İşçi sınıfının “birlik, mücadele, dayanışma günü” 1 Mayıs’a doğru ilerleyen günlerdeyiz. Her yıl olduğu gibi bu yıl da işçi ve emekçiler tüm dünyada alanlara çıkacak, sorunlarını-taleplerini haykıracak.
Ülkemizde de tüm engellere rağmen işçi ve emekçiler 1 Mayıs’ı kutlama iradesini ve ısrarını ortaya koyacak. İşçi ve emekçiler üzerinde giderek artan baskılara, yoğun sömürüye karşı ayağa kalkacak, bir kez daha meydanları dolduracak, “yaratan ve kahreden” gücünü gösterecek… Bunu hiç bir güç durduramadı, durduramayacak!..
1 Mayıs enternasyonaldir
1 Mayıs, enternasyonal bir gündür! Çünkü işçi sınıfı tüm dünyada aşağı-yukarı aynı koşullarda çalışmakta, benzer sorunları yaşamaaktadır. Düşmanları ve dostları birdir. Kurtuluşları da ortaktır. Onun içindir ki, “ya hep beraber, ya hiçbirimiz” şiarını tüm hücrelerinde hissederek haykırır.
1 Mayıs’ı 1 Mayıs yapan “8 saatlik işgünü” sadece Amerikan işçi sınıfının değil, tüm işçilerin talebiydi. Bu doğrultuda dünyanın pek çok yerinde işçiler eylemler yapmıştı. Doğal olarak kazanım da tüm sınıfın oldu.
1886’da Amerikan işçi sınıfının büyük bedeller ödeyerek bu hakkı kazanmasının ardından, tüm dünyada “8 saatlik işgünü” elde edilmeye başlandı. Ve 1889 yılında Komünist Enternasyonal’in 1 Mayıs’ı işçi sınıfının “birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak ilan etmesiyle, sınıfın enternasyonalist birliği, dayanışması daha da pekişti.
Sorunlar da, düşman da ortaktır
1 Mayıs’ın ortaya çıkışının üzerinden yaklaşık 130 yıl geçmiş durumda. Ama işçi sınıfının sorunları- talepleri de, düşmanları da aynıdır. Emperyalist-kapitalist sistem yıkılmadığı sürece de aynı olacaktır. Çünkü bu sistem, burjuvazinin “azami kar” dürtüsüyle ayakta duruyor. Bunu elde edebilmek için de, dünyanın her yerinde işçileri daha az ücretle daha fazla çalışmaya zorluyor.
Bugün işçi sınıfının en önemli sorunları olan, özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma, iş güvencesinden yoksunluk, işsizlik vb. dünyanın her yerinde yaşanıyor. Kimi yerlerde örgütlülük ve bilinç düzeyindeki farklılıktan dolayı daha az ya da çok olabilir, fakat her yerde burjuvazi bu yöntemleri devreye sokmuştur.
Sadece çalışma yaşamı da değil, ülkelerin yönetim tarzı ve baskı biçimleri de benzerdir. Düne kadar “demokrasinin beşiği” olarak gösterilen Avrupa ülkelerinde bile faşist uygulamalar görülmekte, OHAL rejimi hüküm sürmektedir. Emperyalist savaş asıl olarak Ortadoğu’da cereyan etmekle birlikte, dünyanın her yerini etkilemekte ve sonuçları yaşanmaktadır. En hafifinden “mülteci sorunu” ile karşılaşılmakta, bunu da “yabancı düşmanlığı” ve milliyetçiliği körüklemekte kullanmaktadırlar.
Dolayısıyla işçi sınıfı her yerde çalışma koşullarına karşı direnirken, onu yaratan emperyalist-kapitalist sisteme de karşı durmak zorundadır. Somut durumda ise, emperyalist savaşa ve faşizme karşı direnmeden, çalışma ve yaşam koşullarını düzeltmek mümkün değildir.
“Savaş ekonomisi” işsizlik ve açlıktır
1 Mayıs’a hem dünyada hem de ülkemizde savaş koşullarında giriyoruz. Egemen sınıflar, yeni pazarlar elde ederek karlarını büyütmek için bu savaşı yürütüyorlar. Ama işçi ve emekçileri buna ortak etmeden kazanamayacaklarından, bir yandan şovenizmi yükseltiyor, bir yandan da baskı ve şiddeti arttırıyorlar.
Emperyalist savaş, “savaş ekonomisi” ile el ele gider. Bu da, daha fazla işsizlik, yoksulluk, açlık demektir. Bir yanda servetin, diğer yanda sefaletin kutuplaşmasının devasa boyutlara ulaşmasıdır. Öyle ki dünya zenginliğinin neredeyse yarısı, yüzde 1 gibi çok küçük bir azınlığın elinde toplanmıştır.
Savaşın ortasında yeralan ülkemizde bunun sonuçlarını hergün yaşıyoruz. İşsizlik 6 milyon civarında. İşsizler seslerini duyurabilmek için, artık kendilerini yakıyorlar. Resmi rakamlarla “açlık sınırı” 3 bin TL’nin üzerindeyken, 1.600 TL asgari ücret dayatıldı. Dahası, hemen her gün temel gıda maddeleri zamlanıyor.
1 Mayıs’ın kazanımı olan “8 saatlik işgünü” fiilen gaspedilmiş durumda. “Zorunlu mesai” adı altında gerçekte çalışma saatleri 10-12 saate çıkarıldı. İşçiler mesaiye kalmadan geçinemedikleri için, buna boyuneğiyorlar. İşten atılma korkusuyla en ağır koşullarda çalışıyorlar.
Ama bu da yetmiyor! Fabrikalar özelleştirme adı altında kapanıyor. Son olarak 14 Şeker Fabrikası daha kapatılmakla karşı karşıya… O fabrikalarda çalışan işçiler, şeker pancarı üreticisi, pancarın küspesiyle hayvancılık yapan besiciler, bölge esnafı, kısacası tüm halk işinden-ekmeğinden oluyor…
Kapitalizmde işçiler değersizdir
Savaş, bir avuç insanı daha fazla zengin ederken, işçi ve emekçilerin kanını-canını emiyor. Hem “vatan savaşı” demagojisiyle işçi-emekçi çocukları can veriyor; hem de “savaş ekonomisi” ile halk açlığa, işsizliğe mahkum ediliyor.
Egemenlerin gözünde, işçi ve emekçilerin canlarının hiçbir değeri yok! Kendileri için ölsünler, ya da ölesiye çalışsınlar istiyorlar.
Türkiye iş cinayetlerinde Avrupa birincisi! Her yıl daha fazla işçi can veriyor. Kiminde ailelerin eline üç-beş kuruş verilerek olay kapatılıyor; tepkiler arttığında ise göstermelik davalar açılıp zamana yayılarak, sanıklar en hafif cezalarla kurtarılıyor. En son Torunlar İnşaat’ta öldürülen 10 işçinin davasında sanıklara verilen ceza, önce 2 yıla indirildi, sonra para cezasına çevrilip kapatıldı. Öyle ki, 10 işçinin canı, yaptıkları binaların bir odasının bile değerinden düşüktü. Herşeyin çok pahalı olduğu bu ülkede, işçinin canından daha ucuz şey yoktu!
İşte taşeron işçilerinin durumu… AKP hükümeti “taşerona kadro” yalanıyla yüzbinlerce taşeron işçinin haklarını gaspetti. İşçiler kadrolu olma umuduyla, süren davaları dahil olmak üzere tüm haklarından vazgeçtiler; şimdi de işlerinden oldular. Zaten 1,5 milyon taşeron işçisinden ancak 250 bini kadrolu olabilecekti; onların da önemli bir kısmı, sınav-mülakat, “güvenlik soruşturması” vb. denilerek işsiz bırakıldı.
Örgütlüysek güçlüyüz
Bütün bu haksızlıklara işçiler baş kaldırıp direnişe geçtiğinde ise, karşısına polisi, askeriyle devlet dikiliyor. En temel hakkı olan grevi bile yasaklıyorlar.
Bugüne dek onlarca grev “ülkenin güvenliği” bahanesiyle yasaklandı. OHAL ilanından sonra da -ki neredeyse iki yılı bulacak- grev hakkı tümden gaspedildi. Erdoğan, patronlara yaptığı konuşmada “biz OHAL’i sizler için çıkardık, bakın grev yaptırmıyoruz” diyerek, bu durumu açıkça itiraf etmişti.
Son olarak metal işçilerinin grevini yasakladılar. İşçiler yasağa rağmen greve çıkmaya hazırlanınca, nispeten daha iyi koşullarda TİS’i imzalamak zorunda kaldılar. Bir kez daha görüldü ki, fiili-meşru mücadele olmadan, en küçük bir hak elde etmek bile mümkün olmuyor.
Esasında işçi sınıfı çok büyük bir güçtür. Sadece sayısal olarak değil, niteliksel olarak da böyledir. Çünkü üretimi elinde tutmaktadır. O durursa hayat durur. Fakat bunun için örgütlü olması, birlikte hareket etmesi gerekir. Bugüne dek elde ettiği tüm hakları bu şekilde davrandıkları zaman almışlardır. Burjuvazi de bunu bildiği için, işçileri örgütsüz, dağınık biçimde tutmakta, birey olarak bırakmaktadır. Bu şekilde istediğini dayatıp, en ağır koşullarda çalıştırmaktadır.
İşçilerin temel örgütü olan sendikalarda bile örgütlenmesi engelleniyor. Anayasal bir hak olmasına rağmen tehdit ediliyor, işten atılıyor. Bu düzende “hukuk” denilen şeyin, güçlüler için işlediği artık ayan-beyan ortadadır. İşçi sınıfı da ancak örgütlü olduğu zaman güçlü olacağını bilerek, tüm engelleri aşıp örgütlenmek zorundadır.
İşçi sınıfının kurtuluşu
insanlığın kurtuluşudur
İşçi ve emekçiler, her geçen gün zorlaşan yaşam ve çalışma koşullarını düzeltmek için 1 Mayıs’ta alanlara çıkacaktır. Düşük ücretlere, uzun çalışma saatlerine, işçi cinayetlerine, işsizliğe, özelleştirmeye, taşeronlaşmaya karşı bir kez daha öfkesini haykıracaktır.
Ancak salt ekonomik sorunlar için mücadele etmek yeterli değildir. Bugün grev hakkını kullanabilmek bile OHAL’in kaldırılması için mücadeleyi gerektirmektedir. Emperyalist savaşa, faşizme ve her türden gericiliğe karşı savaşılmadan, iş-ekmek kavgası verilemez.
İşçi sınıfı sadece kendi sorunları için değil, küçük üreticilerin, yoksul köylülerin, emekçi memurların, ezilen halkların sorunları için de ayağa kalmalıdır. Ezilen-sömürülen tüm kesimlerin öncüsü olduğunu pratiğiyle de ortaya koymalıdır.
İşçi sınıfının öğretmeni ve bilimsel sosyalizmin kurucusu Marks, “işçi sınıfı ya devrimcidir her şeydir, ya hiç bir şey” diyerek, sınıfın misyonunu ve sorumluluğunu ortaya koymuştur. Ancak bu şekilde halka önderlik edebilecek, kendisiyle birlikte insanlığı da kurtarabilecektir.
Aksi halde açgözlü kapitalizm, tüm insanlığı yeniden barbarlığa götürecek, savaşlarla yok edecektir. Azami kar yüzünden ekolojik dengenin bile bozulduğu günümüzde, dünyanın geleceği işçi sınıfının elindedir.
Ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in söylediği gibi; “ya ölü yıldızlara götüreceğiz hayatı / ya dünyamıza inecek ölüm!”
Taksim 1 Mayıs alanıdır, engellenemez!
1 Mayıs, tüm dünyada meydanlarda kutlanmaktadır. Türkiye’de bu meydanın adı TAKSİM’dir.
Ne var ki, egemenler Taksim’i uzun yıllar 1 Mayıs’lara, işçi ve emekçilere kapattı. Ama her defasında işçi ve emekçiler, onların davasını savunan komünist ve devrimciler 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için tüm engelleri aştılar, polisin barikatına, gazına copuna rağmen Taksim’e çıktılar. Şehitler verdiler, yaralandılar, tutsak düştüler, ama ne 1 Mayıs’tan ne de Taksim’den vazgeçtiler.
AKP hükümeti 2010 yılında Taksim’i 1 Mayıs kutlamalarına açmak zorunda kaldı. Tam 3 yıl, milyonlarca işçi-emekçi Taksim Meydanı’nı doldurdu. Her yıl artan kitleselliği ve militanlığı, burjuvaziyi ve hükümeti korkuttu. Önce “çukur” bahanesiyle kapattılar, sonra tümden yasakladılar.
Şimdi de OHAL bahane edilerek Taksim Meydanı bir kez daha kapatılacaktır. Ancak 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama istek ve iradesini kıramayacaklar! Bu yıl da bir kez daha Taksim zorlanacaktır!
’77 1 Mayıs’ından bu yana, Taksim 1 Mayıs alanı olarak tarihe kazınmıştır. Bunu kimse silemez.
Yaşasın 1 Mayıs!
Yaşasın Proletarya Enternasyonalizmi!
Kahrolsun Emperyalist Savaş!
Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin!
* * *
Her sınıfın kendi bayramları vardır
Her ülkede “milli” ve “dini” olarak ayrılan birçok bayram kutlanmaktadır. Esasında bunların her biri bir sınıfa, bir kesime aittir. Feodallerin, burjuvaların ilan ettiği günlerdir bir çoğu. Kitlelerin bu günleri bayram yapması, bu gerçeği değiştirmez. Ama hemen hepsi, bir ulusu, din veya mezhebi, bir coğrafyayı ilgilendirmekte, sadece o kesimlerin bayramı kabul edilmektedir. Dolayısıyla sınırlıdır, tüm dünyayı kapsamaz.
“Her sınıfın sevdiği öz bayramları vardır” demiştir işçi sınıfının ustaları. İşçi ve emekçiler de bulundukları ülkeye, dini-mezhebi inançlarına göre bir çok bayram kutlayabilirler. Fakat onlara ait olan, kendi bayramları farklıdır. Yani “öz bayramları”na duydukları sevgi ve bağlılık, hepsinin üzerindedir. 1 Mayıs, işte bu bayramın adıdır.
1 Mayıs’ı diğer bayramlardan ayıran pekçok özellik vardır. İlk başta o sömürücü sınıfların, ya da genel olarak “ezilenlerin” değil, bu sömürü düzenini tümden ortadan kaldıracak olan sınıfın, işçi sınıfının ve onun müttefiki emekçilerin bayramıdır. İkincisi, 1 Mayıs enternasyonaldir. Yani kendisini ulus, bölge, din, mezhep, ırk vb. hiç bir şeyle sınırlamaz. Sömürüye ve zorbalığa karşı olan, yüreği emekten, devrimden yana atan herkesin bayramıdır. Ve üçüncüsü, 1 Mayıs diğer bayramlar gibi bir karnaval, bir eğlence günü değil; işçi ve emekçilerin taleplerini haykırdığı birlik, dayanışma ve mücadele günüdür!