Yeni KHK’nın Tek tip saldırısına da sivil faşist terörüne de teslim olmayacağız!

İki yeni KHK yayınlayan devlet, muhalif kesimlere dönük saldırılarını yeni bir boyuta çıkardı. Bugüne kadar hazırlanan KHK’larla 150 bine yakın kamu çalışanını işten çıkartan, muhalif dergi, televizyon ve dernekleri kapatan, yaşamın pek çok alanındaki baskısını artıran devlet, yeni KHK ile, sokaklarda iç savaşı, hapishanelerde ise yeni katliamları hazırlayan adımlar attı.

696 sayılı KHK, hapishanelerde tek tip elbise zorunluluğu ile tutsaklara yeni bir saldırı dalgası getiriyordu. Yanısıra “terör eylemlerini bastıran kişilerin” cezai sorumluluğunu kaldırarak, sokaklarda devrimci-muhalif her türden harekete dönük, sivil faşistlerin saldırısına meşruiyet kazandırıyordu. Aynı KHK ile taşerona kadro düzenlemesi ise, işçilerin umutlanmasını hedefleyen, ancak somut hiçbir kazanım taşımayan boş bir vaat olarak perdeleme görevi üstlendi.

 

“Tek tip” giysi, “kefen”dir

Yeni KHK ile getirilen düzenlemede “anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar” iddiasıyla cezaevlerinde tutuklu bulunanların, duruşmalara “badem kurusu ve gri renkte tulum” giymiş olarak getirileceği belirtiliyor. Üstelik kadın tutuklulara da tek tip giydirilmesi hedefleniyor.

Görünürde bu madde FETÖ’cüler için gündeme getirildi. Gerçekte ise, “tek tip” saldırısı her dönem öncelikle devrimci tutsakları hedef almıştır.

12 Eylül döneminde, cezaevlerindeki “teslim alma” politikasının temel unsurlarından biri olarak bu saldırı başlatılmıştı. Buna karşı önce uzun bir süre fiili direnişler yürütüldü. İşkenceyle giydirilen tek tip elbise parçalandı, mahkemelere adeta yarı çıplak vaziyette gidildi. Fiili direnişin yetmediği noktada DS ve TİKB tutsakları Ölüm Orucu eylemine başladı. Aylar boyunca direnişlerde sayısız işkence, ardından Ölüm Orucu eyleminde dört şehit verilmesinin ardından, devlet “tek tip”te geri adım atmak zorunda kaldı. Sonrasında da bir daha gündeme getirmeye cesaret edemedi.

Şimdi de farklı olmayacak. “Tek tip” saldırısı, içeride ve dışarıda direnişle karşılanacak ve bir kere daha püskürtülecek.

 

Sokaklarda sivil faşist terör iç savaşa hazırlıktır

Yeni KHK, “resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına bakılmaksızın darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında” hareket eden kişilerin cezai sorumluluğu olmayacağını belirtiyor.

Hukuksal açıdan, bu ifadenin dünyada eşi benzeri yoktur. Siyasal açıdan ise, pervasızlığın bu boyutu, her tür katliama kapı açmaktır.

Bu yasanın çıkmasının ardından;

Ali İsmail’i tekmeleyerek öldüren katil “fırıncı”ya ceza değil ödül verilecektir.

Gezi direnişi sırasında bir kadına arkadan saldırma “cesaretini” gösteren “palalı” saldırgan alkışlanacaktır.

1 Mayıs’larda ve Taksim’deki polis saldırılarının ardından Tophane tarafına geçen eylemcilerin “duyarlı esnaf” tarafından sopalarla dövülmesi teşvik edilecektir.

15 Temmuz darbe girişiminin olduğu gün, boğaz köprüsünde bir askerin boğazını kesen, garnizonları basarak erleri ölümüne döven, sokaklarda tekbir getirerek terör estiren IŞİD’çi katiller; emniyetin önüne toplanan kalabalığa kayıtsız-koşulsuz ve pervasız biçimde silah dağıtan polisler, hiçbir ceza ya da yaptırımla karşılaşmayacaklardır.

Geçmişte Madımak’da, Maraş’ta, Sivas’ta, salt Alevi ya da muhalif olduğu için insanları yakan, kesen, katleden gerici katiller de; Amerikan uşağı olarak Kanlı Pazar’da anti-emperyalist kitle gösterisine satırlarla saldıran gerici-faşist katiller de; 6-7 Eylül günlerinde Kıbrıs’ı bahane ederek azınlıklara saldıran, insanları öldüren, mallarını yağmalayan gerici güruh da aklanacaktır.

Bu karar öylesine büyük bir pervasızlıktır ki; asker ve polis bile, saldırıları, yaralamaları, öldürmeleri sözkonusu olduğunda, kitlenin tepkisi yükseldiğinde cezai yaptırımlarla karşı karşıya kalabiliyor. Muhalefetin yüksekliği, devletin kolluk kuvvetlerinin bile yargı önüne çıkmasını, ceza almasını sağlayabiliyor. Bu karar ise, muhalif her sesin, her eylemin devletin doğrudan desteklediği gerici katillerle karşı karşıya kalmasını sağlıyor. Devletin bütün hukuki ve siyasi sorumluluklarını ortadan kaldırıyor. Ve her tür saldırı, “duyarlı vatandaşın tepkisi”ne bağlanıyor. Üstelik bu tür “kayıtdışı” saldırılarda, saldırganı tespit etmek de son derece zor olduğu için, tam bir cezasızlık ve “koruma kalkanı” oluşturuluyor.

 

JÖH’ler, PÖH’ler, HÖH’ler, Osmanlı Ocakları, SADAT’lar

Kontrgerilla faaliyetleri, genel olarak devletin saldırganlığını güçlendirme ve saldırıların sorumluluğunu ortadan kaldırma hedefini taşır. Kayıtlara girmeyen bir vahşet alanıdır bu. Faili meçhuller, kayıtsız gözaltılar, sokakta işkencelerle dolu bir tarihimiz vardır ve kontrgerilla bu tarihin baş sorumlusudur.

AKP hükümeti, bunların daha da kurumsallaşmasını ve yaygınlaşmasını hedeflemektedir. “Dernek” adı altında oluşturulan kurumlarda gerici çeteler örgütlenmekte, silahlı eğitimi almakta, ideolojik olarak donatılmaktadır.

Bu kurumların hiçbir yasal dayanağı yoktur. Buna rağmen “dernek” tabelaları açıkça asılmaktadır. Devletin gücünü öylesine arkalarında görmektedirler ki, kıyafetleriyle, arabalarıyla ortada gezinmekte bir sakınca görmezler. Videolar çekip yayınlarlar, silahlı fotoğraflarını koyarak halka gözdağı verirler. Dahası, bu güruhların başında bulunanlar, Suriye’de cihatçı katillerle birlikte savaşa katıldıklarını açıkça ilan ederler. Arkalarında devletin olduğunu bildiklerinden bu kadar pervasız ve cüretkar davranabilmektedirler.

 

Kitle muhalefetine karşı sivil çeteler

Gerici çetelerin böylesine örgütlenmesinin ve yasal koruma altına alınmasının iki hedefi vardır.

Birincisi, Cemaat örgütlenmesi ile arasının açılmasının ardından gelen darbeye karşı, Erdoğan kendi silahlı koruma güçlerini oluşturma çabasındadır. TSK ve polis içinde farklı kliklerden kesimlere karşı, Erdoğan kendisine doğrudan bağlı güçleri hazırlamak, kendi silahlı kardolaşmasını sağlamak hedefini taşımaktadır.

İkincisi, ekonomik ve siyasi krizin boyutu, kitlelerin eylemli gücünü artıracak bir unsurdur. Ve kitle eyleminin yükselmesi, Erdoğan yönetiminin en büyük korkusudur. Öyle ki, bu korku, FETÖ’cülere duyulan korkudan daha büyüktür. Çünkü sonuçta FETÖ ile aynı hamurdan olmanın getirdiği bir durum vardır. İkisi de emperyalizme bağımlıdır, işbirlikçidir ve emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda hareket ederler. Ve emperyalistlerin çıkarları, onların yarın yine birlikte hareket etmelerini bile gerektirebilir.

Kitlenin eylemli gücü ise, her türden emperyalist çıkarı, işbirlikçi tutumu yıkıp geçebilecek tek dinamik güçtür. Ve bu, hükümeti devirmekle kalmayıp, devrime kadar ilerleyen bir süreci başlatabilir.

Gezi ayaklanması sırasında, egemenler bu korkuyu fazlasıyla yaşadılar. Dahası kitlelerin karşısında polis gücünün yetersizliğini, etkisizliğini de gördüler. Bu koşullarda gerici çetelere bir rol biçtiler. Bundan sonra ekonomik ya da siyasi talepli her kitle eyleminin karşısına bu gerici çeteleri çıkartmayı hedefliyorlar. AKP’nin ikinci hedefi de budur.

* * *

Ekonomik ve siyasi krizin giderek derinleştiği günümüz koşullarında, devlet baskı ve terörünü arttırıyor. Kitleleri kuşatmak, öncülerini yalıtmak, her türden direnişi, başlamadan ezmek istiyor. Hem hapishanelerdeki tutsaklara, hem de dışarıdaki direnişlere dönük saldırının aynı anda gelmesinin nedeni budur.

Ancak devletin çabaları boşunadır. Tek tip’lerine karşı da, gerici çetelerinin her türden saldırılarına karşı da direniş büyüyecektir. Ülkemizin tarihi, bunun örneklerini göstermiştir. Bu tarihsel bilinç ve sorumlulukla hareket edildiğinde, önümüze çıkarılan engelleri aşmak mümkün olacaktır.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …