Devletin üniversitelere dönük yeni saldırısı, güçlü protesto eylemleri ile karşılandı. Köklü üniversiteleri ve bu üniversitelerdeki muhalif hareketleri yerle bir etmek isteyen “bölme” saldırısı, üniversitelerin yeni bir direniş odağına dönüşmesine neden oldu.
Yeni üniversite kurmak için
eskiler bölünüyor
Erdoğan’ın açıklamasıyla gündeme gelen yasa tasarısı, 20 yeni üniversite kurulmasını öngörüyor. Bunların 16’sı devlet, 4 tanesi ise vakıf üniversitesi olacak.
Aralarında İstanbul, Gazi, Anadolu, Karadeniz Teknik, İnönü, Selçuk, Erciyes gibi köklü üniversitelerin bulunduğu üniversitelerin bazı bölümleri, yeni kurulacak üniversitelere bağlanıyor.
Bölme saldırısının en yoğun yapılacağı üniversite, İstanbul Üniversitesi. Cerrahpaşa, Diş Hekimliği, Florence Nightingale Hemşirelik, İletişim, İşletme, Orman, Spor Bilimleri, Veterinerlik, Hasan Ali Yücel Eğitim fakülteleri ayrılarak, yeni kurulacak olan İstanbul İbni Sina Üniversitesi’ne devredilecek.
Bu bölme saldırısının iki temel hedefi var.
Birincisi AKP hükümeti, 16 yıl boyunca tüm saldırganlığına rağmen, üniversiteleri kontrol altına almayı başaramadı. Öyle olunca, “kendisinden” olmayanı yoketmeye yöneldi.
Mesela İstanbul Üniversitesi’nin 130 yıla yakın köklü tarihi (resmi kuruluşu 1900, ancak bunun 1453’e kadar uzatanlar da var) boyunca oluşan birikimleri, gelenekleri, oluşturduğu kültür sözkonusu. Ve tüm bu birikimlerin yarattığı bir prestij. İÜ, sadece ileri eğitim düzeyi ile değil, başta ‘68 kuşağı olmak üzere, muhalif-ilerici öğrencileri bünyesinde barındırmasıyla da öne çıkan bir okul oldu.
Son olarak Afrin işgali sırasında AKP hükümetinin TTB’ye (Türk Tabipler Birliği) yönelik saldırısı, İstanbul Üniversitesi’ne bağlı tıp fakültelerinde güçlü protestolarla karşılanmıştı. ‘Tıbbiye’nin motor gücü niteliğindeki bu fakülteler, hem kendileri AKP hükümetinin istediği rotaya girmemekte direndiler, hem de genele yayılan direnişin lokomotifi haline geldiler.
Mesela Malatya İnönü Üniversitesi, Erdoğan’ın dilinde “adını söylemeyeceğim, o üniversiteyi biliyorsunuz”a dönüştü. Sadece ismi bile, AKP’nin tepkisini, nefretini çekmeye yetti.
Bu koşullarda, AKP hükümeti bu güçlü üniversitelerin içini boşaltmak, dokusunu değiştirmek, etkisini zayıflatmak için bölmeye girişti.
İkincisi, AKP hükümeti tümüyle kendi güdümünde kuracağı üniversitelere, hazır fakülte, hazır profesör, hazır öğrenci aktarmayı hedefliyor.
Çünkü AKP’nin oluşturduğu eğitim sistemi, kendisini vuran bir handikapa dönüşmüş durumda. Bütün liseleri imam-hatipleştirme hedefi koyuyor, imam-hatip okulları boş kalıyor. Kendi üniversitelerini kuruyor, fakülteler tercih edilmiyor. Kendilerine ait bir gençlik, kendilerine ait hazır yetişmiş kalifiye insanlar bulmakta fazlasıyla zorlanıyorlar.
Böyle olunca, hazır olanı gaspetmeye çalışıyorlar. Üniversitelerin en prestijli fakültelerinin ayrılıyor olmasının ikinci nedeni de budur. Ayırmak istedikleri fakülteler çok yüksek puanlarla öğrenci alıyorlar; uluslararası düzeyde kabul görüyorlar; diploma denklikleri var; en kıdemli ve değerli hocalar buralarda ders veriyor vb. vb. Bu fakülteleri, kendisinin yeni kuracağı ve hiçbir akademik değeri olmayan üniversitelere bağlayarak, bu üniversitelerin statüsünü-prestijini yükseltmek istiyor.
Üniversiteler ayakta
Ancak AKP, kaldırdığı taşı ayağına düşürmüş durumda. Son bir ay içinde Boğaziçi Üniversitesi ile başlayan dalga, şimdi de İstanbul Üniversitesi’nin tıp fakülteleri başta olmak üzere, diğer okullara yayılıyor.
Boğaziçi’nde Afrin için lokum dağıtan gerici-faşist çeteye müdahale eden eden muhalif öğrenciler, Erdoğan’ın doğrudan saldırısına maruz kalmıştı. Erdoğan’ın hedef göstermesiyle okula giren polis, azgınca saldırmış, öğrencileri sürükleyerek işkenceden geçirerek gözaltına almıştı. Yine Erdoğan’ın “bunların okumasına izin vermeyeceğiz” sözleri üzerine, öğrenciler tutuklanmıştı.
Bu saldırı süreci, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki üniversite bileşenlerini biraraya getirdi. Öğrenciler ve öğretim görevlileri eylemler, protestolar gerçekleştirerek okulu ve okulun bugüne kadar ortaya koyduğu birikimleri sahiplendiler. Keza bir çok Avrupalı kurum ve öğrenci örgütü de, Boğaziçililere sahip çıktıklarını gösterdiler.
Şimdi benzer bir tablo Cerrahpaşa, Çapa tıp fakültelerinde ve bölünmekle karşı karşıya olan diğer üniversitelerde yaşanıyor. Öğrenciler, öğretim görevlileri, fakültenin emekçileri birlikte eylemler gerçekleştiriyorlar. Hatta bu eylemlere hastalar bile katılıyor. Tedavi gördükleri tıp fakültelerini korumak için onlar da eylemcilerin yanında yer alıyor. Bölge esnafı bile, “kendi üniversitesi”ne sahip çıkıyor. Mesela “kumaş bizden, pankart sizden” yazısı asıyorlar camlarına.
Eylemlerin temel sloganı ise “üniversiteler bakteri değildir; bölünerek çoğalmaz”. Ve bu eylemler, her geçen gün yayılıyor.
Devletin eylemler karşısındaki tepkisi ise değişmiyor. Gazi Üniversitesi’nde yapılan eyleme, önce sivil faşist çeteler silah sıkarak müdahale ettiler; ardından polis saldırarak, gaz sıkarak öğrencileri gözaltına aldı.
“Bölemediniz, birleştirdiniz”
Bu saldırılar eylemdeki öğrenci ve öğretim görevlilerini yıldırmayı, fakültelerin bölünmesi işleminin sessiz sedasız gerçekleştirilmesini hedefliyor. Ancak eylemler bitmiyor, tersine yaygınlaşıyor. Öğrenciler ve öğretim görevlileri, okullarına sahip çıkıyor.
Son yapılan eylemlere, bölünme kapsamında olmayan Boğaziçi Üniversitesi’nin de katılması dikkat çekicidir. Kendi okullarında AKP’nin farklı türden bir saldırısı ile karşı karşıya olan BÜ öğrencileri, İstanbul Üniversitesi’nin eylemlerinde yer almaya başladılar.
Kullandıkları slogan da çarpıcı: “Bölemediniz, birleştirdiniz” diyor öğrenciler.
Bu “birleştirme” bir yanıyla öğrenci gençliğin mücadelesini birleştirme anlamı taşıyor ki bu son derece önemli. Üniversite gençliği, birlikte daha güçlü ve daha etkili bir direniş gerçekleştiriyor.
Diğer yandan, gençliğin dinamizmi bu eylemleri sürüklerken, okuldaki hocaların da eyleme katılması, direnişin niteliğini yükseltiyor. Çalıştıkları fakültenin yeni kurulmuş, niteliği belirsiz bir üniversiteye bağlanması, onların akademik kariyerleri, uluslararası platformlardaki konumları vb. her şeylerini etkiliyor. Bu nedenle, profesörler dahil olmak üzere, tüm öğretim görevlileri, bugüne kadar yaşanmamış düzeyde eylemlerin içinde yer alıyor, hatta önayak oluyorlar.
Saldırı, AKP’nin beklemediği biçimde farklı kesimleri birleştiriyor.
* * *
Tam da 24 Haziran seçimleri öncesinde, üniversitelerdeki bu yükseliş daha büyük bir önem taşımaktadır.
Öğrenci gençlik, toplumsal mücadelenin en önemli bileşenlerinden biridir. AKP’nin güç kaybettiğinin artık iyice belirginleştiği, AKP karşısındaki muhalif partilerin bir iddia ile ortaya çıktığı, seçimlere dönük olarak beklentilerin yükseldiği böyle bir dönemde, üniversitelerin süreci eylemlerle karşılaması, mücadelenin dinamiklerini harekete geçiren bir nitelik taşımaktadır. Onların eylemleri, hem toplumun diğer kesimlerini harekete geçirecek, hem de AKP’nin güç kaybını hızlandıracaktır.