ÇİFTLİK BANK DOLANDIRICILIĞI; ne ilk ne de son…

Ülkemizde sıkça yaşanan dolandırıcılık örneklerine bu defa da “Çiftlik Bank” dolandırıcılığı eklendi.

27 yaşında, Mehmet Aydın adında bir “dombili”, şu ana kadar tespit edildiği kadarıyla 150 binden fazla insanın 1 milyar 150 milyon liradan fazla parasını dolandırdı. Ardından topladığı paralarla Uruguay’a kaçtı.

Onun dolandırıcılığının ortaya çıkmasının ardından “kaybettiğiniz paraları geri alacağız” diyen birileri, dolandırılan kişileri yeniden dolandırdı, 1650 kişiden yüzbinlerce lirayı da onlar alıp kaçtı.

Dolandırılmaya doymayan “mağdurlar”, kendilerini “büyüleyecek” yeni bir dolandırıcı çıkıncaya kadar bekleyecekler. Ama ne dolandırıcılar bitecek, ne de ardından ağlaşan “mağdurlar”… Sistem, buna uygun bir yapı oluşturmuş çünkü…

 

“Çiftlik Bank” sistemi nasıl işliyor

Geçmişte internet ortamında “çıplak gösteren gözlük” satarak “mesleğe” giriş yapan Mehmet Aydın, Ağustos 2016’da işi büyüttü ve Çiftlik Bank adlı bir internet oyunu kurdu.

Oyun, yine bir internet oyunu olan FarmVille’ye benziyordu. Oyuna katılmak için, farklı altın değerlerine sahip çeşitli çiftlik hayvanları satın alınıyordu. Ömürleri 365 gün olan hayvanlar için yem ve depo masrafı da yapmak gerekiyordu. Hayvanları satın almak ve masraflarını karşılamak için, internet üzerinden ödeme yapılıyordu. İnegöl başta olmak üzere farklı bölgelerde açılan çiftliklerde, bu hayvanların bakım ve üretiminin gerçekleştirileceği ileri sürülüyordu. Ayrıca bayilikler açılıyor ve bu çiftliklerde elde edildiği iddia edilen ürünler satışa çıkarılıyordu.

Sistemi cazip kılan unsur, kar oranıydı. Satılan ürün ve hayvanlardan, bir yılda elde edilecek kar, en az yüzde 100 olarak açıklanmıştı. Ne kadar çok para yatırırsanız, kar da o kadar artıyordu.

Ve sisteme katılan kişi, verdiği paranın karşılığında ne aldığı, aldığı şeyin nerede olduğu gibi soruları sormuyordu. Sanal ekranda mal sahibi olmuş, kar etmeye başlamıştı; gerçek hayatta neye sahip olduğunun önemi yoktu.

Keza “bu ekonomi şartlarında bu kadar kar etmek mümkün mü”, “tavuk hiç mavi yumurta yumurtlar mı” gibi sorulara da yer yoktu.

Sisteme ilk katılanlar, kendilerine “kar” olarak astronomik düzeyde ödemeler yapıldığını gördükçe, sisteme katılan insan sayısı da, yatırılan para miktarı da arttı. Ta ki bu “saadet zinciri” çökünceye kadar.

“Saadet zinciri”, sisteme yeni katılanları yatırdıkları para ile, eski katılımcılara kar ödemesi yapılması esasına göre işliyor. Bir aşamada, sisteme katılım ne olursa olsun, vaadedilen düzeyde ödeme yapma olanağı kalmıyor. Bu durumda sistem çöküyor.

Çiftlik Bank’ın çöküşü, 2017’nin son günlerinde oyuna para aktaran kullanıcıların, yeterince para alamadıkları yönünde şikayetlerin artması ile başladı. Bunun üzerine SPK (Sermaye Piyasası Kurulu) inceleme başlattı. Ardından 2018’in başında, Çiftlik Bank “saadet zinciri” olmadığını kanıtlamak için üye alımını durdurduğunu açıkladı. Ardından İnegöl Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 “mağdur”un başvurusu üzerine Çiftlik Bank ile ilgili olarak “nitelikli dolandırıcılık, suç örgütü kurma, yönetme ve üye olma” suçlarından soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Elbette iş bu noktaya geldiğinde, (belki de ilk ödeme zorlukları başladığında) Mehmet Aydın çoktan Uruguay’a kaçmıştı bile.

 

Devletin sorumluluğu

Dolandırıcılığın ortaya çıkması, Mehmet Aydın’ın Uruguay’da deste deste paralar ve Ferari şovuyla alay etmesinin ardından, devlet yetkilileri “dolandırılanlar dava açabilir” demekten başka bir şey yapmadılar. Oysa işlerin bu noktaya gelmesinde devletin de doğrudan sorumluluğu bulunuyor. Sadece Çiftlik Bank konusunda değil, genel olarak sistemin dolandırıcılık üreten yanı konusunda, devletin “önlem” ya da “caydırıcılık” konusunda somut bir dahlinin olmaması, dolandırıcılar için sistemi daha da kışkırtıcı ve teşvik edici hale getiriyor.

Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkçi, “saadet zinciri” olarak bilinen piramit sistemlere dönük olarak, “bu tür pazarlama sistemleri, Türk hukuku açısından ele alındığında, bu tip satışların hangi hükümler gereğince değerlendirileceği hususunun açık olmaması, bu konuda özel bir düzenleme bulunmaması” durumundan sözediyor. Oysa “kitle tokatçılığı” yöntemiyle dolandırıcılık, özellikle 12 Eylül’den bu yana giderek artan ve yaygınlaşan, gaspedilen para miktarları ise giderek artan bir nitelik taşıyor.

Ve bu açık gerçeğe rağmen, bu konuda yasal bir düzenleme yapılması gereği duyulmuyor. Çünkü en başta devlet, kitlelerin kısa vadeli umutlarının yüksek tutulmasını, bireysel kurtuluş çabalarının teşvik edilmesini istiyor.

Örgütlü bir mücadele ile kolektif refaha ulaşmak yerine, kısa yoldan zengin olma, hızlı biçimde köşeyi dönme konusunda bireysel yöntemlerin kitlelere sunulması, devletin de işine geliyor. Umut tacirliği, kitlelerin kısa bir dönem bile olsa “uyutulmasını”, toplumsal sorunlardan uzaklaşmasını, yaşadığı ekonomik sorunlardan “çaba harcamadan” kurtulacağı beklentisinin oluşmasını sağlıyor. Bu da, özellikle ekonomik krizden etkilenen kitlelerin, devlet için bir tehdit haline gelmesini engelliyor.

Bu nedenle “nitelikli” dolandırıcılık suçlarına bile “nitelikli” cezalar, caydırıcı önlemler, sonuç alıcı çözümler üretilmiyor, yasal düzenlemeler yapılmıyor.

Yakın dönemin çarpıcı dolandırıcılarının durumu buna örnektir. Mesela Jet Fadıl olarak bilinen, inşaat ve otomotiv sektöründe faaliyet gösteren Fadıl Akgündüz, onbinlerce insanı dolandırdıktan sonra hapse girmiş, çok kısa zamanda çıkmıştı. Ardından milletvekili oldu, bu defa tatil köyü reklamıyla onbinlerce kişiyi daha dolandırdı, yeniden hapse girdi, bir yıl sonra çıktı. “Titanik” adlı şirketiyle kurduğu “saadet zinciri” üzerinden1990’ların sonuna damgasını vuran Kenan Şeranoğlu, sadece bir yıl hapis yattı. YİMPAŞ’tan Kombassan ve Deniz Feneri’ne dini söylemlerle dolandırıcılık yapan şirketlerin sahipleri, doğru düzgün ceza almadan yollarına devam ettiler.

Son Çiftlik Bank olayında yaşananlar bile, oldukça çarpıcı. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, 29 Kasım 2017 tarihinde, internet sitesinden yaptığı açıklamada Çiftlik Bank dahil olmak üzere bazı şirketlerin “denetim kapsamına” alındığını duyurdu. Tam bir ay sonra 28 Aralık 2017 tarihinde SPK Çiftlik Bank ile ilgili savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bu tarihten bir ay sonra 30 Ocak 2018 günü, mağdur avukatlarından biri Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na, Çiftlik Bank hesaplarının bloke edilip edilmediğini sordu; bakanlığın resmi yazısında “denetim süreci devam etmekte olduğu için” banka hesaplarının bloke edilmediği ortaya çıktı.

Denetimin başladığı ilk gün hesaplar bloke edilseydi, bu kadar mağdur ortaya çıkmayabilir, Mehmet Aydın balya balya paralarla Uruguay’a kaçma fırsatı bulamayabilirdi.

Dahası Çiftlik Bank tesislerinin açılışları bölgenin kaymakamları, belediye başkanları eşliğinde Mehter Marşları çalınarak yapıldı, müftüler tekbirlerle dua okudu, bakanlık teşvik verdi. Bugünün dolandırıcısı, dün, “muteber işadamı” olarak devletten destek görüyordu.

 

Dolandıran-dolandırılan

1950’li, 60’lı yıllarda saat kulesini, şehir hatları vapurunu vb. satarak insanları dolandıran Sülün Osman, yaptığı işi, “dolandırıcı ile dolandırılanın son anda yer değiştirmesi” olarak tanımlıyordu. Öyle ya; malını “zorunluluktan” satmak isteyen satıcının elindekini “kelepir fiyata” satın alıp, kısa zamanda “büyük para” kazanmak isteyen alıcının niyeti de bir “dolandırma” çabası değil midir gerçekte?

Benzer biçimde “kısa zamanda çok para” kazanmak isteyen Çiftlik Bank “mağdurları”, Mehmet Aydın’a “kısa zamanda çok para” kazandırmışlardır.

Bu dolandırma sürecinde kullanılan “kandırma” argümanları ise, döneme ve dolandırma yönteminin koşullarına göre değişmekle birlikte, özü aynıdır: Gerici-faşist söylem ve sloganlar kullanılmaktadır dolandırıcılar tarafından; ve bu söylemlere güven duyan kişiler paralarını gönül rahatlığı ile teslim etmektedir.

Kimisinde tekbirler, dualar eşliğinde açılışlar yapılmakta, din-iman-Allah söylemleri bol keseden savrulmakta, “Kudüs kırmızı çizgimiz” denmektedir.

Kimisinde “ülkemiz üzerine oyunlar oynanıyor” denmekte, 15 Temmuz ajitasyonu çekilerek “vatan-millet-Sakarya” edebiyatı yapılmaktadır.

Kimisinde de telefonun ucundaki kişi “Örgüt (FETÖ ya da PKK ya da başka biri) ile ilişkiniz tespit edildi, hapse gireceksiniz, hemen bütün paranızı bize teslim edin” sözleriyle bağırıp çağırmaktadır.

Din ve mezhep tacirliği yaygınlaştıkça, hamaset güçlendikçe, kitlelerin devletten korkusu ve kaygısı arttıkça, dolandırıcıların da işi kolaylaşmaktadır.

Bu ortam, 12 Eylül vahşetinin kol gezdiği dönemde güçlenmiştir. İşçi-emekçi örgütlerin dağıtıldığı, öncülerin işkence-katliamlarla yokedildiği, toplumsal-sınıfsal kurtuluşun yerine bireysel kurtuluşun teşvik edildiği; ekonomik-siyasi ve toplumsal olarak da bunun altyapısının inşasının başlandığı yıllarda…

Çalışmak, üreterek topluma katkıda bulunmak gibi erdemlerin; sorunları çözmek için sınıfsal-toplumsal mücadeleyi yükseltme kültürünün olmadığı koşulda, daha çok “dombili”ler çıkacak, daha çok yüzbinler dolandırılacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …