“Taşerona kadro” balonu patladı

AKP Hükümeti’nin aylardır yaygarasını yaptığı “taşerona kadro” sözü, 696 sayılı KHK ile yürürlüğe girdi. Böyle bir yasanın KHK ile yapılması, zaten başlı başına bir sorundu. Taşeron işçilik gibi sayıları 1,5 milyona ulaşan, aileleriyle birlikte yaklaşık 5 milyon insanı doğrudan ilgilendiren bir konuyu, tüm halktan gizlediler. Göstermelik de olsa sendikaların görüşünü almadılar, çoğunluğu oluşturdukları halde meclise getirmediler. Buralarda tartışılmasına bile tahammülleri yoktu.

Bütün bunlar, “taşerona kadro” sözünün nasıl bir aldatmaca içerdiği konusunda yeterince şüphe uyandırıyordu. Bakanların birbirini tutmayan sözleri, peyder pey dökülen gerçekler, KHK çıkmadan önce, içeriği konusunda az-çok fikir vermişti. Yeni yıla sayılı günler kala “torba yasa” gibi bir “torba KHK” çıkardılar ve “taşerona kadro” da bu torbadan çıktı!

Torbanın içinde katillere af niteliğinde düzenleme dahil pek çok tepki çeken konu bulunuyordu. “Taşerona kadro” da bu katran kazanında bir parmak bal gibi sunuldu. İşçilere müjde, hatta bir lütufmuş gibi duyuruldu.

Oysa daha KHK çıkmadan, içeriği az-çok belli olmuş ve kaygılar artmıştı. KHK, bunu kesinleştirdi, sarı sendikacılara bile “dağ fare doğurdu” dedirtti. Gerçekte ise dağ fare bile doğurmadı. Ortada küçük de olsa bir kazanım değil, ciddi hak kayıpları sözkonusuydu. Yani sürülen onca cilaya, yapılan büyük tantanaya rağmen, “taşerona kadro” aslında “zehirli bir yem”den ibaretti.

 

“Taşerona kadro” yalanının gerçek yüzü

Taşeron işçilerinin yıllardır kadrolu olmak için mücadele ettikleri biliniyor. Düzen partileri de özellikle seçim dönemlerinde bu yönde çeşitli vaatlerde bulundular. Geçen seçimlerde buna AKP de dahil olmuştu. Fakat işçileri oyalayıp durdular.

Esasında taşeron sistemi, her tür sosyal haktan mahrum, kuralsız bir çalışma ve düşük ücretle, yoğun bir sömürü demektir. Onun içindir ki, hem ülkemizde hem de dünyada giderek yaygınlaştı. Vahşi kapitalizmin temel yasası haline geldi.

Böyle bir sistemi, burjuvazi ve onu temsil eden hükümetlerin kendi rızalarıyla kaldırmaları sözkonusu olabilir mi? Bunun için hükümetleri zorlayan çok büyük işçi eylemeleri gerekir ki, bugüne dek yapılanlar ne yazık ki henüz o düzeye ulaşabilmiş değil. Böyle olunca kaldırmak bir yana giderek artıyor ve geneli kapsıyor.

Örneğin AKP’nin işbaşına geldiği dönemde 300 bin civarında olan taşeron işçi sayısı, 15 yıl içinde 1.5 milyonu geçti. Tam rakam bilinmiyor, ya da resmi olarak ifade edilmiyor. Öyle ki, 15 yıldır işbaşında olan AKP hükümeti, kesin rakamı bilmediklerini ve bu konuda araştırma yaptırdıklarını söylüyor. (Eski Çalışma Bakanı Faruk Çelik ise, 1.5 milyon civarında olduğunu belirtmişti.)

Özcesi taşeron sistemini yaygınlaştıran, özellikle kamuda çoğaltan bir hükümetle karşı karşıyayız. Böyle bir hükümetin “taşerona kadro” sözü, zaten kuşkuyla yaklaşılması gereken bir konuydu. Ve meselenin gerçek yüzü, KHK’nın çıkmasıyla birlikte iyice netleşti.

Tüm taşeron çalışanları kapsamayacağı önceden belli olmuştu. Ardından sayı düşmeye başladı; kapsamındaki işçi sayısını 450 binden 250 bine kadar aşağıya çektiler. Belediyelerdeki işçilerin de, belediye bünyesinde kurulan Belediye İktisadi Teşekkülleri” (BİT) şirketlerine yerleştirileceği söylendi. Yanısıra başta atanmayan öğretmenler olmak üzere KPSS’yi kazanıp da atama bekleyen onbinler ve birçok kamu kuruluşunda çalışanlar kapsam dışında bırakıldı.

Böylece taşeron çalışanların üçte ikisi zaten bu düzenlemeden yararlanmamış oluyordu. Ama bu kadarla da kalınmadı. Kadroya alınacağı söylenenler, bir de güvenlik taramasından, sınavdan mülakattan geçecekti. Yıllardır aynı işi yapanların neden sınava, mülakata tabi tutulacağı; zaten savcılıktan alınan “temiz kağıdı” ile işe başlayanlar için, neden yeni bir “güvenlik soruşturması”na gerek duyulduğu soruları havada asılı kaldı. Belli ki AKP, kendinden olanlarla olmayanları ayıracak ve “kadro”yu ona göre verecekti.

Aynı günlerde Hak-İş, işyerlerinde “bize üye olun, yoksa kadrolu olamazsınız” çalışmasını başlatıyor ve farklı sendikalardaki işçileri kendi konfederasyonlarına üye olmaya zorluyordu. Bunun hükümetten bağımsız yapılması düşünülemezdi. AKP’nin Türk-İş’e bile tahammül edemediği, tıpkı memurlarda olduğu gibi işçiler arasında da kendine doğrudan bağlı bir sendikayı tek yetkili kılmak istediği anlaşılıyordu.

Bu düzenlemenin “bam teli”ni ise, kadroya alınacak işçilerin, geçmişe dönük tüm haklarından feragat etmeleri oluşturuyordu. Bilindiği gibi taşeron işçiler yıllardır muvazaalı (hileli) çalıştırılıyor. Yani yasada “tali iş” denilmesine rağmen “asıl iş”i yapıyorlar; buna karşın “asıl işi” yapanların haklarından yararlanamıyorlar. Mahkemelerin “hileli” diye nitelediği çok sayıda yargı kararı ve sürmekte olan davalar var. Dahası mahkemeler, kadrolu işçinin haklarına göre hesaplayıp kişi başına 100 bin liraya kadar çıkan kararlar verdiler. Hatta Çatalağzı Termik Santrali taşeron işçilerine, kişi başına 172 bin lira belirlendi. Bu şekilde yüzlerce yargı kararı hükümetin önünde duruyor. Ve bunların oldukça yüksek bir miktara ulaştığı söyleniyor.

Hükümet, taşeron çalışanlara “kadro” karşılığında, bu kazanımlardan vazgeçmeyi dayatıyor. Açılmış davaları geri çekmesini, yeni bir dava açmayacağına dair söz vermelerini şart koşuyor. Bir nevi şantaj yapıyor. Böylece kendisi kırıntı dahi vermeden, büyük bir yükten kurtulmayı planlıyor. Çünkü bir taşeron işçisi, koydukları bütün engelleri aşarak “kadro”lu olsa dahi, önceki kadrolu işçilerle eşit haklara sahip olamıyor, onlarla aynı ücreti alamıyor. Daha önce çalıştıkları taşeron şirketlerde Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlanan kötü sözleşmeler 2019’a kadar geçerli olacak. Bu da gerek ücretlerde, gerekse sosyal haklarda aynı işi yapanlar arasında büyük farklar getirecek. İşyerlerinde yine “en alt” olarak kalacaklar.

Diğer yandan “kadrolu” olanların da hiçbir güvencesinin kalmadığı bir dönemden geçiyoruz. KHK’larla yüzbinlerce kişinin işten atıldığını biliyoruz. Dolayısıyla “kadrolu olmak” artık işgüvencesi anlamına gelmiyor. Kadrolu çalışanların bile işgüvencesinin kalmadığı koşullarda, taşeron işçileri neye güvenerek haklarından feragat edecek ve bu düzenlemeye boyun eğecekler? Kazanacakları bir şey olmadığı halde, kaybedecekleri önemli kazanımları varken…

Ayrıca yeni düzenleme, emeklileri de vuruyor. Emekli maaşı yetmediği için taşeronda çalışanlara ve emeklilik yaşı gelmiş olanlara “kadro” kapısı baştan kapatılmış durumda. Dahası, bu işçilerin çalıştığı taşeron şirketlerle, işyerlerinin ilişkisi kesileceği için, emekli olanlar ya da emekli yaşına gelenler işsiz kalacaklar.

 

Son sözü işçiler söyleyecek

Kısacası sözkonusu düzenleme, nereden tutsan elinde kalan bir içeriğe sahip. İşçiye, memura, emekliye, yani emeğiyle geçinen hiç kimseye bir hayrı yok. Sadece patronlara ve hükümete yarayan, onların çıkarlarına hizmet eden bir KHK ile daha karşı karşıyayız.

Hal böyleyken sendikalardan ciddi bir karşı koyuş, güçlü bir ses yükselmiyor. Hatta işçilere nasıl bir kumpas kurulduğu bile tüm açıklığı ile anlatılmıyor. Düzenlemenin tümüne karşı çıkılması gerekirken, şurasından burasından eleştirmek, sadece eksiklerini sıralamak, onun gerçek amacını karartmak demektir. Halbuki yapılması gereken, işçilere nasıl bir tezgah kurulduğunu anlatmak ve bu düzenlemeyi işlevsiz kılmaktır. Böyle bir aldatmacayı kabul etmeyerek, hem “taşerona kadro” balonu patlatılmalı, hem de devletin taşeron işçilerin kazanımlarını gaspetmesinin önüne geçilmelidir.

Ayrıca bu düzenleme, işçi sendikalarının altını oymakta, “tek tip sendika”ya doğru götürmektedir. 12 Eylül’de tek sendika olarak nasıl Türk-İş bırakıldıysa, AKP de şimdi fiilen buna başvurmakta; Hak-İş’i, 12 Eylül’ün Türk-İş’i yapmaya koyulmaktadır. DİSK ve Türk-İş yönetimleri, AKP ile uzlaşarak, onunla işbirliği yaparak yaranamayacaklarını artık anlamalı, kendi koltuklarını korumak için bile olsa, harekete geçmek zorunda olduklarını görmelidir.

İşçi sınıfı “taşeron sistemi”nin tümden kalkması için, bugüne kadar yaptıklarından çok daha fazlasını yapmak, başta üretimden gelen güçleri olmak üzere tüm güçlerini ortaya koymak zorundadır. Sendikaları zorlayacak ve harekete geçirecek olan da, işçilerin tabandan yükselteceği bu basınçtır.

İşçiler henüz sözlerini söylemedi. İşbirlikçi sendikacılar, patronlar, hükümet yetkilileri yeterince konuştular. Şimdi söz sırası işçiler de… Son sözü onlar söyleyecek!…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Adana’nın Yoldaşcan’ı” METİN AYDIN (1956-1980)

11 Aralık 1980… Metin Aydın, belinde silahı, yanında bir yoldaşı, çalıntı bir araba ile Adana-Kozan …

İEB asgari ücret için eylem yaptı

Asgari ücret için göstermelik toplantıların başladığı 10 Aralık günü, İşçi Emekçi Birliği İstanbul-Tophane’deki Çalışma Müdürlüğü …

Suriye düştü; şimdi yeni bir Ortadoğu

27 Kasım günü HTŞ’nin Halep saldırısı ile başlayan süreç, 10. gününde tamamlandı. 7 Aralık günü …