İran’da kitlelerin hayat pahalılığı ve yoksulluğa karşı başlattığı eylemler, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın müdahalesiyle içerik değiştirerek yayıldı. İlk olarak İran’ın kuzeydoğusunda bulunan, ülkenin ikinci büyük şehri Meşhed’de başlayan eylemler, hızlı bir biçimde Kirmanşah, Reşt, İsfahan ve Kum kentlerine doğru genişledi.
İran hükümeti, bu eylemlere karşı harekete geçti. Bir yandan çok sayıda eylemci gözaltına alınırken, diğer yandan hükümet, destekçi kitlesini sokaklara sürdü ve binlerce kişinin katıldığı eylemler gerçekleştirdi.
Muhalif kitle, hükümet binalarına, devletin kolluk güçlerine karşı saldırıya geçince, devletin şiddeti de arttı. Yeni yılın ilk gününde, 200’ü Tahran’da olmak üzere, 400 kişinin gözaltına alındığı, en az 20 eylemcinin ise öldüğü ileri sürülüyor. Yanısıra, silahlı eylemcilerin devletin kolluk güçlerine saldırılarında da, en az bir polisin öldüğü söyleniyor.
Diğer taraftan, ABD destekli medya organları dünya çapında dezenformasyon faaliyetini örgütlüyor. Başka ülkelerde, başka tarihlerde çekilmiş olan eylem fotoğraf ve görüntüleri, İran’daki eylemlerin “kitleselliği” ve İran hükümetinin “vahşeti”ne “kanıt” olarak servis ediliyor.
Eylemler nasıl başladı
Eylemlerin sonradan ABD’nin istediği rotaya girmesini bir kenara bırakalım. Gerçekte İran halkı ciddi ekonomik sıkıntılarla içiçe yaşıyor. Ve bu eylemlerin patlamasının son derece önemli ekonomik nedenleri bulunuyor.
En başta, İran uzun süredir uluslararası yaptırımlarla karşı karşıya. Bu yaptırımlar, ülkede ekonominin zayıflamasına, refah düzeyinin düşmesine neden oldu. İşsizlik bu yıl resmi rakamlara göre yüzde 12,4’de tırmanmış durumda. Son on yılda, İranlıların yüzde 15 yoksullaştığı belirtiliyor. Ve İran halkının yüzde 35’i yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Obama döneminde ABD ve diğer batılı emperyalistlerle yapılan nükleer anlaşma, ekonominin kısa sürede düzeleceği beklentisini yaratmıştı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bu yöndeki söylemleriyle kitleleri rahatlatıyordu. Ancak yaptırımların kalkması, ekonomik kalkınmayı beraberinde getirmedi.
Koşullar zaten kötü iken, batık banka krizi, yoksullaşmayı artıran bir unsur oldu. 2013 yılında Ruhani seçildiğinde özellikle batık bankalarda tüm birikimlerini kaybeden kitle için çözüm bulacağını ileri sürmüştü, ancak bu konuda bir ilerleme kaydedilmedi. Son eylemlerin başlangıç noktası olan Meşhed, batık banka krizinden en fazla etkilenen kentlerden birisiydi. Milyonlarca insan bütün birikimlerini burada yitirmişti.
Geçtiğimiz aylarda Kirmanşah’da yaşanan deprem de bir başka birikim noktası oldu. Depremde devlet konutları yıkılmış, yaşanan can ve mal kaybı, kitlenin devlete olan öfkesini artırmıştı.
Son haftalarda giderek artan hoşnutsuzluk, farklı eylemlerle kendisini ortaya koyuyordu. İlk kıvılcım fabrikalarda ateşlendi. Ücretlerin düşüklüğünden ve düzensiz ödenmesinden şikayetçi olan işçiler grevlere başladılar. Yanısıra kadınların başörtüsüne karşı mücadelesi, ahlak polisinin kaldırılması konusunda hükümetin söz verdiği bir kazanıma dönüştü. Ardından belediye otobüs şoförleri greve çıktılar. Grevci şoförlerden birinin gözaltında ölmesi, tepkiyi giderek büyüttü.
Son hafta ise, ABD destekli dezenformasyon faaliyetinin etkisiyle, adeta “ekonomik çöküntü” beklentisi oluşturuldu. Enflasyonun yüzde 70’e fırlayacağı, petrol fiyatlarının yüzde 50 artacağı yolunda, “kaynağı belirsiz” haberler kitleler içinde çığ gibi yayıldı. Yumurta fiyatının gerçekten de iki kat artması kitlelerin sabrını taşırdı. Ekonomik sıkıntılar, hükümet politikalarına karşı öfkeye dönüştü ve bu öfke patladı.
28 Aralık günü Meşhed’de patladı eylemler. Giderek kötüleşen ekonomik durumu protesto etmek isteyen kitleler sokaklara döküldü. Hızla yayılan eylemlerin talepleri; enflasyon, işsizlik ve yolsuzluklar karşısında hükümetin çözüm bulmasıydı. Şiraz, İsfahan, Urmiye, Raşt, Sari, Kirmanşah gibi kentlerin ardından, 30 Aralık günü eylemler Tahran’a ulaştı ve Tahran Üniversitesi eyleme katıldı.
Eylemlerin ikinci gününden itibaren talepler hızla değişti. Siyasi tutukluların serbest bırakılmasından Suriye’den çıkılmasına, Diktatöre tepkiyi ifade eden sloganlardan özgürlük taleplerine kadar önemli siyasi sloganlar eylemlerin merkezine yerleşti. Bu arada kimi eylemlerde şeriat karşıtı sloganlar atılırken, başka yerlerde daha fazla şeriat isteyen sloganlar da ortaya çıktı.
Eylemler etkili olabilir mi?
Eylemlerin başladığı andan itibaren ABD doğrudan destek açıklamaları yapmaya başladı. Bu yanıyla İran’daki gösteriler, başka ülkelerde ABD destekli “muhalefet” eylemleriyle önemli benzerlikler taşıyor. 2011 yılında Suriye’de birden kitle eylemlerinin patlak vermesi; Venezüella’da ekonomik spekülasyonlarla ani fiyat artışlarının ortaya çıkartılması; Ukrayna’da eylemci muhalefetin hızla silahlı çetelere dönüşerek devletle doğrudan silahlı çatışmaya girmesi gibi unsurlar, İran’da içiçe geçmiş bir şekilde karşımıza çıkıyor.
İran halkının üzerinde ciddi bir ekonomik ve siyasi baskı olduğu çok açık. Ve bu durum, kitlelerde bir tepki de oluşturuyor. Eylemlerin başlama nedeni bu tepkinin patlaması olsa bile, ABD süreci kendi çıkarına çevirmeye ve bir “iç savaş” başlatmaya çalışıyor. Ancak bu, pek olası görünmüyor.
Birincisi, İran’da bir “iç savaş” başlatmak o kadar kolay değil. Suriye’de muhalefet hareketi gibi görünen emperyalist müdahale başladığında, birçok açıdan Suriye dezavantajlı bir durumdaydı. İran ise, belki de tarihinin en güçlü dönemlerinden birini yaşıyor. İçeride güçlü bir hükümet; dışarıda üç ülkede birden (Irak, Suriye ve Yemen) ABD emperyalizmine karşı verilen savaşta elde edilen başarılar; arkasında Çin ve Rusya emperyalistlerinin doğrudan desteği var. Bütün bu unsurlar İran’ı güçlü bir devlet ve “yükselen” bir güç haline getiriyor. Ve “yükselen” ülkelerde, içerideki ekonomik ve siyasi baskıların düzeyi ne kadar yüksek olursa olsun, genel kitlenin devlete olan desteğini kırmak çok kolay olmuyor.
Bu koşullarda, İran’daki halkın yaşadığı ekonomik ve siyasi sorunlar ne kadar büyük olursa olsun, ABD propagandasının yankı bulması ve kitlelerin bu propagandaya kapılması ihtimali son derece düşük kalıyor.
İkincisi, gerek İran’da gerekse bölge ülkelerinde “Suriyeleşmek” korkusu, yaşanan bütün ekonomik ve siyasi baskıların üzerinde bir etki yaratıyor. Suriye’nin yaşadığı IŞİD vahşeti, ülkenin her karış toprağının bir savaş alanına dönmesi, Ortadoğu halklarının en büyük kabusu. Bu korku, eylemlerin gerçek bir kitle gücüne dönüşmesinin önünde engel oluyor.
Başlangıçta devleti eleştiren gerçek bir kitle hareketi olmasına rağmen, sloganların İran’ın dış politikasına yönelmeye başladığı anda, önemli bir kesimin eylemlerden çekilmesinin nedeni budur. Özellikle İran’ın Yemen, Suriye gibi ülkelerde, IŞİD’e karşı verdiği başarılı savaşın eleştirilmesi, salt ekonomik taleplerle eylemlere katılan kitlenin tutumunu değiştirdi. Dahası, Hamaney’in bu kitleye yaptığı çağrı da, eylemlerdeki kitleyi azaltan bir etkisi oldu.
Üçüncüsü, eylemler zaten İran halkının genelini kapsamıyor. En etkin eylemler, Kürt ve Arap nüfusun yoğun olduğu yerlerde yaşanıyor. Suriye’de Kürt halkının yaşadığı kazanımlar, İranlı Kürt nüfusu da umutlandırmış ve harekete geçirmiş olabilir. Ancak Suriye’de Kürt halkı, devletin yönetme boşluğunun olduğu koşullarda ve IŞİD ve Nusra’ya karşı verdikleri savaşın içinde bu kazanımları elde ettiler. İran’da ise şu anda ne savaş var, ne de zayıf bir hükümet.
Eylemlerde ABD-İsrail-Suudi rolü
ABD’nin uzun bir zamandır İran’ı hedefe çaktığı, İran ile savaşmak için bahaneler aradığı biliniyor. Ancak Ortadoğu genelinde İran karşısında yenilgiye uğrayan ABD’nin, İran’a doğrudan bir saldırı başlatması ihtimali de yok. Bu koşullarda geriye, İran’ı içeriden karıştırma seçeneği kalıyor. Bugün yaşanan da budur.
ABD ile İsrail, 12 Aralık günü İran’a karşı bir işbirliği anlaşması imzaladılar. Bu anlaşma, İran üzerindeki baskıyı artırmayı hedefliyordu. Anlaşmanın üzerinden sadece iki hafta geçtikten sonra, İran’da eylemler birden yükseliverdi. Sonrasında da her aşamada ABD, yaptığı açıklamalarla eylemleri desteklediğini duyurdu; eylemlere karşı şiddet kullanmaması konusunda İran’ı uyardı.
Yanısıra, eylemlerin arkasında Suudi Arabistan’ın da bulunduğuna dair çeşitli işaretler görünmektedir. Kısa bir süre önce Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, “savaşın Suudi Arabistan’da değil, İran’da olması için çalışacağız” sözlerini sarfetmişti. Bugün yaşanan eylemlerde, Sünni Arapların yoğun olduğu Ahvaz kentinde yapılan bir gösteride, Suudi Kral Selman’a selam gönderilmesi; El Kaide bağlantılı Ahvaz Şehitleri Tugayı adlı cihatçı örgütün İran’da eylem yapmaya başlaması, bu konuda harekete geçilmiş olduğunu gösteriyor.
ABD emperyalizmi, Ortadoğu’daki savaşların her birinde önemli sıkışmalar yaşıyor. IŞİD’in yenilmesi ve Suriye savaşının bitmiş olması, ABD’nin Suriye’de kalma gerekçelerini ortadan kaldırıyor. İran’ın güç ve etkinliği arttıkça, bölge ülkeleri üzerinde daha etkili hale geliyor. Irak Kürdistanı’nda bağımsızlık konusunda geri adım atılması, Lübnan Başbakanı Hariri’nin istifası konusundaki baskının boşa çıkması, Katar’ın İran ile işbirliği konusunda geri adım atmaması gibi unsurlar, ABD’nin bölge politikalarındaki handikaplarını oluşturuyor.
İran ise, gerek zengin petrol ve doğalgaz yatakları, Basra Körfezi’ne hakim konumlanışı, gerekse artan askeri ve siyasi gücü ile, ABD açısından son derece önemli bir hedeftir. Ve ABD’nin bölge politikalarında vazgeçilmez bir yere sahiptir. İran’ın karıştırılması ve güçten düşürülmesi, ABD’nin hem savaş alanı olan Suriye, Irak ve Yemen’de yeniden güç kazanmasını getirir. Yanısıra, İran’ın büyük desteğini alan Lübnan ve Filistin gibi ülkelerde; İran ile yakın ilişkileri olan Pakistan, Katar gibi ülkelerde ABD’nin güç ve etkinliğini artırır. Yani İran, bölge ülkelerinin domino taşları gibi peşpeşe düşürülmesinde, son derece kritik bir role sahiptir.
İran’daki eylemlere, bölgenin bu dinamikleri açısından bakıldığında, ne kadar büyük bir önem taşıdığı daha net görülecektir.
Eylemler ne kadar etkili olur?
Eylemlerin bu kadar etkin bir hale gelmesinde bir unsur da, İran’ın ikili devlet yapısı ve reformcularla muhafazakarlar arasındaki çelişkilerdir. Muhafazakar kesim, reformcu Ruhani yönetiminin 2015 yılında Obama ile imzaladığı nükleer anlaşma başta olmak üzere birçok uygulamasına karşı çıkıyor.
Ancak eylemlerde muhafazakarlarla reformcular arasındaki çelişkiler ikinci plandadır. İran devletinin önceliği, eylemlerin arkasındaki ABD-İsrail-Suudi Arabistan ittifakıdır.
ABD’nin bu saldırısı karşısında İran devleti, son derece dikkatli davranmak zorunluluğu hissediyor. Eylemler karşısında belli bir şiddet uygulamakla birlikte, bu şiddetin kontrollü ve düşük dozda kullanılması da bunun göstergesi.
ABD, bütün projektörleri İran’a çevirmiş, medya üzerinden müthiş bir dezenformasyon faaliyeti örgütlemiş ve bu doğrultuda BM’yi devreye sokmak için harekete geçmiş durumdayken, İran gösterileri şiddetle bastırma yoluna gidemiyor. Onyıllar süren ekonomik ambargodan yeni kurtulmuş olan İran, uluslararası kamuoyu önünde “meşruiyet” zeminini kaybetmeden, BM’nin yeni yaptırımları ya da doğrudan bir saldırısı ile karşı karşıya kalmadan bu süreci atlatmak istiyor.
Bu koşullarda İran’ın farklı taktikler izleyeceği açık. Cuma günü bütün kentlerde devlet yanlısı kitle gösterileri düzenleme çağrısı yapmış olması, bu doğrultuda atılmış önemli bir adım. Keza, eylemlerin kitle gücünün gerçekte çok fazla olmadığı ve abartıldığı da biliniyor. Bu eylemci kitleyi daha da yalıtmak ve genel kitlenin buna katılmasını engelleyecek adımlar atmak için de harekete geçmiş durumda.
İran başka hangi yöntemleri izleyecek, bunu göreceğiz. Ancak varolan konjonktür içinde, bu eylemlerin başarıya ulaşması ve hatta uzun sürmesi ihtimali düşük görünmektedir. Sonrasında neler olacağı, özellikle Ortadoğu genelinde Kürt hareketine karşı (Suriye ve Irak Kürt örgütleri de dahil) İran’ın hangi politikaları izleyeceği de buna göre belirlenecektir.
* * *
İran halkının oldukça önemli ekonomik ve siyasi baskı altında yaşamakta olduğu açık bir gerçek. Özellikle 1979’da Şah’ın devrilmesinin ardından devrimci ve komünistlerin kaybetmesi, İslamcıların kazanması, İran’daki yaşam koşullarını giderek kötüleştirdi. Kapitalist ekonomik baskı ile, İslamcı siyasi baskı içiçe geçti.
Diğer taraftan, halkların yaşam koşullarını iyileştirme talebi, asla ABD’nin yardımıyla gerçekleşebilecek bir talep değildir. Bugüne kadar dünya halklarına baskı, sömürü, vahşet ve katliamdan başka bir şey sunmamış olan ABD emperyalizmi, İran’da da kendi çıkarlarının peşindedir.
Asıl sorun, kitlelerin haklı taleplerini doğru bir temelde yönlendirecek devrimci bir önderliğin olmayışıdır. Bu durum, kendiliğinden kitle hareketlerinin emperyalistlerin çıkar çatışmalarına payanda olmasını kolaylaştırmaktadır. Buna rağmen İran halkında yüksek olan anti-ABD duygusu baskın çıkacak tır ve mutlaka İran devletinin ekonomi politikalarına karşı devrimci bir çıkış yaratacaktır.