CHP’nin “adalet yürüyüşü”ne nasıl yaklaşılmalı?

arka-yazi

CHP milletvekili, aynı zamanda gazeteci olan Enis Berberoğlu’na MİT Tırları davasından 25 yıl ceza verilmesi ve tutuklanması, CHP açısından “bardağı taşıran son damla” oldu. Sıranın kendilerine geldiğini gören CHP yönetimi ve Kılıçdaroğlu, Ankara’dan İstanbul’a “adalet yürüyüşü” başlatacaklarını açıkladılar. Ve 15 Haziran’da Güvenpark’tan yürüyüş başlattılar.

Yürüyüşün yaklaşık bir ay süreceği ve Berberoğlu’nun tutuklu bulunduğu İstanbul-Maltepe Cezaevi önünde bitirileceği duyuruldu. Bu oldukça uzun bir süredir ve birçok gelişmeye açıktır.

Bir muhalefet partisinin böyle bir yürüyüşü başlatması Türkiye’de ilktir. (Ki CHP, hem anamuhalefettir, hem de TC’nin kurucu partisidir) Daha önce işçi sınıfının, öğrenci gençliğin Ankara’ya birçok yürüyüşü oldu. Ya da 15-16 Haziran direnişinde olduğu gibi İstanbul çevresindeki il ve ilçelerde işçiler sokaklara döküldü. Bunların herbiri devlete karşı emekçilerin yürüyüşleri iken, ilk defa devletin kendi içindeki çelişkileri üzerinden bir yürüyüş gerçekleşiyordu.

Kaldı ki CHP, bugüne kadar mücadeleyi hep geriye çeken bir rol oynadı. AKP’nin aldığı mesafede, giderek artan pervasızlığında, CHP’nin bu hep geriye çeken tutumu belirleyici oldu. En son anayasa referandumunda göz göre göre hile yapılmasına karşın, hiç bir şey yapmadı.

Kılıçdaroğlu, yürüyüş öncesi “bıçak kemiğe dayandı” derken, esasında bıçağın kendi kemiğine dayandığını söylüyordu. Yoksa bıçak halkın kemiğine çoktan dayanmış, delmişti bile. Enis Berberoğlu’nun tutuklanması, CHP’ye bir gözdağıydı. Sıranın CHP’ye geldiğinin işaretiydi. Zaten AKP’liler, MİT Tırları ile ilgili fotoğrafları Enis Berberoğlu’na Kılıçdaroğlu’nun verdiğini söyleyerek, onu da hedefe çakmıştı. Yani ucu Kılıçdaroğlu’na uzanacak yeni bir tutuklama dalgası ile birlikte CHP’nin kapatılmasına evrilen bir süreç başlatılmıştı. Kılıçdaroğlu ve CHP’nin, kitleyi arkasına alan bir sokak hareketinden başka çaresi kalmamıştı.

 

Nasıl bir kitlesellik?

Kılıçdaroğlu, ilk açıklamasında tek başına ve sadece “adelet” yazan bir dövizle yürüyeceğini duyurdu. Ancak yürüyüşün başlangıç noktasından itibaren tüm organizasyon, kitlesel bir katılım doğrultusunda hazırlanmıştı. CHP yönetiminin sonraki açıklamaları, zaten bunu açık biçimde ortaya koydu.

Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran günü saat 11’de Güvenpark’ta yürüyüşe başlayacağını söylemesinin ardından, Ankara Belediyesi gece saatlerinde parkın etrafını bariyerlerle çevirmiş, Valilik ise “makul sayı” ile izin verileceğini belirtmişti. Ancak sabah saatlerinden itibaren giderek artan bir kitle toplanmaya başladı. CHP yetkilileri de “bizim için ‘makul sayı’ yüzbindir” dediler. Yüzbini toplayamamış olsalar da, onbin civarında bir kitle ile yürüyüşü başlatmış oldular.

Kılıçdaroğlu, yürüyüşe başlamadan hemen önce Güvenpark’ta yaptığı konuşmada, “taşeron işçilerden, memurlara, köylülere herkes için adalet” istediklerini söyleyerek, onların desteğini almayı amaçladığını açıkça belirtiyordu. Nitekim “adalet” döviziyle ilk adımını attığında arkasında binlerce kişi vardı.

Aynı saatlerde başta İstanbul olmak üzere birçok şehirde de “adalet nöbeti” adı altında destek ve dayanışma eylemleri gerçekleşti. Hatta ikinci gün İzmir’den de İstanbul’a yürüneceği açıklandı.

Bütün bunlar, CHP yönetiminin bu eylemi, hem kitlesel, hem de yaygın bir şekilde yapmak istediğini ortaya koyuyor. Tüm illere genelge göndererek il ve ilçe teşkilatlarını, kadın ve gençlik kollarını harekete geçiren de, bizzat CHP Genel Merkezi’dir.

CHP, kitlesel ancak yasal sınırlar içinde ve kendi denetimleri altında bir eylem amaçlıyor. Öyle ki, gerek yürüyüş güzergahı, gerekse İstanbul’daki “nöbet” yerleri polis kordonu altında ve girmek isteyen herkes polis tarafından aranıyor. Diğer yandan “adalet” dışında hiçbir döviz ve pankart istenmiyor, CHP dışında imzalı herhangi bir şeyin asılmasına izin verilmiyor. Buralarda gerçekleşen etkinlikler tamamen CHP’nin iznine tabi. Dahası, gelen kitlenin çadırlar kurup, geceyi orada geçirmesine olanak tanınmıyor. Kısacası “Gezi korkusu” sadece AKP’nin değil, CHP’nin de en büyük korkusu olmaya devam ediyor. Ve tüm önlemler, yeni bir Gezi’yi önlemek için…

Zaten tarihte tekerrür yoktur. Her kitlesel hareket, Gezi ile kıyaslansa da yeni bir Gezi olmayacaktır. Ya onu aşacak, ya da gerisinde kalacak, sonuçta farklı bir hareket ortaya çıkacaktır. CHP’nin hedefi de Gezi değil, “Hayır’cı cephe”dir. Yürüyüşe başlamadan önce Kılıçdaroğlu “Hayır”cı partileri ziyaret etmiş, onlarla özel görüşmeler yapmıştır.

 

CHP beklediği desteği gördü mü?

CHP’nin eylemi, sol’dan sağ’a geniş bir kesimin destek açıklamaları ile karşılandıysa da, beklediği kitlesel katılımı henüz almış değil. Örneğin Saadet Partisi’nden MHP’li muhaliflere kadar destek mesajları gelmektedir, ancak bu kesimlerden yürüyüşe katılanlar olmamıştır. Elbette ilerleyen günlerde bu durum değişebilir. Fakat ilk iki gün, eski AKP’liler dışında, (ki bu kişiler Gülen Cemaati ile bağlantılıdır) sağ kesimlerden katılım olmamıştır.

Sol’dan ise ÖDP başta olmak üzere Haziran Hareketi, Halkevleri, DİSK gibi kurumlar, desteğini daha ilk günden açıkladılar. Bunlar yürüyüş ve etkinliklere genel başkan, sekreter vb. temsili düzeyde katıldılar. Fakat bu kurumlardan da kitlesel bir katılım gerçekleşmedi.

Asıl önemli olan geniş kitlelerde nasıl yankı bulduğudur. Sanıldığının aksine toplumda büyük bir heyecan, umut ve beklenti  yaratmış değildir. Genel hava “bekle-gör” şeklindedir.

Bunun da asıl nedeni, CHP ve Kılıçdaroğlu’nun bugüne kadar kitlelerde büyük bir hayal kırıklığı yaratmış olmasıdır. Kitleler CHP’ye güvenmemekte, bu eylemi nereye kadar götüreceğini kestirememektedir. Bu endişe ile temkinli bir bekleyiş içindedir.

Örneğin Enis Berberoğlu’nun serbest bırakılması durumunda, yürüyüş aynı kararlılıkla sürecek midir? Polis veya askerin engellemesi durumunda, barikatları aşan bir direniş sergilenecek midir? Ya da AKP’li para-militer grupların saldırısı sözkonusu olduğunda, onlara gereken yanıt verilecek midir?

Bu ve benzeri pek çok soru havada asılıdır. CHP ve Kılıçdaroğlu, eylemi sadece Berberoğlu için yapmadıklarını söyleseler de, böyle bir durumda ne yapacakları belirsizdir. Keza saldırılar karşısında nasıl bir tutum takınacakları da belli değildir.

Ama AKP eylemi bitirmek için her şey yapacaktır. Bugüne kadar birçok direnişle karşılaşmış ve bunları bir biçimde alt etmiş olmanın deneyimine ve özgüvenine sahiptir. Kuşkusuz bunda, CHP başta olmak üzere düzen partilerinin önemli bir desteği olmuştur. Şimdi bundan yoksunlar. Fakat bu partilerin zayıflıklarını da çok iyi biliyorlar. Bu zayıflıklara oynayacaklardır.

 

Eylemin hedefi nedir?

Kitlelerde büyük bir heyecan, umut ve katılım yaratmamasında, önemli bir diğer faktör ise, eylemin hedefinin net olmayışıdır.

“Adalet” soyut ve muğlak bir taleptir. AKP döneminde, özellikle son yıllarda “adalet istiyoruz” talebi, birçok eylemin öne çıkan sloganı oldu. Bu yönüyle her kesimi kapsadığı ve isabetli olduğu düşünülebilir. Fakat herkesin adaletten anladığı farklıdır. Örneğin daha düne kadar adaleti katleden Gülen Cemaati mensupları, şimdi en fazla “adalet” talep edendir. Nitekim CHP’nin adalet yürüyüşüne ilk katılanlar onlar olmuştur. KHK’larla atılan birçok devrimci-demokrat kamu emekçisi de adalet istiyor. Keza grevi yasaklanan işçi, ürünü yok pahasına satılan küçük üretici, evleri başına yıkılan emekçi, baskı ve zulüm altındaki Kürt halkı “adalet” diyor.

Kişisel çıkarları için adalet isyenlerle, toplumsal adalet isyenler aynı şeyden bahsediyor olabilirler mi?

Sömürü düzeninin bizzati kendisi en büyük adaletsizlik kaynağıdır. Burjuvazinin adaleti, adaletsizlik üzerine oturmuştur. Faşizm koşullarında bu çok daha belirgin, yaygın ve keyfi biçimler alır.

Kısacası adalet ve onu sağlayacak olan hukuk, sınıfsal bir kavramdır ve iktidardaki sınıfın çıkarlarını korumak için vardır. Bir eylemin talebi de adalet gibi soyut değil, somut olmalıdır.

Diğer yandan CHP adaleti kimden talep ediyor? AKP’den! Yani şu anki adaletsizliğin müsebbibinden. Peki CHP’ye göre adalet nasıl sağlanacak? Kanunlara uyularak! AKP, KHK ile, hileli referandumla kendi yasalarını yaptı zaten. Aksine o CHP’yi yasalara aykırı davranmakla suçluyor ve ona uymaya çağırıyor.

Erdoğan ve AKP hükümeti hedefe çakılmadan, CHP’nin istediği “adelet”in sağlanması bile mümkün değildir. Bu yürüyüşün somut talebi, Erdoğan ve hükümetin istifası olmalıdır. Kaçak güreşilerek, ortayol aranılarak başarı elde edilemez. Hedef açıklığı ve netlik gereklidir. CHP’nin eyleminde olmayan budur.

 

Tavır ne olmalı?

Bütün bu handikapların yanı sıra, bu eyleminin asıl olarak Gülen Cemaati’ne yarama riski vardır. Ayrıca TÜSİAD’ın açıklaması, ABD-AB basınında yer alış tarzı, eyleme dair çekinceleri arttırmaktadır. Zaten CHP’nin böyle bir eyleme başvurmak zorunda kalması, egemen sınıflar arasındaki çelişki ve çatlakların ne kadar derinleştiğinin göstergesidir.

AKP’den rahatsızlık duyan burjuva klikler, bu eylemi kendi çıkarları için başlatmış olabilirler, veya başlayan bir eylemi kendi çıkarlarına alet etmek isteyebilirler. Ancak eylemin mecrası, başlatanların niyet ve isteklerinin çok ötesine gidebilir. Kimse bunun garantisini veremez.

AKP hükümetinin yıkılması geniş kitlelerin talebidir. Eylem bu hedefe doğru yönelirse, kitlelerin sahiplenişi de artacaktır. Keza eyleme devletin kolluk güçlerinin veya sivil çetelerin saldırısı, işleri çok farklı noktaya götürebilir. Bunlar eylemin niteliğini ve biçimini de değiştirir. Bu değişim, devrimcilerin eyleme yaklaşımını da belirleyecektir.

Bütün bunlara hazır olmak, yakından izlemek ve gelişmelerin seyrine göre tavır belirlemek gerekir. Bu seyirci kalmak anlamına gelmez. Bir yandan eylemi CHP’nin belirlediği sınırların ötesine taşımak, diğer yandan da CHP’den bağımsız olarak semtlerde, işyerlerinde “hükümet istifa” temel sloganıyla eylemler örgütlemek mümkündür. Savaşa ve faşizme karşı mücadeleyi yükseltmek için bu ortam çok iyi değerlendirilmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

29 işçinin katledilmesi protesto edildi

İstanbul Gayrettepe’deki Masquerade Club’ta 2 Nisan’da çıkan yangında 29 işçi katledildi. Daha İliç’te yaşanan madenci …

Hak verilmez alınır ZAFER SOKAKTA KAZANILIR!

Türkiye, bir seçimi daha geride bıraktı. AKP’li yıllar seçimlerle geçti. Seçimlerin tek başına demokrasiyi geliştirmediği, …

Sosyalizmde yerel yönetimler

Günümüzde üç çeşit yerel yönetim anlayışından sözedilmektedir: Kıta Avrupası, Anglosakson ve Orta-Kuzey Avrupa yerel yönetim …