Bir süredir hazırlığı yapılan Afrin saldırısı 20 Ocak günü başladı. Türkiye tarafından eğitilen cihatçı ÖSO çeteleri de, TSK ile birlikte Afrin’e doğru harekete geçti.
Bir taraftan Suriye topraklarını işgal harekatı sürerken, diğer taraftan içeride savaş çığırtkanlığı yükseltildi ve savaş karşıtı olmak “suç” ilan edildi. Dışarıda süren savaş, içeride baskı ve terörü artırmak için bahane haline getirildi. Hem içeride hem dışarıda savaşı hedefleyen bir harekatın isminin “Zeytindalı” konması ise, trajik bir durumdur.
ABD’nin YPG ile “Sınır gücü” kurma girişimi
IŞİD’in giderek güç kaybettiği Suriye’de, bugün emperyalistlerin asıl gündemi, kimin hegemonyasının kurulacağı üzerine yoğunlaşmış durumda. Türkiye’nin Afrin saldırısı da, bu hesapların bir parçası olarak gündeme geldi.
IŞİD’in geriletilmesi, Suriye topraklarında işgalci olarak bulunan ABD, Rusya ve İran’ın durumunu yeniden tartışmaya açtı. Suriye hükümeti, Rusya ve İran’ın uluslararası hukuk çerçevesinde, meşru hükümetten aldığı izin doğrultusunda Suriye topraklarında kaldıklarını, ABD’nin ise işgalci olduğunu ve artık ülkeyi terketmesi gerektiğini çeşitli biçimlerde ifade etti.
Ancak ABD emperyalizmi, Suriye’de kalmaya devam edeceklerini açıkladı. Ve PYD, ABD’nin kalmasını istediklerini duyurdu.
Kırılma noktası ise, ABD’nin PYD güçlerinden 30 bin kişilik “sınır gücü” oluşturacağını açıklaması ve Kürt hareketine “taşınabilir hava savunma füzeleri” (MANPAD) göndermesi oldu. Karadan havaya fırlatılabilen MANPAD’lar, YPG’nin savaş gücünü önemli düzeyde artırıyor. Bugüne kadar ABD zaten YPG’ye büyük miktarda askeri araç, silah ve teçhizat sevkiyatı gerçekleştirmişti.
“Sınır gücü” adı altında bir “düzenli ordu”nun kurulması, salt askeri değil, siyasi açıdan da oldukça önemli bir hamledir. Bu adım, henüz bağımsızlık ilanı anlamına gelmiyor elbette. Ancak herşeye rağmen, Kürt hareketinin bağımsız davranma girişimi olarak ele alınıyor. Suriye içinde özerklik-federasyon tartışmaları sürerken, PYD’nin kendi yolunu çizmekte olduğunu gösteriyor. Ülkenin toprak bütünlüğü resmi olarak bölünmese bile, PYD’nin ABD ile birlikte Suriye ve Rusya’dan ayrı bir yoldan yürüme kararlılığını gösteriyor.
İşte bu hamle, Afrin saldırısının başlangıç noktası oldu.
AKP’ye işgal fırsatı
ABD’nin “sınır gücü” kurulacağı açıklaması, Suriye savaşında gelinen aşamada yeni bir dönüm noktası oldu. IŞİD’in yenildiğinin ilan edilmesinin ardından, artık bütün hesaplar Suriye’de yeni kurulacak olan düzen üzerine yapılıyor. ABD’nin açıklaması da, bu düzende etkin bir rol almak istediğinin göstergesi oldu.
ABD’nin açıklaması, AKP hükümetinin harekete geçmesine vesile oldu. Bir taşla iki kuş birden vurmanın planı yapıldı. Bir taraftan Suriye savaşında bir türlü etkin bir rol oynayamamanın acısını çeken, diğer taraftan PYD’yi kontrol altına alamamanın öfkesini yaşayan AKP hükümeti, Afrin’e operasyon söylemlerini yükseltti.
AKP, Suriye savaşının başlarında, “Halep’e kadar işgal”, “Şam’ı ele geçirme” vb hayaller kuruyordu. Gerçekler ise, Cerablus’ta ve İdlib’in bir kısmında geçici konumlanma oldu. Suriye savaşında etkin bir güce ulaşamadığı için, bu geçici konumlanma da Rusya’nın icazetine dayanıyordu. Türkiye’nin rolü tükendiği anda, Rusya Türkiye’nin İdlib ve Cerablus’u da bırakması için zorlayacaktı.
Bu koşullarda, ABD’nin açıklamasının üzerine atladı AKP hükümeti ve Erdoğan. Doğrudan Genelkurmay ve MİT yetkililerinin 19 Ocak’ta Rusya’ya giderek yaptıkları pazarlıklar sonucunda, Afrin’e girme hakkını elde etti.
Rusya’dan Kürt hareketine gözdağı
Rusya, Suriye’de başından beri Kürt hareketini kontrol altına almak, Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumak istiyor. Bu yanıyla federasyon-özerklik tartışmalarına da açık kapı bırakıyor.
Ancak Kürt hareketinin, ABD ile kurduğu işbirliği, Rusya açısından en büyük sorun. Öyle ki, ABD Kürt hareketine silah ve eğitim yardımı yapmanın yanısıra, YPG’nin ele geçirdiği her toprak parçasına askeri üs kuruyor. Rusya’nın Suriye’de Esad hükümetini güçlendirme çabalarına engel olmaya çalışıyor.
Buna karşılık Rusya, Kürt hareketini dizginlemek için, zaman zaman Türkiye’nin saldırganlığına ihtiyaç duyuyor. YPG Menbiç üzerinden Afrin’e kadar uzanan bölgeyi ele geçirmek için harekete geçtiği dönemde, Rusya Türkiye’nin Cerablus’a girmesine izin vermişti. Bugün de, ABD’nin “sınır gücü” açıklaması karşısında, yine “Türkiye kartı”nı ileri sürdü.
Rusya, AKP’nin saldırgan açıklamaları yükseldiğinde, Kürt hareketine “Afrin’i bize (Suriye Ordusu’na) bırakın, çekilin” dedi. Karşılığında Türkiye’yi dizginleme ve 29 Ocak’ta Soçi’de yapılacak olan Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne katılma vaadini ileri sürdü.
PYD, Rusya’nın bu teklifini reddetti, Afrin’i savunma ve TSK ile savaşma kararını aldı. Rusya da, Afrin’deki silahlı güçlerini Tel Rıfat’a çekti, Suriye hava sahasına TSK uçaklarına açtı ve Türkiye’ye Afrin’e giriş izni verdi. Bu izin olmasaydı, Türkiye giremezdi.
Elbette Rusya’nın bu tutumu, Kürt hareketinden tümüyle vazgeçtiği anlamını taşımıyor. Tıpkı Menbiç’te olduğu gibi, Kürt hareketine bir gözdağı vermek, ABD ile olan işbirliğini sınırlamak istiyor.
Bu nedenle, Türkiye ile yaptığı anlaşmanın sınırlı olduğu söyleniyor. TSK’nın, Afrin’e 17 km kala duracağı, Afrin merkezine girmeyeceği, sadece Afrin merkezi ile Türkiye sınırı arasında dar bir tampon bölge kurmasına izin verildiği ileri sürülüyor. Zaten yapılan açıklamalarda “hemen çekileceğiz” vurgusu öne çıkıyor.
Bu anlaşma ile hem Rusya PYD’ye bir tehdit göstermiş oluyor; hem de AKP iç politikada dikkatleri başka yöne çekerek iç baskıyı artırma olanağı kazanıyor.
Rusya için anlaşmanın bir yanında da İdlib bulunuyor. TSK’nın Afrin işgalinin başladığı gün, Rusya ve Suriye Ordusu İdlib’deki El Nusra örgütüne, cihatçı-el Kaideci çetelere karşı harekete geçti. İdlib’deki AKP destekli cihatçı çetelerin Afrin sınırına çekilmesi, Rusya’nın işini kolaylaştırdı. Böylece Rusya, TSK’nın Afrin harekatını, İdlib’de zorunluluktan oluşturulmuş olan statüyü bozmak, cihatçı çeteler karşısında zafer kazanmak için bir fırsata dönüştürdü.
İran’ın bu işgale karşı çıkıyor olması, Rusya’nın en büyük handikapı. İran, Suriye’de Türkiye’nin bu kadar rol üstlenmesini istemiyor; Kürt hareketi ile ilişkinin dinamiklerinin değişmesini onaylamıyor. Bu nedenle, Türkiye’nin biran önce Afrin’den çekilmesini istiyor.
ABD Afrin’i ortada bıraktı
ABD’nin Suriye’de iki önemli handikapı var. Birincisi, Türkiye’yi tümüyle karşısına almak istemiyor; yanısıra Kürt hareketini de güçlendirmek istiyor. Bu “uzlaşmaz çelişki” görüntüsü, zaman zaman Kürt hareketini ortada bırakmasına, zaman zaman Türkiye’yi dışlamasına neden oluyor. İkincisi, Suriye savaşında üstünlüğü ele geçiremiyor; onun savaş stratejisi, İran ya da Rusya tarafından, birçok aşamada engelleniyor. Rusya ve İran’la yenişemediği için, Suriye’de attığı adımlardan zaman zaman geri çekilmek zorunda kalıyor.
Bu iki unsurun sonuçlarını Rakka’dan Menbiç’e kadar, savaşın her aşamasında gördük; ABD’nin yalpalayan tutumları ile karşılaştık.
Bugün de ABD, önce “sınır gücü” açıklaması yaptı; ardından böyle bir ordu kurulmayacağını söyledi. Türkiye’nin Afrin’e saldıracağını açıkladığı süreçte de, “Afrin bizim operasyon bölgemiz değil” sözleriyle, Afrin’i Türkiye’nin “insafına terk etmiş” oldu. Kürt hareketini bir kere daha ortada bıraktı.
Bu yanıyla ABD’nin tutumu, Türkiye’ye örtük destek oldu. ABD, Ortadoğu savaşında genel olarak yaşadığı çıkmaz nedeniyle, buna mecbur kaldı.
Gerçekte ABD için Kürt haretiyle işbirliği vazgeçilmez önemde. Bugün Ortadoğu’da dayanabileceği tek güç Kürt hareketi. Onun dışında, Suudi Arabistan’dan Katar’a kadar, ABD’nin geleneksel işbirlikçileri, son dönemde sallantılı tutumlar izliyorlar. Keza Kürt hareketi, hem ciddi bir savaş gücüne sahip, hem de Kobani direnişinden buyana uluslararası desteğe. Bu nedenle, Afrin konusunda Türkiye karşısında geri adım atmış olsa bile, BM ve NATO gibi uluslararası kurumları harekete geçirerek, Türkiye üzerindeki siyasi baskıyı artırarak, Afrin harekatını sınırlı tutmaya çalışıyor. Afrin işgalinin başlamasının ikinci günü Türkiye’ye gelen ABD heyeti bu baskıyı artırma amacını taşıyor. Aynı günlerde, ABD’nin “IŞİD’le mücadele özel temsilcisi” Brett McGurk ise Rojava’da PYD ile görüşmeler yapıyor.
Kürt hareketi direnecek
Kürt hareketi açısından en önemli motivasyon unsuru, bölgede Kürt halkının içinde bulunduğu durum.
Irak Kürdistanı, başarısız referandum girişiminin ardından, son 6 ayda son derece önemli kayıplarla karşılaştı. Her şey bir yana, coğrafi olarak elinde tuttuğu toprakların yüzde 40’ını, yanısıra sınır kapılarını Irak hükümetine devretmek zorunda kaldı. Ve yaşadığı siyasi başarısızlık, Irak hükümetinin elini güçlendirdiği için, petrol satışı başta olmak üzere, önemli ekonomik kayıplar da yaşadı. Bu durum, toplamda Irak hükümetinin Kürdistan bölgesini içeriden karıştırmasına da olanak tanıdı; günler süren eylemlerle Kürdistan’ın siyasi dengeleri altüst oldu.
Türkiye’de Kürt kentleri üzerinde estirilen terör, kentleri yerle bir ederken Kürt hareketini de oldukça darbeledi. Belediye başkanlarından milletvekillerine kadar ciddi bir kadro gücü hapse girdi, kentlerdeki önemli bir kadro gücü kaybedildi. Kentlerde yaşayan halkın önemli bir kesimi de, yıkımlar sonrasında kalacak yer sorunu yaşayarak dağıldı. Böylece Türkiye’deki Kürt hareketi de, son iki yılda ağır bir darbe almış oldu.
Bugün, Kürt hareketinin en dinamik gücü Suriye topraklarındadır. ABD’nin, Suriye Kürtlerine Irak Kürdistanı’nı da vaadettiği söyleniyor. Yani savaşın sonunda bir gün, Suriye’den Irak’a uzanan tek bir ülke sözü verildiği iddia ediliyor.
Bugüne kadar ABD’nin her kritik aşamada Kürt hareketini ortada bıraktığı sır değil. Irak’daki referandum süreci, Suriye’de Türkiye’nin Cerablus’a ve Afrin’e girmesi bunun son örnekleri.
Bu gerçek bir yana, Suriye Kürt hareketi de kendi içinde, bölge liderliği hedefini taşıyor. Türkiye ve Irak’ta kaybedilen mevziyi Suriye üzerinden kazanmak; Ortadoğu genelindeki Kürt hareketinin odağı olmak istiyor.
Hedef bu kadar büyükken, Suriye sınırları içinde, belli düzeydeki federasyon-özerklik tartışmaları artık dar gelmeye başlamış durumda.
Bu koşullarda Afrin, TSK karşısında direnme kararı aldı. Ve ilk andan itibaren, bütün gücüyle bu direnişi sürdüreceği belli oldu. Daha harekatın başlamasının hemen ardından TSK tanklarının tahrip edildiği haberleri geliyor. İşgalin 4. kara harekatının 3. gününde, üçüncü asker cenazesi döndü.
TSK’nın ÖSO ile birlikte hareket ettiğini duyurması da, Türkiye’nin aleyhine dönen bir unsur oldu. ÖSO denilen cihatçı çeteler, Suriye savaşının başından bu yana kitle katliamları, vahşi cinayetleri, şeriatçı söylemleri ile bilinen ve dünya halklarının nefretini kazanmış yapılardan oluşturuluyor. Üstelik ÖSO’nun savaş gücü olmadığı da biliniyor. Girdikleri savaşlarda ya teslim oluyorlar, ya silahları ile birlikte kaçıp karşı saflara geçiyorlar, ya da sadece kaçıyorlar.
Emperyalist hesaplar, işgal altındaki halklar
Bu işgalin başlamasında, emperyalistlerin de işbirlikçilerinin de sayısız hesabı var. Ancak bu hesapların ne kadar hayata geçeceği belli değil.
En başta Afrin’in direnişi bütün dengeleri değiştirebilir. Kürt hareketinin bütün gücüyle direneceği belli oldu. Ve AKP’nin yaptığı bütün açıklamalara rağmen, TSK’nın fazla ilerleyemediği, çok dar bir alanda çatışmaların yoğunlaştığı görülüyor.
Afrin’in yerleşim bölgesi olması, “askeri hedefleri vuruyoruz” söylemini de boşa çıkartıyor. TSK’nın her saldırısı, sivilleri vurma riskini içinde barındırıyor. Bu da uluslararası kamuoyunda tepkiyle karşılanıyor.
AKP hükümeti, bir taraftan savaş çığırtkanlığını yükseltiyor. Görünen o ki, burjuvazinin bütün kesimleri Afrin işgali konusunda birlik içinde. CHP’sinden Perinçek tayfasına kadar her kesim savaşı destekleyen açıklamalar yapıyor. Bu tablo, AKP hükümetinin içeride baskıyı artırması için uygun zemin yaratıyor. Öyle ki, savaş karşıtı olmak gözaltı sebebi haline getirildi. Savaş karşıtı eylemler devletin şiddetli saldırısı ile karşılanıyor.
Bu arada, Hatay-Reyhanlı’ya roket saldırıları düzenleniyor. AKP hükümeti bu saldırıları YPG’nin gerçekleştirdiğini ileri sürüyor. Ancak bu füzelerin Türkiye’nin içinden gönderildiği yolunda iddialar da var. AKP’nin bu tür provakatif saldırılarla işgali meşrulaştırma ve kitle desteğini arttırma amacını gütmesi mümkündür.
* * *
Savaşın nasıl ilerleyeceğini bugünden söylemek zor. Yapılan pazarlıkların çok fazla tarafı var; bu nedenle evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Ortadoğu’da hiçbir emperyalist gücün ya da işbirlikçisinin kaybetmeye tahammülü yok. Şimdilik Afrin’de Kürt hareketinin direnişinin güçlendiğini söyleyebiliriz. Bu durum, Türkiye açısından Afrin’in bir “bataklık”a dönüşmesi riskini artırıyor.
Afrin direnişinin zafer kazanması, Ortadoğu dengelerinde çok önemli değişiklikler yaratacaktır. Afrin kazandığında, sadece AKP hükümeti değil, Rusya’nın PYD politikası da yenilmiş olacaktır. Bu koşullarda, Suriye toprak bütünlüğünün korunması da zorlaşır, ABD’nin bölge üzerindeki gücü de artar. Savaş bugün Rusya’nın kontrolü altında başlamış görünüyor; ancak Afrin’de Kürt hareketinin zaferi, Rusya’nın kontrolünü de, Ortadoğu’nun bütün hesaplarını da değiştirir.