HDP’de yeni dönem

Şubat ayı, partilerin kongre ayı oldu. CHP’nin kurultayının ardından HDP de 3. Olağan Kongre’sini yaptı. 11 Şubat günü Ankara’da, -bir hafta önce CHP kurultayının yapıldığı salonda- bu kez HDP’liler toplanmıştı.

Elbette HPD Kongresi’ne devletin ilgisi çok daha farklıydı. Kongre salonuna giden yollar polis barikatlarıyla kesilmiş, dört arama noktasından geçildikten sonra salona girebilmek mümkün olabilmişti. Ülkenin dört bir yanından Kongre’ye gelmek için yola çıkan otobüsler defalarca durdurulup kimlik kontrolüne tabi tutulmuştu. Bütün bu engellemelere rağmen yaklaşık 30 bin kişi kongre salonunu doldurdu.

Öncesi bir yana Kongre’ye iki gün kala HDP’lilere yapılan gözaltı furyasına rağmen Kongre’nin toplanması, üstelik onbinlerce kişinin gelmiş olması, başlı başına bir başarıdır. Ancak Kongre’nin içeriği, bundan sonra nasıl bir yol izleyeceği konusunda aynı başarıdan sözedilemez. Bırakalım HDP’ye oy veren geniş kitleyi, birçok HDP yöneticisinde bile hayal kırıklığı yarattığı görülüyor. Bu yönüyle CHP kurultayı ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir.

Başka benzerlikler de var tabii. Örneğin CHP kurultayının “adalet ve cesaret” sloganı gibi, HDP’nin de kongre sloganı “geçmişten geleceğe aynı cesaretle” idi. Her ikisi de “cesaret”i öne çıkarmasına ve tabanında böyle bir beklenti yaratmasına karşılık, buna yanıt veremedi. Keza her ikisi de 2019 seçimlerine hazırlık niteliğinde bir kurultay-kongre toplamışlardı; buralarda seçilen yönetim ile 2019’a gidilecekti. Ama ne güncel politika ne de geleceğe dönük stratejiler konuşuldu. Ayrıca “seçilen”ler tabanın bütünü tarafından benimsenmiş değildi. İki parti de “tek adam rejimi”nden bahsediyor onun adını koymaktan, yani faşizm demekten özellikle kaçınıyordu. Ve son olarak “sol”daki boşluğu doldurmaya aday gösterildikleri halde, buna uygun bir duruş içinde olmadıkları; aksine bu yöndeki umutları söndürdükleri görüldü.

 

“Demirtaş krizi” ve yeni eşbaşkanlar

Kongre öncesi HDP içinde ciddi bir “Demirtaş krizi” yaşandı. Selahattin Demirtaş’ın haftalar öncesinden eşbaşkanlığa aday olmayacağını açıklaması üzerine başlayan tartışmalar, kongreye kadar devam etti.

Bazı HDP’liler Demirtaş’ın mutlak biçimde aday olmasını, istemese bile ikna edilmesini savunuyor, hatta bu doğrultuda kampanyalar başlatıyor, imzalar topluyordu. Onun bir lider olduğu, HDP’nin “Türkiyelileşme” projesinin simgesi haline geldiğini söylüyorlar, yanı sıra, hapiste tutulmasına bir tepki, bir vefa örneği olarak da Demirtaş’ta ısrar edilmesini istiyorlardı.

Bazıları ise, (Genel Merkez başta olmak üzere) HDP’nin kişilerin üzerinde bir parti olduğundan hareketle, yeni eşbaşkanlarla yola devam edilmesinden yanaydılar. Demirtaş’ın 4 Kasım 2016 tarihinden itibaren hapiste olmasının teknik zorlukları, keza tüzüksel olarak da iki dönemi doldurmuş olması gibi engelleri öne sürerek, Demirtaş’ın başkanlığına karşı çıkıyorlardı.

Elbette hapislik veya tüzüksel engeller aşılamayacak şeyler değildir. Esasında Demirtaş üzerinden süren tartışma da, onun kişisel popülaritesinin ötesinde, HDP içinde varolan rahatsızlıkların dışavurumuydu. Esas sorun, HDP’nin örgütsel yapısına, karar alma mekanizmalarına duyulan tepki; görüşlerini ifade etme ve karar alma sürecine katılmada yaşanan zorluklardı.

Nitekim yeni eşbaşkanlar (Pervin Buldan ve Sezai Temelli) kongreden önce belirlenmişti. Adına “Mutabakat” denilen bir komisyon tarafından belirlendiği söylense de, bu komisyonun kimlerden oluştuğu ve neden böyle bir yolun seçildiği bilinmiyordu. Normalde adayları parti kurumlarının belirlemesi ve kongre delegeleri tarafından seçilmesi gerekirken, bilinmeyen bir biçimde belirlenmiş ve delegelere dayatılmıştı. Delegelere düşen görev de, ellerini kaldırıp onaylamaktı. Bu durumda kongreler bir gösteriye dönüşüyor; ne adaylar ne de partinin politikaları tartışılabiliyordu.

Bu durum öncekiler için de geçerliydi tabii. Keza sadece HDP değil, diğer partilerde de işler böyle yürüyordu. Ama kendini “düzen partileri”nden ayıran, devrimci-demokrat bir iddiayla çıkan HDP’den farklı olması beklenirdi. Bunu göremeyenler, ya hayal kırıklığına uğrayıp tepki gösteriyor; ya da varolan durumu kabullenip onun bir parçası oluyordu.

HDP içinde yaşanan sorunlar bunlarla da sınırlı değil. Partinin 7 Haziran seçimlerinden bu yana etkisiz kalışına dönük eleştiriler var. 15 Temmuz sonrası edilgenliği ve politikasızlığı, eşbaşkanların tutuklanmasına, belediyelere kayyum atanmasına karşı yeterince tepki göstermemesi gibi pek çok konuda rahatsızlıklar ifade ediliyor. Ancak bunları tartışacağı ve sonuçlandıracağı bir kurum ve bir zemin bulunamıyor. Kongreler, partilerin “en yüksek organı” olarak farklı görüşlerin ifade edileceği, eleştiri-özeleştiri mekanizmasının işleyeceği, yeni politika ve taktiklerin belirleneceği en önemli zeminler iken, buraların bir gösteri yerine dönüşmesi bu olanağı da tümden ortadan kaldırıyor.

 

HDP’de yeni dönem

HDP yeni bir döneme başladı. Sadece eşbaşkanlar değil, politik olarak da öncekinden farklı bir HDP ile karşı karşıyayız.

Bilindiği gibi Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder’le birlikte Öcalan’la görüşen heyetin değişmez ismiydi. Zaten eşbaşkan olarak S. Süreyya Önder’in de adı geçiyordu, fakat Hasip Kaplan’la giriştiği “Türk-Kürt” tartışmasındaki üslubuyla tabanın tepkisini topladı. Ardından Ayhan Bilgen’in adaylığı yayıldı. Son aşamada Sezai Temelli üzerinde anlaşıldı. Temelli’nin 2010 referandumunda “yetmez ama evet”çiler içinde yeraldığı söyleniyor. Yani liberal kesimden…

Bu tercihin boş yere olmadığı, yeni dönemin politikalarına göre belirlendiği açıktır. Kongre’deki havadan Buldan’ın öne çıkacağı, Temelli’nin ise tamamlayıcı bir misyon üstleneceği görülüyor. Ancak ikisinin de kongredeki konuşmalarını “müzakere” odaklı yapması, HDP’nin yol haritasını da ortaya koyuyor. Belli ki yeniden AKP ile uzlaşma yolları aranacak, “çözüm süreci” benzeri bir dönemin başlamasına çalışılacak.

Hayata geçip geçmemesinden bağımsız olarak, Kongre’nin yeniden “müzakere”ye odaklanması, HDP’nin eskisinden daha geri bir noktaya çekileceğini gösteriyor. Gezi direnişinin rüzgarını arkasına alarak 7 Haziran seçimlerinde yüzde 13 gibi büyük bir destek alan HDP, tabanın basıncıyla kimi çıkışlar yapabilmişti. Örneğin Kobani için kitleleri sokağa dökmüş ve başarılı da olmuştu. Yeni dönemde sokaktan uzak duracağı, uzlaşmacılığı esas alacağı anlaşılıyor.

Kürt ulusal hareketinin son yıllarda Suriye’ye kilitlendiği ve bu sürede ABD ile artan ilişkileri düşünüldüğünde, HDP politikalarının da bu gelişmelerden bağımsız olmayacağı açıktır. ABD, hem AKP’yi hem de HDP’yi yeniden masaya oturtmak isteyecektir. Fakat bunu ne kadar başarabilir, orası şüphelidir. Dahası, bu sürede HDP’nin kapatılması bile mümkündür. Bu yöndeki girişimler böyle bir hazırlığın olduğunu gösteriyor.  Dolasıyla HDP’nin “müzakere” çağrılarının ne kadar karşılık bulacağı meçhuldür. Bilindiği gibi “çözüm süreci” aslolarak Suriye savaşıyla bağlantılı gündeme gelmişti. Bundan sonraki gelişmeleri de yine Suriye belirleyecektir.

 

Sonuç yerine

Son kongre ile HDP’nin yeni rotası belli olmuşken, kendilerine devrimci, sosyalist diyen kesimlerin hala HDP içinde kalması veya HDP’den anti-faşist bir direniş beklemesi, eskisinden çok daha kof bir hayaldir. HDP ya da CHP’den medet uman, “sol”un boşluğunu bu partilerin doldurmasını bekleyen tüm kesimler, artık kendilerini ve kitleleri kandırmaktan vazgeçmelidir.

Diğer yandan sürekli 2019 seçimlerinden, seçimlere hazırlıktan bahsedilmektedir. Öncekiler bir yana son referandum, burjuva anlamda bile bir seçim güvencesi kalmadığını ortaya koydu. Seçimlerde bir değişiklik olmadan ve OHAL kalkmadan seçimlere katılmak, AKP’ye meşruiyet kazandırmaktan başka bir anlam taşımaz. Bırakalım devrimci-sosyalist olmayı, burjuva anlamda bir muhalefet bile, bunlar olmadan seçimlere katılmayacağını şimdiden duyurmalı ve AKP’nin üzerinde bir basınç oluşturabilmelidir. Ama geçtik CHP’yi, HDP’de bile bu yönde bir karar, hatta tartışma bile yok!

Muhalif partilerin bu haliyle, faşizme karşı mücadeleyi yükseltmek şöyle dursun; bir hükümet değişikliğini başarmak bile mümkün değildir. Kendi tabanlarının dahi umutlarının tükendiği bir dönemde, devrimci tarzda birleşik mücadeleyi örmekten başka yol yoktur.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …