Tabanında umut yaratmayan BİR CHP KURULTAYI

01

CHP, “kurultaylar partisi” olarak bilinir. Kurultayların sıklığı, aynı zamanda iç çekişmelerin, hiziplerin varlığı, böyle bir belirlemeye yol açmıştır. CHP’liler ise bunu, “kendi içinde demokrasiyi işleten bir partinin göstergesi” olarak sunarlar.

Elbette siyasi bir partinin tüzüksel kurallarına uygun şekilde kongre ve kurultayını toplaması, yönetim kademelerine birçok adayın talip olması, farklı görüşlerin kendini ifade edebilmesi, parti-içi demokrasinin olmazsa olmazlarıdır. Fakat mesele, bunların biçimsel olarak yerine getirilmesinden ibaret değildir.

CHP’nin son kurultayı, parti-içi demokrasinin ne kadar yaşama geçirildiğinin görülmesi bakımından da çarpıcı örneklerle doluydu. Delegelerin belirlenmesinden, başkan adayı olmanın zorluklarına kadar tüzüksel barajların yanı sıra, fiili engellemeler ve ayakoyunları ile anti-demokratik yöntemlerde diğer partilerden geri kalmadığını bir kez daha gösterdi.

Ancak CHP’nin son kurultayına damgasını vuran, tabanın beklentilerine yanıt vermemesi, hiç bir umut yeşertmemesi ve bir kez daha hayal kırıklığı yaşatması oldu.

 

Kurultay’da yaşananlar

Adına “adalet ve cesaret” dedikleri CHP’nin 36. olağan kurultayı, 3-4 Şubat’ta Ankara’da gerçekleşti. Ancak ne “adalet”li bir yarış ve tartışma ortamı gerçekleşti; ne de “cesaret”li adımlar atılabildi.

Kurultay öncesi dikkatler, başkanlık için kimlerin aday olacağı üzerinde toplanmıştı. İstanbul Barosu’nun eski başkanı Ümit Kocasakal, “ulusalcı” kanadın adayı olarak öne çıkarken, müzmin aday Muharrem İnce yeniden aday oldu.

CHP’de başkanlığa aday olabilmek için toplam delege sayısının yüzde 10’unun imzası gerekiyor. Bu da en az 127 delegeye denk düşüyor. Muharrem İnce dışındaki adaylar bu sayıya ulaşamayınca, seçim bir kez daha Kılıçdaroğlu ve İnce arasında yaşandı. O da “mükerrer oy”lar, Kılıçdaroğlu’nun o oyları Muharrem İnce’ye yazdırması, İnce’nin “lütufla aday değilim” çıkışı ile debdebeli bir hale büründü.

Kurultay öncesinden Kılıçdaroğlu’nun kazanacağı zaten belliydi. Dolayısıyla başkan adayları ve başkanlık üzerine yapılan tartışmalar, propagandif olmanın ötesinde bir anlam taşımıyordu. Ama birden fazla adayın olması, “demokrasi şöleni” havası için gerekliydi. Muharrem İnce, önceki kurultaylarda olduğu gibi bu görevi yerine getirdi. Fakat bu kez onun bile beklemediği ölçüde bir karşılık gördü. Konuşması, Kılıçdaroğlu’ndan daha fazla salondakileri coşturdu. Ne var ki bu fark, delegelerin oyuna aynı şekilde yansımadı. Buna rağmen Kılıçdaroğlu, beklediği kadar yüksek oy alamadı. (Kılıçdaroğlu 790, İnce 447 oy aldılar.)

Kurultayı izlemeye gelenlerle, delegelerin tutumları arasındaki açı farkı, hemen her gelişmede belirgin biçimde ortaya çıktı. Seyirciler kurultaydan yeni bir atılım, umutları çoğaltacak adımlar beklerken; delegeler oy pazarlığının aleti durumundaydı. Kurultayın içeriğiyle, oradan çıkacak kararlarla değil, destekledikleri adayın seçilmesiyle ilgiliydiler.

60 kişilik parti meclisine 500’den fazla kişinin aday olması, CHP tarihinin en fazla adaylı seçimini yaşattı. Kılıçdaroğlu’nun “anahtar listesi” delindi. CHP’nin solu’nu oluşturan kesimler, büyük oranda meclise girdiler. Zaten “anahtar liste”de Selin Sayek Böke gibi isimlere de yer verilmişti.

Kurultay öncesi Selin Sayek Böke ve İlhan Cihaner imzalı metin, üzerinde en çok konuşulan konu oldu. Ve esasında kurultayla birlikte CHP’nin nasıl bir yol izlemesi gerektiğini ortaya koyan neredeyse tek çalışmaydı. “Gelecek için çağrı” başlıklı metinde, “olağanüstü koşullara uygun olağanüstü muhalefet yapılması” isteniyor ve “meclisten çekilme, aktif boykot” gibi biçimlerin tartışılması öneriliyordu.

Ancak ne sözkonusu metin, ne de kurultay sonrası basına dağıtılan “sonuç bildirgesi” tartışıldı. Böylece delegeler ve CHP tabanı, siyasi tartışmaların dışında, basit bir oy aracı, “demokrasi” gösterisinin bir parçası olarak kullanıldılar.

Ve bir kurultay daha, politik-taktik hattın belirlendiği bir içerikle değil, parti yönetiminde kimlerin yeralacağı çekişmesiyle son buldu.

 

Kurultay’dan geriye kalan

CHP tabanının, CHP’den “sol” çizgide daha aktif bir politik duruş beklediği, kurultayda net bir biçimde görüldü. Hem Böke-Cihaner imzalı metnin ilgi toplaması, hem de Muharrem İnce’nin konuşmasındaki sol söylemlerin büyük bir alkış alması, bu yöndeki beklentinin açık göstergeleriydi. Keza “ulusalcı” olarak bilinen adayların sadece delegelerden değil, seyircilerden de destek görmemesi, bunun bir başka kanıtı oldu.

Tabandan yükselen sol basınç, Baykal çizgisine yakınlığı ile bilinen Muharrem İnce’nin konuşmasının içeriğine de yön verdi. İnce ilk kez, Kürt sorunu dahil birçok konuda CHP yönetimini pasif kalmakla eleştirdi. Kılıçdaroğlu ve ekibine yönelik, “referandumdan sonra sokaklara çıkmadığı, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına, belediyelere kayyum atanmasına göz yumduğu, Afrin harekatına destek verdiği” için yapılan eleştirilerin büyük bir destek alması, varolan yönetime karşı tepkinin de göstergesiydi aynı zamanda.

Bunu Kılıçdaroğlu’nun oy oranında ve “anahtar listesi”nde üstü çizilenlerde de görmek mümkün. Delege listeleri Genel Merkez kontrolünde oluştuğu halde, İnce’ye 447 oy çıkması, 33 delegenin de oy kullanmaması, Kılıçdaroğlu’nun koltuğunun sallanmaya başladığını gösteriyordu. 8 seçim kaybetmiş bir lider olarak Kılıçdaroğlu, gücünü korumakta zorlanıyor. CHP tabanında giderek artan hoşnutsuzluk, olağanüstü kurultaylara kapı aralarken, arayışların süreceğine de işaret ediyor.

Sonuçta CHP Kurultayı, bırakalım kitlelere umut vermeyi, kendi tabanında bile hayal kırıklığı yarattı. AKP karşıtı kitlenin CHP’ye tutunma, ondan bir medet umma hali, zayıflamaya başladı. Elbette burada esas sorun, devrimci bir çekim merkezinin yaratılamamış olmasıdır. Aksine kendilerine devrimci, sosyalist diyen bazı kesimlerin CHP’ye bel bağlaması, “sol”un boşluğunu doldurmasını ondan beklemesidir.

Oysa tarihsel olarak incelendiğinde CHP’yi “sol”a kaydıran koşulların; toplumsal mücadelenin yükseldiği, devrimcilerin kitlelerle bağlarının güçlendiği dönemler olduğu görülür.

Yani CHP, yükselen mücadeleyi ve devrimcilerin artan nüfuzunu durdurabilmek için “sol” görünmek, o taleplere sarılmak zorunda kalıyor. Yoksa CHP’nin tarihi, en kritik anlarda devlet partisi kimliğine bürünmek ve “faşizmin koltuk değneği” misyonunu oynamaktır. AKP’li yıllarda yapılanlara bakıldığında da, bu misyonu layıkıyla yerine getirdiği görülecektir.

CHP tabanının bile hayal kırıklığı yaşadığı bir dönemde, kitlelerin arayışlarına yanıt olabilmek, devrimci bir önderliği şart kılıyor. Şu ya da bu partiye yaslanmadan, devrim perspektifini yitirmeden toplumsal mücadeleyi yükseltmekten dışında bir kurtuluş yoktur. Kitleleri boş umutlarla oyalamaktan vazgeçip gerçekleri göstermek ve onun gereklerini yerine getirmek tek doğru yoldur.

Bunları unutup kimlik kaybı yaşayanlar, kitlelerin CHP’den umut beslemesinden sorumludurlar. Ancak gerçekler bir şamar gibi çarpıyor. Ve kitleler kendi deneyimleriyle öğreniyor. Faşizme ve tüm gericiliğe karşı tek alternatif olan devrimci bir çıkış arıyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …