25 Nisan günü, Irak’ın Şengal ve Rojava’nın Karaçok bölgelerine, TSK tarafından hava harekatı ve bombardıman yapıldı. AKP hükümeti bir süredir Şengal ve Rojava’yı tehdit ediyor, buradaki PYD varlığını “düşman” olarak tanımlıyordu. Uygun koşulları bulduğunu düşündüğü noktada saldırıyı gerçekleştirdi.
Bu saldırı, bölgedeki bütün önemli güçler tarafından resmi olarak kınandı. ABD, Rusya, Suriye, Irak, İran hükümetleri ve Barzani başta olmak üzere Irak’taki Kürt örgütleri saldırıyı kınadılar. Ancak bu kınamaların bazılarının göstermelik olduğu ortada.
Mesela Barzani, bir taraftan saldırıyı kınarken, diğer taraftan PKK’yi suçlayan açıklamalar yaptı. Barzani uzun zamandır Irak’ta PKK’nin etkin bir güç haline gelmesinden rahatsızdı. IŞİD işgalinden PKK tarafından kurtarılan Şengal’de, PKK Ezidi güçleri örgütleyerek kendisine bağlı direniş birlikleri oluşturmuştu. Barzani’nin hegemonya alanı içinde bulunan Şengal, artık PKK’nin yönettiği bir yere dönüşmüştü. Benzer biçimde Kerkük’te de PKK’nin varlığı ve etkinliği yadsınamaz boyutlara ulaşmıştı. Yanısıra Musul ve Telafer’de IŞİD’e karşı verilen savaşlarda, PKK güçleri, Irak hükümeti tarafından kullanılmış, hatta Haşdi Şabi’ye benzer bir statü içinde konumlandırılmıştı. Kürdistan bölgesinde başkanlık süresi resmi olarak biten ve diğer Kürt partilerin basıncı altında bunalmış olan Barzani, PKK’nin de bu kadar güç kazanmasından rahatsızlık duyuyordu.
Saldırıyı ilk kınayanlardan biri ABD idi. Ancak bu kınama kendi içinde önemli çelişkiler barındırıyor. Mesela, Türkiye’nin saldırıyı ABD’ye ne zaman haber verdiği belirsiz kaldı. Türkiye haber verdiğini söylüyor, ABD ise bunu doğrudan reddetmiyordu. Asıl sorun, ABD’nin bu saldırıyı YPG’ye haber vermemiş olmasıydı. Zaten YPG de, hem kendilerine doğrudan haber verilmemiş olmasına, hem de saldırı karşısında basit bir kınama ile yetinilmesine bakarak, TSK’nın saldırısının ABD’nin onayı dahilinde yapıldığını ileri sürdü. Ve YPG, bunun tekrarı durumunda ABD ile olan ilişkileri de gözden geçireceğini açıkladı.
İran, Irak ve Rusya da saldırıyı kınadılar. Ancak bu açıklamalar hem geç geldi, hem de yeterince sert değildi.
Bu tabloya bakarak, TSK’nın Şengal ve Karaçok’u bombalamasının, bölgedeki emperyalist güçlerin bilgisi ve onayı dahilinde gerçekleştiğini söylemek mümkün.
Kimin ne çıkarı var?
Bu bombardıman birçok yönden Türkiye’nin Fırat Kalkanı adı altında Suriye topraklarını işgal etmeye başlamasına benziyor. Harekat, asıl olarak Türkiye’nin emperyalistlere dayatması sonucunda başlamıştı; emperyalistler ise gerek Türkiye’yi tümden kaybetmemek, gerekse PYD’ye karşı bir tehdit unsuru olarak kullanmak üzere, harekata göz yummuş, onay vermişlerdi.
TSK’nın bombardımanında da benzer dinamikler sözkonusu olmuştur.
Bugün Suriye topraklarının üçte birine yakın bölümü PYD’nin kontrolü altındadır. Bu durum, PYD’nin bölgedeki söz hakkını artırmaktadır. Suriye savaşı bittiğinde, PYD Suriye’nin en etkin siyasal unsuru haline gelecektir. Keza hem Rusya hem de ABD ile ittifak kuruyor olmasını, her iki emperyaliste karşı da koz olarak kullanmaktadır. Türkiye sınırları içinde Kürtlere karşı imha savaşı yürütmekte olan AKP hükümeti karşısında da, PYD elindeki askeri ve siyasi kozlarla çıkmaktadır. “Ezidileri IŞİD katliamından kurtaran” ve “IŞİD’e karşı en etkin savaşan” güç olarak da, dünya halklarının desteğini arkasına almaktadır.
Suriye savaşının başlarında Öcalan üzerinden PYD’yi kontrol altına alabileceğini düşünen AKP hükümeti, PYD’nin bu kadar güçlenmesinden rahatsızdır. Ve PKK ile birlikte PYD’yi de zayıflatmak için kendisine saldırı gerekçeleri ve fırsatları yaratmaya çalışmaktadır. Bu bombardıman, bunun ürünüdür.
ABD açısından durum biraz daha karmaşıktır. Hem Türkiye hem de PYD ile ittifak halinde Suriye’ye yerleşmek istemektedir; ancak bu ikisi “uzlaşmaz” biçimde karşı saflarda durmaktadır. Son dönemde ABD’nin PYD ile ilişkisinin daha yakın olduğu ortadadır. Rojava’da 4 tane askeri üs kurmuş, Rakka operasyonuna PYD ile birlikte başlamış; böylece Suriye topraklarında önemli mevziler elde etmiştir. Ancak Rusya’nın Suriye’de federasyona kapı açarak PYD’yi kazanma çabası, PYD’nin de bu çabaya karşılık vermesi ABD’yi rahatsız etmektedir. Öyle ki PYD, ABD olmasa da Suriye’de önemli kazanımlar elde edebilecek pozisyona ulaşmıştır. Bu durumda, ABD açısından PYD’yi biraz “hizaya çekme” ihtiyacı zaman zaman güçlenmektedir.
Diğer taraftan, ABD için Türkiye de vazgeçilmez önemde bir ülkedir. Ancak 15 Temmuz’daki darbe girişiminden buyana AKP hükümeti ile ABD arasındaki ilişkiler oldukça sallantılı ve Rusya’nın gölgesi altındadır. Bu tabloda, AKP’nin PYD’ye bir saldırı gerçekleştirme girişimine onay vermesi, hem AKP’yi memnun edecek, hem de PYD’ye bir “ders” niteliği taşıyacak bir adım olmuştur. Saldırının hemen sonrasında YPG ile ABD askerlerinin birlikte fotoğraflarının çekilmesi, YPG’nin gönlünü alma, asıl ittifakın burada olduğunu gösterme hamlesidir.
Rusya da benzer biçimde hem Türkiye hem de YPG ile ilişkileri iyi tutma çabasında olan bir emperyalisttir. Suriye’de radikal İslamcı çetelerin yokedilmesi ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması, YPG’nin savaşmasına, Türkiye’nin çeteleri kontrol etmesine bağlıdır çünkü. Bu doğrultuda Rusya Afrin’de YPG ile ilişkilerini güçlendirmekte ve askeri üs kurmaktadır. Diğer taraftan Halep’i ele geçirmesinde Türkiye’nin rolü büyük olmuştur. AKP hükümeti Halep’teki Nusracıları çekilmeye ikna edince Halep kurtarılmıştır. Şimdi benzer bir ilişkiye İdlib için de ihtiyacı vardır. Astana görüşmelerinde Rusya, İdlib’deki Nusracıları etkisizleştirecek yollar aramaktadır. Ve Astana’da kararlaştırılan “güvenli bölge” politikası, İdlib’de Rusya’nın manevra alanını güçlendirmektedir.
Son dönemde ABD’nin Suriye’ye daha saldırgan bir tutum alması, özellikle Nisan ayı başında Suriye’nin askeri üssünün bombalanması, Rusya’yı hızlanmaya zorluyor. Türkiye ile daha etkin bir ilişki kurarak önce İdlib’i arkasından IŞİD’in elindeki bölgeleri kazanmak, Rusya’nın öncelikli hedefidir. Bu koşullarda Türkiye’nin Rojava’ya dönük saldırısı, Türkiye’ye verilmiş bir rüşvettir.
Üstelik bu saldırının, Rusya’nın çıkarına bir sonucu daha sözkonusudur. Saldırı nedeniyle YPG kuzeye güç kaydırmak zorunda kalırsa, YPG’nin Rakka operasyonu zayıflar; belki de durdurulur. Bugün ABD’nin eliyle yürütülen Rakka operasyonunda inisiyatif Rusya’ya geçebilir. Bu da, Rakka’yı ABD’ye kaptırmak istemeyen Rusya’nın işine gelir.
* * *
Hem Rusya hem de ABD, Suriye’de daha etkin bir hegemonya kurmak, Ortadoğu’da güç sahibi olmak istiyorlar. Ve bu iktidar savaşında öne geçebilmek için, hem Türkiye’yi hem de YPG’yi yanlarına çekmeye çalışıyorlar. Bu savaşın dengeleri içinde, zaman zaman YPG’yi Türkiye’nin saldırılarından korumaya çalışır gibi görünüyorlar; kimi zaman ise, Türkiye’nin YPG’ye saldırmasına izin veriyorlar. Her iki durumda da, kendi hegemonya alanlarını genişletmeyi başarıyorlar.
Mesela Türkiye Menbiç’e saldıracağını açıkladığında, YPG Menbiç’in batısını Rusya’ya (Suriye Ordusu’na) bıraktı; böylece Rusya bir bölgede daha hakimiyet kurdu.
Mesela Türkiye’nin Karaçok bombardımanının ardından ABD tankları sınır devriyesine başladı; böylece Rojava’daki fiili askeri gücünü artırma bahanesi yaptı.
Türkiye ne zaman saldırsa, Rusya ya da ABD Rojava’da, Afrin’de yeni bir mevzi kazanıyor. Bu iktidar savaşında, hem Türkiye’yi hem de YPG’yi kendi çıkarları doğrultusunda kullanıyorlar.