Emperyalist savaşa hayır! SINIF SAVAŞINI YÜKSELTELİM!

Emperyalistler ve işbirlikçileri kana doymuyor. Her biri yeni pazarlar, yeni enerji kaynakları için, mezhepsel-ulusal ayrılıkları kışkırtıp halkları birbirine kırdırıyor.

Uzunca bir süredir Suriye, emperyalist savaşın en vahşi yöntemlerle verildiği bir ülke oldu. Adeta yeni emperyalist savaşın bir laboratuvarı durumunda. Dünyanın dört bir yanından onbinlerce “cihatçı” Türkiye, Ürdün, Irak üzerinden buraya getirildi. Sözde İslam adına Suriye’nin Alevi yönetimini yerle bir edecek ve şeriat düzenini kuracaklardı. Ceplerine koyulan dolarlarla “vaadedilen cennet” uğruna, yüzbinlerce insanı katlettiler. Yaklaşık 10 milyon Suriyeli göç etmek zorunda kaldı. Birçoğu göç yollarında yaşamını yitirdi, başta Ege olmak üzere denizler insan cesetleriyle doldu. Yaşamayı başaranlar da ya fuhuşa, ya dilenciliğe mahkum edildiler.

2011 yılından bu yana, yani 7 yıldır Suriye işgal altında. ABD, kendi yarattığı IŞİD’le güya savaşıyor görünerek, Suriye’deki varlığına gerekçe uyduruyor. Rusya ve İran, Suriye Devleti’nin davetiyle geldiklerini söyleyerek, “uluslararası hukuk” kılıfına sığınıyor. Bunlara sonradan eklenen Türkiye ise, “kendi sınırlarımı koruyorum” diyerek, önce Cerablus, şimdi de Afrin’e operasyon düzenliyor.

Oysa Suriye sınırını elek haline getiren bizzat AKP hükümetiydi. Cihatçı çeteler ağırlıklı olarak Türkiye sınırından Suriye’ye geçtiler. ABD ile birlikte “eğit-donat” adı altında eğitilip donatıldılar. Ayrıca Suriye’den Türkiye’ye herhangi bir saldırı da gelmedi. Ta ki Afrin operasyonu başlayana kadar… Ki onların da Suriye’den mi, Türkiye’den mi atıldıkları belli değil…

Kısacası işgalcilerin hiçbirinin gerekçesi Suriye topraklarında bulunmalarını meşru ve haklı kılmıyor. Bu savaşın asıl müsebbibi, ABD başta olmak üzere bütün işgalciler Suriye’yi terketmelidir. Suriye’nin kaderine Suriye halkı karar verir. Eski rejimiyle mi devam edecek, yoksa federatif veya özerk bölgeler mi kurulacak, hatta ayrı devletler mi oluşacak, buna işgalcilerin karışması; Cenevre ya da Astana’da belirlemeye çalışması kabul edilemez.

Buralardan çıkacak “çözüm”lerin hiç biri, Suriye halkının çıkarına olmayacaktır. Çünkü her biri kendi çıkarları için oradadır. “Suriye’nin toprak bütünlüğü”ymüş, “Kürtlerin özgürlüklerine kavuşması”ymış, “Suriye’nin demokratikleşmesi”ymiş, hepsi ikiyüzlüce sarfedilen sözlerdir. Dolayısıyla hiç bir halk emperyalistlere dayanarak, onlarla işbirliği yaparak özgürleşemez. Ne Kürtler, ne Araplar, ne de Türkmenler bu savaştan kazançlı çıkmaz. Sadece onların egemenlerine yarar; birkaç kırıntı da işbirlikçi kesimlere düşer. Halk ise yine sefalet içinde ağır sömürü ve baskı altında yaşama devam eder. Tarih bunun dersleriyle doludur.

* * *

Emperyalist ve işgalci devletler, bu savaşla sadece yeni pazarlar elde etmekle kalmıyor, içte de sorunları bastırma olanağına kavuşuyor. “Savaş halindeyiz” diyerek, hem baskı ve zorbalığı arttırmanın zeminini buluyorlar, hem de daha yoğun bir sömürüyü gerçekleştiriyor.

Örneğin Afrin operasyonu, AKP hükümetinin son dönemde yaşadığı sıkışmadan kurtulmak için adeta bir can simidi oldu. Ortaya dökülen yolsuzluklar, devam eden davalar, zamlara ve vergilere karşı artan tepkiler vb. hepsinin üzeri örtüldü. Şoven-milliyetçi bir yaygara ile en küçük bir muhalif sesin duyulmasına izin verilmiyor. Bırakalım savaş karşıtı gösteriyi, bir açıklamaya, bir twite bile saldırıyorlar. Yüzlerce kişi gözaltına alındı, tutuklandı. TTB, “savaş halk sağlığına ve doğaya zararlıdır” dediği için linç kampanyasıyla karşı karşıya kaldı; yöneticileri gözaltına alındı.

Sadece devrimci-demokrat kişi ve kurumlara yönelik değil; işçi ve emekçilere, bütün halka karşı açılmış bir savaş var. İşte metal işçilerinin grevi bir kez daha yasaklandı. 130 bin işçiyi, aileleriyle birlikte yaklaşık 500 bin kişiyi ilgilendiren toplu sözleşmeleri, hükümetin grev yasağıyla patronların lehine sonuçlanmış oldu. OHAL gibi savaş da patronların çıkarı için yapılıyor çünkü. Böyle dönemlerde işçi ve emekçiler açlık sınırında ücretlere talim ettirilirken, patronlar devasa karlar sağlıyor.

İşsizlik ve açlık öyle bir raddeye varmış durumda ki, insanlar artık protesto için kendilerini yakıyorlar. Bunların üzeri savaş çığırtkanlığı ile ne kadar örtülmeye çalışılsa da, o bedenlerden yükselen ateş kor olup yakıyor.

İşçileri kendi bedenini ateşe verecek noktaya getiren en önemli neden, elbette örgütsüzlüktür. Kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmeleridir. Oysa kendileri gibi milyonlar var. Resmi rakamlarla bile 3.5 milyon, gerçekte ise 6 milyon işsiz bulunuyor. Keza milyonlarca kişi asgari ücretle, yani açlık sınırında yaşıyor. Ancak bunların ezici çoğunluğu sendikasız. Sendikalı olan azınlık ise, ne yazık ki, yönetimlere çöreklenen bürokratların işbirlikçi tutumları yüzünden aradığını bulamıyor. Yani tabandan örgütlenmedikçe, kendi kaderimizi kendi ellerimize almadıkça kurtuluş olmuyor. Marks’ın dediği gibi; işçi sınıfı devrimci bir örgütlülük içinde yeraldığı zaman her şeydir; yoksa hiç bir şey….

* * *

Sonuçta savaş, her yerde egemenlere, patronlara yarıyor. Savaşın yükünü işçi ve emekçiler, ezilen halklar çekiyor; en büyük zararı da onlar görüyorlar. Savaşta ölen, göç etmek zorunda kalan, gittiği yerlerde horlanan, “savaş ekonomisi” altında inim inim inletilen yine onlar… Hiç bir yalan ve demagoji bu gerçeği uzun süre saklayamaz.

Onun için diyoruz ki, bu savaş bizim savaşımız değil! Bizim savaşımız sömürü ve zulme karşı! Emperyalist-kapitalist sisteme, faşizme, her tür gericiliğe karşı!

Sesimizi ne kadar boğmaya çalışsalar da gerçekleri haykırmaktan geri durmayacağız. Emperyalist barbarlığa teslim olmayacağız! Vargücümüzle “emperyalist savaşa hayır” demeye, onun panzehiri olan sınıf savaşını yükseltmeye devam edeceğiz… Ta ki, yeryüzünden tüm savaşları silene dek…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …