Venezüella’da 30 Temmuz günü yapılan kurucu meclis seçimlerinde çoğunluğu Maduro hükümetinin kazanması, ABD’nin büyük tepki göstermesine neden oldu. Seçim sonuçlarını protesto eden ABD destekli muhalefet, seçimlerin geçersiz olduğunu ileri sürerek eylemleri başlattı. Bu yöntem, ABD’nin 2004’ten itibaren eski Sovyet coğrafyasında uyguladığı “kadife darbe”lere benziyordu.
Bununla da sınırlı kalmadı; ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, “Ya Maduro kendi isteğiyle iktidarı bırakacak, ya da devireceğiz” açıklamasını yaptı.
Ve bu açıklamanın hemen ardından, 6 Ağustos günü bir ABD darbesi başlatıldı. Ancak darbe, girişim halinde kaldı. Maduro hükümeti darbeyi bastırdı, darbecileri tutukladı.
Süreç nasıl gelişti
Chavez’in 2013’te ölümünün ardından, Venezüella’nın hızla çökmesi için harekete geçmişti ABD. Aralık 2015’te yapılan seçimlerde, Amerikancı muhalefet parlamento çoğunluğunu ele geçirerek hükümeti bloke etmeye başladı. Ancak bu, muhalefetin zaferi olmadı.
Seçim sonrasında adeta ikili iktidar dönemi başladı. Meclis çoğunluğunu alan muhaliflerin bazı bölgelerde hile yaptıklarının görüntüleri ortaya çıkmış, bunun üzerine Yüksek Mahkeme bu milletvekillerinin resmiyet kazanmasını engellemişti. Ve bu vekiller olmadığı koşulda, muhalifler meclis çoğunluğunu oluşturamıyordu. Buna rağmen muhalefetin baskısı sonucu meclisin muhalefette, Yüksek Yargı’nın Maduro cephesinde olduğu bir işleyiş ortaya çıktı.
Diğer taraftan, meclis çoğunluğunu kaybeden Maduro’nun partisi PSUV (Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi), belediyeleri elinde tutuyor, böylece etkin güç olmaya devam ediyordu.
Bu dönemde ABD’nin yönetimi ele geçirme saldırıları arttı. 2016 sonbaharında bir referandum örgütlemeye çalıştı, ancak başarısız oldu.
ABD, ekonomik saldırı yöntemini de etkili biçimde kullandı. Gizli ambargolarla karaborsa yükseltiliyor, temel gıda maddelerine ve ilaca erişim neredeyse imkansız hale geliyordu. 2016 yılında Venezüella’da market önlerinde uzun kuyruklar, yağmalar ve kıtlık sebebiyle yükselen eylemler dünya basınında bolca yer aldı. Venezüella ekonomisinin çökertilmesi için ABD özel olarak uğraşıyordu.
Maduro yönetimi, temel gıda ve ihtiyaç maddelerini halka ulaştırma görevini üstlenerek ve karaborsacılara karşı mücadele ederek, bu sorunu kısmen çözmeyi başardı.
Ocak 2017’de, ABD’nin yeni saldırı dalgası başladı. Muhalefetin çoğunlukta olduğu meclis, Maduro’nun görevlerini yerine getiremediğini ileri sürerek “görevini bırakmış” olduğunu ve yeni başkan seçilmesi gerektiğini iddia etti. Tabi bu doğru değildi. Maduro, birçok adımı meclisi yok sayarak atmaya başladı. İplerin koptuğu nokta, Rus petrol şirketlerinin lehine bir anlaşmayı, meclisin engellemesi oldu. Mart ayında Yüksek Mahkeme, anayasaya uymadığını ileri sürerek meclisin yetkilerini feshettiğini açıkladı.
Bunun üzerine ABD destekli muhalefet sokaklara döküldü. Bunlar rutin kitle eylemleri değildi. Son derece etkili çatışmalar yürütüyorlardı. Daha önemlisi, tıpkı Ortadoğu’da ABD destekli IŞİD’in yaptığı gibi, Venezüella’da da insanları yakıyorlardı. Nisan’dan bugüne kesintisiz sürdürülen eylemlerde, muhalefetin eline düşen solcu, PSUV üyesi 20’den fazla insan yakılarak öldürüldü.
Bu koşullarda Maduro yönetimi, meclisi tümüyle kaldıracak bir adım attı. Yeni bir anayasa hazırlamak için bir kurucu meclis oluşturmak amacıyla seçim yapılması kararı aldı. 30 Temmuz günü gerçekleşen seçimlerde, hükümet yaklaşık 19 milyon 500 bin seçmenin 8 milyonunun oyunu alarak seçimleri kazanmayı başardı. Seçim sonuçlarına göre Bolivarcı yönetimin etkinliğinde oluşan kurucu meclis, ücretsiz eğitim, sağlık, barınma hakkı vb. bugüne kadar Venezüella’da kazanılmış pek çok hakkın anayasal güvence altına alınmasını hedefliyor. Muhalefetin etkisini ortadan kaldıracak olan kararlar da yine bu kurucu meclisin çalışmaları içinde yer alıyor.
Muhalefet ise, kazanamayacağını gördüğü seçimleri önce boykot etti. Sonra tıpkı eski Sovyet coğrafyasındaki “kadife darbeler”de olduğu gibi seçim sonuçlarını tanımayacağını duyurarak, yine eylemlere başladı. Ardından ABD destekli başarısız darbe girişimi geldi.
Latin ülkelerinde ABD-Çin savaşı
Venezüella, dünyanın tespit edilmiş en büyük petrol rezervlerine sahip olan ülkesi. Onun bu zenginliği ve jeo-stratejik konumu, emperyalist ülkelerin hegemonya mücadelesinin unsuru haline gelmesine neden oluyor.
2000’lere kadar ABD hegemonyası altında bunalan Venezüella, Chavez’in başa gelmesinin ardından Çin ve Rusya ile ilişkilerini güçlendirdi. Bugün Venezüella petrolünün yüzde 60’ı Hindistan ve Çin’e ihraç ediliyor.
2007 yılından bugüne Çin, Venezüella’ya petrol karşılığı 50 milyar dolardan fazla kredi verdi, bunun şimdiye kadar yarısına yakını petrol olarak Çin’e ödendi. Ve bu ilişki sayesinde Çin’in en büyük petrol şirketi CNPC, Venezüella’da en önemli tekellerden biri haline geldi. Yanısıra Venezüella’nın birçok ihtiyaç kalemi Çin’den ithal edildi. Chavez döneminde yoksul halka bedava dağıtılan buzdolapları, televizyonlar, Çin’den geliyordu.
Rusya ile olan ilişki ise, asıl olarak askeri alanda kuruldu. Rusya, Chavez dönemi boyunca Venezüella’ya 11 milyar dolarlık silah sattı. İki ülke ortak askeri tatbikatlar gerçekleştirdi. Ayrıca Venezüella devlet petrol şirketi PDVSA, Rus petrol devi Rosneft’e ortaklık payı verdi.
Chavez döneminde Rusya ve Çin ile kurulan ilişki bununla sınırlı değildi. Venezüella, Latin Amerika’nın lider ülkesine dönüştü; kıtadaki ülkelerin çoğunluğunda ABD’ci yönetimlerin devrilmesine; “solcu-Bolivarcı” kimliği taşıyan ve Rusya ve Çin ile ilişki kuran yönetimlerin başa gelmesine önayak oldu.
ABD son dönemde bu ülkelerden bazılarını geri almayı başardı. Honduras’da darbe yaparak, Brezilya’da ise hükümet darbesi gerçekleştirerek yönetim değişiklikleri yaptı. Arjantin’de 40 yıldan sonra ilk defa sağcı bir hükümet işbaşına geldi. Ve şimdi de Venezüella’yı geri almak için bütün gücüyle yükleniyor.
* * *
Venezüella’nın bugün yaşadığı asıl sorun, reformizmin ve düzen solculuğunun sınırlarına gelmiş olmasıdır. Petrol dışında üretimi yoktur ve ihtiyaç maddelerinde dışa bağımlıdır. Kamulaştırma, petrol dışında diğer kilit alanlarda son derece sınırlı kalmıştır. Özel mülkiyet sürmüş, hatta Chavez hükümetinin kendi burjuvaları palazlanmıştır. Anti-ABD’cilik “devrim” olarak lanse edilmiş, kitlelerin ABD karşıtlığı Çin emperyalizminin lehine kullanılmıştır. Ne ekonomik altyapıda, ne de kitle bilincinde dönüşüm olmadığı için, kitlelerin ABD tarafından maniple edilmesinin olanakları yokedilememiştir.
Tüm bu eksikliklerine rağmen Venezüella, ABD’nin bölge egemenliğine darbe vuran bir ülke olmuştur. Ve bu, ABD’nin vahşi sömürüsü altında bunalan Venezüella halkının direnişi sonucunda gerçekleşmiştir.
Bir yıl içinde iki ABD darbesinin birden başarısızlığa uğramış olması (Türkiye ve Venezüella) ise dünya halklarının kazanımıdır. ABD’nin “tek kale maç” yaptığı 90’lı yıllardaki gibi dünya jandarmalığını yapamayacağını gösteren bir örnek olmuştur.