“Yapılacak mı yapılmayacak mı”, “ertelenecek mi, iptal mi edilecek” tartışmaları arasında Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandumu, ilan edildiği tarihte, 25 Eylül günü gerçekleşti. İlk bilgilere göre yüzde 75 oranında bir katılımla ve yüzde 90’ın üzerinde “evet” oylarıyla sonuçlandı. Zaten bu sonuçlar bekleniyordu. Referandumun ertelenmesinden yana görüş bildiren diğer Kürt partilerinin de referandumun gerçekleşmesi durumunda “evet” oyu vereceği belli olmuştu.
Asıl merak konusu, “tartışmalı bölge” olarak geçen Kerkük ve Sincan gibi bölgelerin durumuydu. Örneğin Türkmen Cephesi, başından beri “boykot” tavrı içindeydi. Başta Türkmenler olmak üzere bölgede bulunan Kürt olmayan azınlıkların referanduma katılmayarak bu oranı düşürecekleri bekleniyordu. Referanduma katılım düzeyinden daha önemlisi ise, Irak Anayasası’na göre “tartışmalı” görülen bölgelerin, referandum kapsamına alınarak fiilen Kürt bölgesine dahil edilmesiydi. Başta Irak Hükümeti olmak üzere, Türkiye ve İran gibi bölge ülkelerinin en önemli itiraz noktası buydu. Hatta Irak Hükümeti, Kerkük Valisi’ni bu yüzden görevden almıştı.
Sonuçta birçok itiraza ve tehditlere rağmen Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandumu gerçekleşti. Peki 26 Eylül’den itibaren Güney Kürdistan “bağımsız” bir devlet mi olacak? Tabi ki hayır. Zaten referandum öncesi böyle olmayacağını deklare ettiler. O halde bu referandumun anlamı ne? İsrail dışında başka hiçbir ülkeden açık destek almadıkları halde, Barzani bu adımı neden ve nasıl attı? Barzani (ve arkasındaki güçler) bu hamle ile neyi hedefliyor? Ve neden bugünü seçtiler?
Bu ve daha pekçok soru sorulabilir. Bunları yanıtlayabilmek için, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin bu kez referandum aynasında görünen yüzlerine dönüp bakmak gerekiyor.
Kürt düşmanlığında birleşenler
Referandum kararının açıklandığı andan itibaren ABD, İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa gibi emperyalist güçler arka arkaya açıklamalar yaptılar. Herbiri temsilcilerini gönderip Barzani’yi sözümona ikna etmeye çalıştı. ABD ve İngiltere, Irak Merkezi Hükümeti ile arabuluculuğa soyundu.
Diğer yandan başta İran olmak üzere Irak Merkezi Hükümeti ve Türkiye’den tehditler yağdı. Bu karardan dönülmesi için (erteleme veya tümden vazgeçme) Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) büyük bir baskı kuruldu. Referandum tarihi olan 25 Eylül yaklaştıkça baskılar iyice arttı, saldırgan bir tutuma büründü. Tatbikatlar, tezkereler, askeri müdahale hazırlıkları vb. şovenizm bir kez daha şaha kalktı.
Birinci emperyalist savaş sonrasında İran, Irak, Türkiye ve Suriye olmak üzere, bölgedeki dört devlette bölünmüş olarak yaşamaya mahkum edilmiş olan Kürtlerin, bir bölgede bağımsızlık bile değil, “bağımsızlık isteğini ölçmek için” yapacağı duyurulan referanduma gösterdikleri bu tahammülsüz ve saldırganlık, sözkonusu devletlerin geçmişten beri süregeldikleri ulusal baskı ve zulüm politikalarını yeniden ve tüm çıplaklığı ile gözler önüne serdi.
Barzani gibi bölgede emperyalizmin işbirlikçisi, başta Türkiye olmak üzere gerici-faşist yönetimlerin yakın ortağı ve Kürt hareketini bölüp parçalamakta kullanılan piyon olan biri tarafından yapılmış olsa bile, “bağımsızlık” sözüne gösterilen bu tepki, her şeyi apaçık ortaya koyuyor. Her devlet, kendi içindeki Kürtlerin hak taleplerinin yükselmesinden korkuyor, bir bölgedeki gelişmenin diğer bölgelere de sıçramasından büyük bir dehşete kapılıyor.
Sözde hepsi “self determinasyon” yani “kendi kaderini tayin hakkı”nı savunuyor. Birleşmiş Milletler’in bu hakkı da içeren sözleşmesinde hepsinin imzaları var. Ama başta emperyalist ülkeler olmak üzere hepsi ikiyüzlü, hepsi sahtekar. Sadece kendi çıkarlarına hizmet ettiği ölçüde bu haktan dem vuruyorlar. Örneğin Türkiye, Kıbrıs’ta bunun borazanlığını yapıyor, hatta Bulgaristan Türkleri için bile savunuyor. Nerede Türk varsa onların hamisi oluyor. Ama Kürtler sözkonusu olunca, bugüne dek kavgalı olduğu komşu ülkelerle biraraya geliyor ve hep birlikte karşı saldırıya geçiyorlar.
Bu vesile ile bir kez daha görüldü ki, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”nı (UKKTH) “bağımsız devlet olma hakkı”nı içerecek biçimde savunan ve bunu kendi iktidarlarında yaşama geçiren tek siyasal akım, Marksist-Leninistler olmuştur. Sosyalist Sovyetler Birliği, bunun somut örneğidir. Ekim Devrimi sonrasında Finlandiya’nın bağımsızlık kararına imza atan Lenin, bu alanda da bir ilki gerçekleştirdi. Kaldı ki, Finlandiyalı komünistler SSCB’nin içinde federal bir devlet olarak kalmak istiyorlardı. Lenin ve diğer Bolşevik önderler de bundan yanaydı. Sonuçta Finlandiya meclisinden istemedikleri bir karar çıktığı halde, tanımakta tereddüt etmediler.
Her ulus gibi Kürtlerin de kendi kaderini tayin etme hakkını (devlet kurma hakkını içeren biçimde) savunmak, ML olmanın temel kriteridir. Emperyalistlerin ve işbirlikçi bölge devletlerin hep bir ağızdan Kürt halkının bu hakkına karşı saldırıya geçmeleri, bu temel yaklaşım farkını ve onun sınıfsal özünü bir kez daha ortaya koymuştur. Elbette somut durumda Barzani’nin referandum kararını neden ve nasıl aldığı, bu kararla neleri amaçladığı, neye hizmet ettiği ve sonuçları itibarıyla nelere yolaçacağı değerlendirilerek bir tutum belirlenir. Komünistlerin ulusal soruna yaklaşımda “somutluk” ilkesi bunu gerektirir. Ancak bu durum, Kürt halkının kendi kaderini belirleme hakkını sonuna dek savunmaya engel değildir. Daha önemlisi, ilk önce böyle bir isteğe karşı oluşan saldırganlığa dikkat çekmek, onun karşısında durmak gerekir.
Hal böyleyken kendini sosyalist, devrimci olarak niteleyen birçok reformist parti, adeta egemen sınıflarla yarışırcasına bağımsızlık referandumuna karşı olduklarını yineleyip durdular. Barzani’nin bu hamlesinin perde arkasını teşhir etmek, onun işbirlikçi niteliğini ortaya koymak başka bir şeydir; her koşulda Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını savunmak başka bir şey. Hele ki egemen sınıfların topyekün saldırıya geçtiği bir ortamda, en az Barzani kadar onları da teşhir etmek, şaha kalkan şoven saldırganlığa karşı durmak öncelikli olmalıdır.
Mecliste savaş tezkeresine onay veren CHP’den, referandum karşıtı açıklamalarda birbirleriyle yarışan reformistlere kadar birçok kesim, -farkında olarak ya da olmayarak- kendi egemen sınıflarının değirmenine su taşımıştır. “Türkiye sol’u referanduma karşı”, “Türkiye’de hiçbir kesim referandumu savunmuyor” türü başlıkların atılması, başta AKP olmak üzere tüm düzen partilerini sevindirmiş ve işini kolaylaştırmıştır.
Barzani’nin hesapları
Barzani referandum kararını, hiç kuşku yok içte ve dışta birçok gelişmeyi hesap ederek ve tabi ki, kendi çıkarlarını gözeterek aldı. Yine kuşku yok ki, bu kararın arkasında ABD vardı. Onun onayını almadan Barzani gibi bir işbirlikçinin böyle bir adımı atması mümkün değildi.
Önce iç faktörlerden, yani Barzani’nin başında bulunduğu Irak Kürt Bölge Yönetimi (IKYB) içindeki sorunlardan başlayalım:
Barzani’nin başkanlık süresi 2015 yılında bitmişti, son iki yıldır bir dayatma ile başkanlığını sürdürüyor. Bu durum muhalif partiler tarafından “korsan başkanlık” olarak niteleniyor. Öyle ki, bu yüzden meclisi bile toplayamıyor. Hatta Goran Hareketi’nden olan meclis başkanını Erbil’in dışına sürmüş durumda. Referandum kararını meclisten çıkarmaya yanaşmaması da bu yüzden.
Bilindiği gibi referandum kararını Barzani’nin partisi KDP açıkladı. Oysa kararı meclisten çıkartıp IKBY olarak açıklamaları, onun meşruiyetini çok daha arttırırdı. Böyle olunca, diğer Kürt partilerinin desteğini tam olarak alamadı. Talabani’nin partisi KYB içinde destekleyenler kadar desteklemeyenler de vardı. Son dönemde giderek büyüyen Goran Hareketi ise, zamansız bulduğunu açıkladı. Bu iki büyük parti dışında İslamcı ve Türkmen partileri içinde de referanduma karşı olanlar bulunuyor. Buna rağmen Goran Hareketi ve KYB, Barzani’yi meclisi toplamaya ve kararı meclisten geçirmeye çağırdı. Fakat meclis toplandığında ilk gündem maddesi başkanlık olacağından ve Barzani’nin başkanlığı düşeceğinden, bu çağrıya uyulmadı.
Böylece referandum kararı, meclis dışında ve anayasal olarak başkanlık süresi dolmuş bir lider tarafından alınmış olduğu için, en başta içte tartışma konusu oldu. Diğer yandan istihbarattan peşmergeye tüm kurumların başında Barzani’nin akrabalarının bulunması, Barzani ve çevresinin artan zenginliği, yapılan yolsuzluklar, halkta rahatsızlık yaratan konular arasında. Barzani’nin IŞİD petrollerini Türkiye’ye satarak büyük paralar elde ettiği söyleniyor.
Barzani referandum kararı ile, hem azalan halk desteğini frenlemeye, hem de muhalif partilere karşı elini güçlendirmeye çalıştı. Bağımsızlık referandumunu yapmış, ya da en azından bu karar ile Irak merkezi yönetimini geri adıma zorlamış bir lider olarak sivrilmek istedi. Kasım ayında yapılacak olan seçimlere de bu şekilde girmeyi planladı. Kendisi aday olmasa bile, kendisinin göstereceği bir kişinin seçilmesini, kendisinin ise “Kürt Ulusunun Milli Önderi” olarak tarihe geçmesini hedefledi.
Dış faktörlere gelince; en başta Irak Merkezi Yönetimi ile had safhaya varan sorunlara çare olması amaçlandı. 2014 yılından itibaren merkezi hükümetin IKBY’ye bütçeden göndermesi gereken parayı göndermediği, o yüzden memur maaşlarını bile ödemekte güçlük çekildiği biliniyor. Irak anayasasına göre (ki bu anayasa ABD işgalinden sonra yine ABD’liler tarafından yapılmıştır), Irak’ta çıkarılan petrolden elde edilen gelirin yüzde 17’sinin Kürt Yönetimi’ne verilmesi gerekirken, verilmiyor. Tersten, IKYB’ninkayıtdışı olarak sattığı petrol de tartışma konusu. AyrıcaIKBY’nin ordusu olan peşmergeninnasıl ve hangi koşullarda Irak ordusunun bir parçası haline geleceği, iki taraf arasında tartışma konusu. Buna karşın İran’a bağlı “HaşdiŞabi” ordusunu kabul eden bir yasanın kısa sürede çıkarılması, onlara para, silah ve mühimmat verilmesine IKBY tepki gösteriyor. Ama IŞİD’e karşı savaşta HaşdiŞabi Irak Ordusu ile birlikte hareket ederken, peşmerge ABD ordusunun yanında yer alıyor.
Aslında tüm bu tartışmalar, IKBY’nin ABD’ye bağlı davranırken, Irak Hükümeti’nin İran-Rusya-Suriye ittifakının yanında olmasından kaynaklanıyor.
Bu koşullarda Barzani bağımsızlık tehdidi ile Irak hükümetini adım atmaya zorladı. Adeta ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalıştı. Referandum kararından sonra oluşturulan “Kürdistan Referandum Yüksek Heyeti”, Irak Hükümeti ile görüşmeler yaptı. Taleplerin içinde yukarıda saydığımız konuların yanı sıra BM ve ABD’nin Bağdat’la Erbil arasında “garantör” olması da var. Irak Hükümeti’nin verdiği sözleri tutup tutmadığının takip edilmesini istiyor.
Buna karşın İran’a yakınlığı ile bilinen Irak yönetimi de kendi hamlelerini yapıyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi referandumdan yana olduğunu açıklayan Kerkük Valisi’ni görevden aldı. Ayrıca Irak Meclisi’nden referandumu tanımadıklarını bildiren bir kararı geçirdiler; Irak mahkemeleri, referandumu “Irak Anayasası’na aykırı” bulduğunu açıkladı. Referandumun yapılması durumunda IKYB ile her tür ilişkinin kesileceği tehdidini savurdu vb…
Barzani’nin referandum kararını almasında Irak hükümeti ile sorunlarının yanı sıra, bölgedeki gelişmeler, özellikle Suriye önemli bir paya sahip. PYD’nin Suriye’de güçlenmesi, PKK’nin Şengal’deEzidiler üzerinden etkisini arttırması, Barzani’yi böyle bir adım atmaya yönelten en önemli faktör. Rojava’da birçok hamlesine rağmen kendine bağlı gruplar etkili olamadı. PKK sadece Suriye’de değil, Irak ve İran’da da güçlenmeye başladı. Kürtlerin en güçlü partisi ve lideri olarak kalabilmek için Barzani’nin büyük bir adım atması gerekiyordu, o da referandum kararı ile bunu denedi.
Kısacası Barzani içte ve dışta yaşadığı sıkışmayı bu karar ile aşmayı hedefliyor. Elbette bunun arkasında ABD’nin çıkarları bulunuyor. ABD “zamansız” bulduğunu söyleyerek ertelenmesini istese de, bu bir “danışıklı dövüş”tür. Referanduma karşı çıkan bölge ülkelerini yatıştırmak ve bu karar sanki Barzani’ye aitmiş gibi göstermek için buna ihtiyaç duydular. Barzani aracılığıyla ABD, Ortadoğu’da azalan etkisini yeniden güçlendirmek istiyor. Ancak bunda ne kadar başarılı olacağı meçhuldür. Bugüne dek ABD’nin kaldırdığı taşlar hep ayağına düştü. Şimdi de benzer bir durumla karşılaşabilir.
Referandumun zamanlanması
Referandum ile Barzani’nin ve onu teşvik eden emperyalist güçlerin amaçları az-çok belli olmuştur. Özellikle referandumun zamanlaması, bu konuda yeterince fikir vermektedir. Bilindiği gibi Irak’ın işgalinden sonra çeşitli zamanlarda Güney Kürdistan’ın bağımsızlığı gündeme gelmişti. Barzani daha önce de bunu dile getirmiş ve meselenin “bir zaman sorunu” olduğunu söylemişti. Öyleyse referandumun zamanlaması büyük önem taşıyor. Daha önce değil de “neden şimdi” sorusu, referandum kararının altında yatan gerçekleri daha net biçimde açığa çıkarıyor.
Kürtler üzerinde oynanan oyunların Ortadoğu’daki emperyalist paylaşım savaşından bağımsız olmadığı, aksine onun tam göbeğinde yer aldığı bilinen bir durum. Irak’taki Kürt federe devleti, zaten ABD’nin işgaliyle, ona sunduğu desteğin karşılığı olarak kuruldu. Şimdi “bağımsızlık” kartının öne sürülmesi de bölgenin içinde bulunduğu durumdan ve ABD’nin yaşadığı sıkışmadan bağımsız değil. Gerek Suriye’de gerekse Irak’ta IŞİD’in işgal ettiği yerlerden sökülüp atıldığı bir döneme denk gelmiş olması, bunun en açık göstergesi.
ABD, Ortadoğu’daki paylaşım savaşını son yıllarda IŞİD üzerinden yürütüyor. Özellikle Suriye’nin bu hale gelmesinde IŞİD başrolü oynadı. Fakat artık IŞİD’in kullanım süresi bitti. ABD’nin elinde IŞİD gibi bir silah yok artık. Yeterince teşhir oldu ve güç yitirdi. Bunun üzerine ABD, -IŞİD’i yaratan ve kullanan kendisi değilmiş gibi- “IŞİD’e karşı savaş” adı altında bölgedeki gücünü korumaya çalıştı. Rojava’daIŞİD’e karşı mücadele ile dünya kamuoyunun desteğini alan PYD’yi kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başladı. Suriye’yi tümden ele geçirme ihtimali ortadan kalkınca, “ne koparırsam kar” mantığıyla Rakka’ya, oradan Deyr ezZor’a uzanarak, Suriye’nin Irak’la sınırını ve petrol yataklarını kontrol altına almayı denedi. Fakat başarılı olamadı. Rusya daha etkin bir savaş vererek ABD’nin Rakka ve Deyr ez Zor hedeflerini sabote etti.
Bu süre içinde “IŞİD’e karşı savaş” argümanı da elinde patladı. Gerçekte IŞİD’in birçok yerde, hiç bir direniş göstermeden çekildiği ortaya çıktı. Ayrıca gelinen noktada “IŞİD’e karşı savaş”ın bir anlamı da kalmadı. Çünkü IŞİD ve IŞİD şahsında radikal İslamcı cihatçı gruplar yenilmişler ve misyonları tamamlamışlardı.
Bu koşullar içinde ABD’nin savaşı büyütmek ve bölgede bulunmasını gerekçelendirmek için yeni aletlere ve argümanlara ihtiyacı var. “Bağımsız Kürdistan” yönünde atılacak bir adımın, başta İran olmak üzere bölge ülkelerini karıştıracağı ve savaşın çapını büyüteceği aşikar. “Tavşana kaç, tazıya tut” politikası bir kez daha devreye girdi.
ABD’nin Ortadoğu’daki savaşta asıl hedefinin İran olduğu kimse için sır değil. Trump’la birlikte bu hedef daha açık biçimde yeniden öne çıkarıldı. Ne var ki İran, ABD’nin 2000’lerin başında başlattığı Ortadoğu savaşından bu yana daha da güçlendi. Öyle ki 2003 yılında işgal ettiği Irak bile uzunca bir süredir İran’ın etkisi altında. İran; Irak, Suriye ve Yemen’de, üç cephede birden savaşıyor ve bölgede bir “Şii kuşağı” oluşturuyor.
ABD’nin Barzani’ye yaptırdığı referandumun asıl hedefi de İran’ın artan etkisini kırmak ve çevrelemek. Barzani’nin referandum kararına bölgede sadece İsrail ve Suudi Arabistan’ın destek vermesi de, bunu teyit ediyor. İran’ı “baş düşman” olarak gören bu ülkeler, Barzani’nin “Sünni Kürdistan” kurmasının en hararetli destekçileri oldular.
ABD, Güney Kürdistan’da referandum adımıyla, hem İran’ın içini karıştırmayı, hem de Irak Hükümeti üzerindeki etkisini kırmayı hedefledi. Referandum kararının açıklanmasından bu yana IKBY ile Irak Hükümeti arasında mekik dokudu. Referandum silahı ile Irak yönetimini dize getirmeye çalıştı. “Ya isteklerimize boyun eğersin, ya da Irak’ı parçalarız” tehdidini somut bir tehlike olarak önüne koydu. Hem de petrolün en fazla çıktığı bölgeleri kaybedeceğini (“tartışmalı bölgeler” dahil) göstererek…
IKBY’nin Irak Merkezi Hükümeti ile görüşmelerinde ileri sürdüğü taleplerden biri de ABD’nin “garantör”lüğüdür ki, bu ABD’nin bölgede bulunmasına yeni bir “meşruiyet zemini” yaratacaktır.
Hatırlanacaktır benzer bir istek, kısa bir süre önce Suriye’de PYD tarafından dile getirilmişti. PYD ve KDP, bölge hakimiyeti için birbirleriyle kıyasıya mücadele ederken, ABD’nin “garantör”lüğünde ortaklaşıyorlar. ABD de her iki Kürt partisini çeşitli vaatlerle kendine bağlıyor, dengeleme politikası izliyor. Ve bu sayede hem Irak’ta, hem Suriye’de kendine alan açabiliyor; üstelik bölgenin ezilen ulusu Kürtlerin hamisi pozlarına bürünerek sarsılan prestijini toparlamaya çalışıyor.
Görüşmeler IKBY ve Irak Merkezi Hükümeti arasında yapılıyordu; fakat Irak üzerinden asıl mesaj İran’aydı. İran da bunun farkında olarak harekete geçti. Bir yandan Haşdi Şabi ordusunun desteği ile Irak Hükümeti’ni cesaretlendirdi, bir yandan da Türkiye’yi kendi yanına çekmeye çalıştı. İran Genelkurmay Başkanı 37 yıl aradan sonra ilk kez Türkiye’ye geldi. Türkiye ile Suriye’de geliştirdikleri “Astana süreci”ni Kürt düşmanlığı ortak paydasında sürdürmeye çalıştı. Hem İran hem de Türkiye, Irak sınırına asker yığınağı yaptılar. Türkiye’den farklı olarak İran, sınırdan bombalar da fırlattı.
İran ve Rusya için, Irak’ın bölünmesi de, Kürdistan’ın bağımsızlığı da, bölge siyasetleri açısından hayati önemde konular. Bu nedenle tepkilerini de somut olarak ifade ediyorlar. Türkiye için ise durum daha farklı.
Türkiye, referandum gerçekleşinceye kadar yüksek perdeden meydan okumalarını, tehditlerini savurdu. Gerçekte ise, birincisi ABD’nin bölge politikalarıyla çelişmemek için; ikincisi burjuvazinin Barzani ile olan ekonomik çıkarlarını kaybetmemek için; üçüncüsü ülke içinde 2019’da gerçekleşecek olan seçimlerde Kürt seçmeni tamamen kaybetmemek için, somut bir adım atmadı. AKP hükümetinin bütün esip gürlemesine rağmen, karşı cephede yer alamayacağı biliniyordu zaten.
Sonuç olarak
Bu koşullar altında Güney Kürdistan’da “bağımsızlık” referandumu gerçekleşti. Tırnak içinde bağımsızlık diyoruz; çünkü bunun hayata geçmesinin çok da kolay olmayacağını herkes biliyor. Öte yandan şu anki varlığını bile ABD’ye borçlu bir yönetimin ayrı bir devlet olduğunda ne kadar “bağımsız” olacağı ortadadır.
Bir de şunu belirtelim; bir halkın kaderi referandumla belirlenemez. İşbirlikçi gerici ya da faşist hatta burjuva yönetimler altında yapılan hiçbir seçim ya da referandum demokratik değildir. Onların hakimiyeti ve icazetiyle ne özgürlük ne de bağımsızlık gelir.
Aslında referandumla bağımsızlık ve devlet kazanmak, gerçekte mümkün de değildir. Yakın dönemde yaşanan bazı örnekler, bir yanılsama oluşturmaktadır. Bazı ülkelerin, referandum ardından bağımsızlığını ilan etmiş olması, referandumun “kendi kaderini tayin”de bir yöntem olarak kullanılabileceği yanılsamasını yaratmaktadır. Oysa, yaşanan örneklerin tümü, bir savaş sırasında oluşmuş, savaşarak elde edilmiş olan fiili durumun, resmiyete dökülmesinden ibarettir.
Yani savaşmadan bir devlet kurma ihtimali yoktur. UKKTH’nin hayata geçmesinin tek yolu ise, bir devrim gerçekleştirmektir. Ancak devrim sonrası kurulan halk iktidarları veya sosyalist iktidarlar altında ezilen ulus ve azınlıklar kendi kaderlerini tayin edebilirler. Bunun yöntemi referandum veya meclislerin kararı olabilir; sonuçta uygun buldukları bir biçimle bu hak kullanılır. Gerçek anlamda bağımsızlık sadece ve sadece devrimle mümkündür. Bunlar teorik doğrular olmanın ötesinde yaşamın kanıtladığı gerçeklerdir.
Güney Kürdistan’da yapılan referandum ise, bırakalım bağımsızlığı; emperyalizme daha fazla bağımlılık getiren, halklar arası çatışmayı körükleyen ve emperyalist savaşı büyüten bir işlev görmektedir. Daha kötüsü, Kürt halkının bağımsızlık özlemini sömürmekte, halkı kandırmaktadırlar.
Referandumun sonucu yüzde 90 gibi çok büyük bir oranda “bağımsızlık”tan yana çıkmış iken, referandumu yapanların hemen buna uygun davranması gerekmez mi? Ne bekleniyor? Beklenecekse neden referanduma gidildi? Bu tablo bile referandumun bir blöf olarak kullanıldığını göstermiyor mu?
Şimdi deniyor ki, “Barzani elini güçlendirdi”, “bağımsızlık referandumunu yapan ilk Kürt lideri olarak tarihe geçti.” Bunlar laf-ı güzaftır. Barzani bugüne kadar emperyalizmin işbirlikçisi, Kürtler arasındaki “kardeş kavgası”nın baş aktörü, halkları birbirine kırdıran bir halk düşmanı, Kürt halkının özlemlerini kendi çıkarlarını için kullanan bir lider olarak davrandı ve tarihe de bu şekilde geçecektir.
Peki bu referandumun hiçbir sonucu olmayacak mı?
Elbette olacak. Ama bu başta Kürt halkı olmak üzere Ortadoğu halklarının yararına değil, aksine zararına olacak. Savaşın büyümesi ve tüm bölgeyi sarması, halklara sadece daha büyük acı, gözyaşı, kan ve zulüm getirir.
Emperyalizme ve işbirlikçilerine yönelmeden bu savaşı bitirmek mümkün değildir. Halklar ancak kendi kaderlerini ellerine aldıkları zaman, gerçek bağımsızlık ve özgürlük gelecektir.