer yanda Taksim hedefiyle yollara düşen, “yürüyebildiğimiz her yer bizimdir” diyerek kendi özgürlük alanlarını açan devrimci 1 Mayıs…

* * *

Ve kazananlar, yine Taksim diyenler, Taksim’e ulaşmak için polis bariyerlerini aşanlar olmuştur.

2017 1 Mayısı’ndan geriye, kesilen pankartları ile mitinge girmek zorunda kalan Bakırköy’ün utancı kalmıştır; bir de devletin tüm önlemlerine rağmen Taksim’e çıkarak pankat açanların, Gayrettepe’den, Beşiktaş’tan, Taksim çevresinden polisin üzerine yürüyenlerin gururu ve yarattığı moral üstünlük…

1 Mayıs’a damgasını vuran ve geleceği belirleyecek olan ikincisidir. Referandumdan 1 Mayıs’a zaferin sokakta kazanılacağı bir kez daha görülmüştür. Reformistlerin uzlaşmacı, düzen-içi çizgisiyle değil, komünist ve devrimcilerin dişe diş mücadelesiyle hedefler birer birer fethedilecektir!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …