Zimbabve’de 37 yıldır yönetimi elinde tutan Mugabe, 14 Kasım 2017 tarihinde, ordunun gerçekleştirdiği darbenin ardından görevden alındı. Darbeyi yapan askerler de -son dönemde yaygınlaşan haliyle- bunun bir darbe olmadığını iddia ettiler; yaşananların “güç kullanarak yapılan bir görev değişimi” olduğunu ileri sürdüler.
Darbenin ardından, devrik lider Mugabe ve eşi ev hapsine alındı. Mugabe’nin 6 Kasım günü görevden aldığı yardımcısı Emmerson Mnangagwa ise, Geçici Devlet Başkanı olarak atandı. Mugabe başlangıçta darbeye direndi. Ancak 21 Kasım tarihinde meclise gönderdiği mektupla istifasını ilan etmek zorunda kaldı. Hemen ardından Mnangagwa, Devlet Başkanı görevini üstlendi.
Çin destekli askeri darbe
Robert Mugabe, 1980 yılından bugüne yönetimi elinde tutuyor ve “100 yaşına kadar” görevde kalmayı planladığını söylüyordu. Kendisinden sonra ise, hesapsız alışverişleri ve savurganlığı ile kitlelerin tepkisini çeken karısı Grace Mugabe’ye yönetimi devretmeye hazırlanıyordu. Bu doğrultuda, yardımcısını da görevden almış, gerekli yasal düzenlemeleri yapmıştı.
Ancak darbeye götüren süreç, onun iktidara böylesine çöreklenmesi değil, Çin emperyalizmiyle olan bağlarında ortaya çıkan sorunlardan oldu.
Genelkurmay Başkanı Constantino Chiwenga, darbeden birkaç gün önce Pekin’e bir ziyaret gerçekleştirmiş, Çin Savunma Bakanı Chang Wanguan ile görüşme yapmıştı. Çin’in “rutin askeri ziyaret” olarak tanımlandığı bu görüşmede, Zimbabwe’deki darbenin kararı alındı; Genelkurmay Başkanı’nın ülkeye dönmesinin ardından da darbe gerçekleştirildi.
Bağımsızlıktan diktatörlüğe
Zimbabve topraklarında hayat, yaklaşık 2000 yıl önce yerli kabilelerin bölgeye yerleşmesi ile başlamıştı. Bugün Zimbabve nüfusunun yüzde 80’ini oluşturan Shona halkı da, o gün gelen kabileler arasındaydı.
1893’te Britanyalı maden imparatoru Cecile Rhodes, parayla satın aldığı topraklarda ırkçı bir sömürge devleti kurup ‘Rodezya’ adını verdiğinde, bölgede Shona topluluklarının oluşturduğu şehir devletleri bulunuyordu. Cecil Rhodes, bölgedeki tüm madenlerin, yeraltı zenginliklerinin, verimli toprakların kullanımını ve bu topraklarda yerlilerin kölece çalıştırılması hakkını İngiltere’den gelenlere vermişti.
1911 yılında ülke Kuzey Rodezya (Zambiya) ve Güney Rodezya (Zimbabve) olarak ikiye bölündü. Güney Rodezya, bu tarihten sonra Birleşik Krallık içindeki suçluların, fazla nüfusun vb. istenmeyen unsurların göç ettirildiği bir yerleşim kolonisine dönüştü. Ve bu sonradan gelen beyazlar, ülkenin tüm zenginliklerini gaspetmeye devam etti.
1965 yılında Güney Rodezya, ‘Rodezya’ ismini alarak bağımsızlığını ilan etti. Ama bu, tıpkı Güney Afrika’da olduğu gibi, ırkçı politikalar izleyen beyaz azınlıkların ilan ettiği bir bağımsızlıktı. Ve Birleşik Krallık bu bağımsızlığı tanımadı. Ülkede görünürde parlamenter bir yönetim vardı; ancak siyahların yönetimde hiçbir yeri ve hakkı yoktu. Keza ülkede seçimler “başbakanlık” için yapılırken, resmi devlet başkanlığı hala Birleşik Krallık kraliçesinin elindeydi.
‘60’lı ve ‘70’li yıllarda, dünya konjonktürünün de etkisiyle, devrimci bağımsızlık savaşına sahne oldu. Irkçı-beyaz sömürgecilere karşı savaşan Mugabe, bu dönemde lider olarak yükseldi. Sovyetler Birliği’nden istediği desteği alamamıştı, ancak Çin Mugabe’ye tam destek veriyordu. Mugabe’nin önderlik ettiği ZANU-PF (Zimbabve Afrika Ulusal Birliği-Yurtsever Cephe), Maocu bir örgüttü. Mugabe, bu bağımsızlık savaşı sürecinde, 1964-74 yılları arasında hapis yattı.
Nisan 1980’de bağımsızlık ilan edildiğinde, ülkenin ismi Zimbabve (Antik yerleşim bölgesinde kurulu “Taş evler”den alıyor bu adı) oldu ve Mugabe başbakan seçildi. Başlangıçtaki küçük burjuva ulusalcı çizgisi, ülkede önemli ilerlemelerin gerçekleşmesini sağladı. İlk 10 yılda, ekonomik reformlar ve toprak reformu yapıldı ve bu reformlar halkın ekonomik düzeyinde hızlı bir ilerleme sağladı. Tarımda önemli başarılar yaşandı, küçük çiftçiler desteklendi, sağlık hizmetleri yaygınlaştırıldı, çocuk ölüm oranları yarı yarıya azaldı, okuma-yazma oranı yüzde 90’a ulaştı. Bu, Afrika’da görülmemiş bir düzeydi.
Zimbabve’ye Çin ayarı
Zimbabve, bağımsızlık savaşından bu yana Çin’e bağımlı olan bir ülke. 1980’de Zimbabve’nin bağımsızlığı ilan etmesinden sadece bir yıl sonra, Mugabe Çin’i ziyaret etti. O tarihten beri de, sadece Mugabe değil, Zimbabve ekonomik-siyasi dünyasındaki önemli bütün aktörlerin Çin’le ilişkisi oldu.
Mesela Mugabe’nin görevden aldığı, darbecilerin ise geçici başkan olarak atadığı Mnangagwa, 1960’larda Çin’de askeri eğitim almıştı ve Pekin’deki üst düzey generaller ile yakın bağları bulunuyordu.
Zimbabve’nin başkenti Harare’de, Çinlilerin yaptığı ulusal stadyumun açılış konuşmasında, Mugabe bu ilişkiyi, “Yüzümüzü güneşin doğduğu doğuya, sırtımızı ise güneşin battığı batıya döndük” sözleriyle tanımlamıştı.
Bu koşullarda, Zimbabve, ekonomik, siyasi ve askeri olarak Çin’le çok kesin bir bağımlılık ilişkisi kurdu. Diğer taraftan Zimbabve, Çin’in en çok yatırım yaptığı ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya yükseldi.
Çin, Zimbabve’nin en büyük ticaret ortağı ve ekonomisini desteklemek için 40 milyon dolar değerinde kredi sağladı. 2015 yılında Zimbabve’nin ihracatının yüzde 28’ini Çin karşılıyordu. 2000-2012 yılları arasında Zimbabve’de iletişim, inşaat, enerji ve tarım alanlarında 128 projeye yatırım yaptı. Güneş enerjisi santrallerinin inşasından zengin elmas madenlerine kadar pek çok sektörde Çin’in devasa yatırımları oldu. Sadece 2013 yılında yapılan Çin yatırımı, 600 milyon dolara ulaştı.
Mugabe’nin yönü hep Çin’e dönüktü. Ancak Rodezya döneminde ekonominin içine çöreklenmiş olan İngiliz emperyalizmi başta olmak üzere, Zimbabve’nin zengin elmas ve altın madenlerine göz diken batılı emperyalistlerin, ülke üzerindeki hesapları ve müdahale çabaları hiç bitmedi.
Mesela 2000’lerde Mugabe, beyazların çiftliklerini siyahlara devretme planı için harekete geçti. Bu hamle bir taraftan tarım sektörünün çökmesine neden olurken, diğer taraftan Batılı emperyalistlerin ağır yaptırımları devreye girdi. Tarımdaki sorunları gidermek için 2005 yılında ordunun zor kullanmasıyla nüfusu kırsal alana yerleşmeye mecbur bıraktığında, 1 milyon insan bundan etkilendi. Bir taraftan yanlış ekonomi politikaları, diğer taraftan emperyalistlerin yaptırımları nedeniyle 2008’de işsizlik yüzde 80’e, enflasyon yüzde 500 milyona fırladı. Yaklaşık 12 milyon nüfusa sahip olan ülkede yaklaşık 5 milyonun ülke dışına göç etmesi, emperyalistlerin laboratuvarlarında üretilmiş olan AİDS hastalığı nedeniyle nüfusun adeta kırılması gibi unsurlar, koşulların daha da kötüleşmesini getirdi. Öyle ki, ülke kendi parasının istikrarsızlığını gerekçe göstererek tedavülden kaldırdı; ABD Doları, Güney Afrika Randı, İngiliz Sterlini gibi para birimlerinin kullanımı yaygınlaştırıldı.
Ekonomik verilerin kötüleşmesi ve kitlelerin hoşnutsuzluğunun artması, 2008 ve 2013 seçimlerinde Mugabe karşıtı muhalefet partilerinin güç kazanmasına neden oldu. Mugabe, her şeye rağmen seçimleri hile ile kazanmayı başardı, ancak İngiltere tarafından desteklenen muhalefet, kitle gösterileri gerçekleştirdi. Yoğun bir şiddet ile bastırılan bu hareketler, kitlelerin ZANU-PF’den uzaklaşmasına neden oldu.
Seçim çalkantıları karşısında BM’nin ambargo uygulama çabaları, Çin ve Rusya’nın vetosuyla engellendi. Ancak bu tarihten sonra, batılı emperyalistlerin Zimbabve üzerindeki baskısı arttı. Zimbabve’nin güney komşusu olan Güney Afrika Cumhuriyeti, bu baskının ve müdahalenin araçlarından biri oldu.
Bu baskı döneminde, Çin ile Zimbabve’nin ilişkileri de sarsıntı geçirdi. Mesela 2009 yılında, Çin’in askeri malzemelerinin Zimbabve’ye nakli sırasında yaşanan bir sorunun ardından Çin, Zimbabve’yi “kısıtlı askeri ticaret” listesine aldı.
Mugabe, Ağustos 2015’te Batılı ülkeleri yatırım yapmaya davet etti. Ayrıca 2016’da “yerlileştirme” adı altında, ülkedeki yabancı şirketlerin hisselerinin yüzde 51’ini Zimbabvelilere devretmesi kararını aldı. Bu durumdan en fazla, ülke ekonomisinin ağırlıklı bölümünü kontrol altında tutan Çin etkilendi.
* * *
Zimbabve’de iki emperyalistin etkin olduğunu ve rekabet ettiklerini söyleyebiliriz. Biri Rodezya’nın tarihine ve ekonomisine hakim olan İngiltere, diğeri Zimbabve’nin bağımsızlık savaşından bu güne hegemonyasını kurmuş olan Çin. Öyle ki, bugün ülkede sadece iki büyükelçilik bulunmaktadır: Biri İngiltere’nin, diğeri Çin’in. Keza, ülkenin resmi dili olarak İngilizce ve Shonaca belirlenmiştir.
Bağımsızlık sonrasında İngiltere, ülke üzerindeki “haklarını” ve ayrıcalıklarını koruma çabasında olmuştur; Çin ise hegemonyasını giderek güçlendirmiştir. Son yıllarda Mugabe’nin diğer emperyalistlere yer açma çabası ise, Çin tarafından desteklenen bu darbe ile karşılanmıştır.