Aşağıdaki yazı, Sezai Ekinci’nin 1992 yılında kaleme aldığı “Kapitalizmin Tanrısı: PARA” adlı çalışmadan alınmış bir bölümdür. Sezai Ekinci bu yazıya, şehit düşmeden kısa bir süre önce başlamış, ancak tamamlayamamıştır. Buna rağmen paranın temel özelliklerini, sermayenin yasalarını ve hatta bugün sürmekte olan yeni emperyalist savaşı kavratmak açısından önemli bir içeriğe sahiptir.
Ulusal paralar ve
dünya parasının evrimi
Para krizinin aldığı yeni özellikleri anlamak açısından ulusal paralar ve dünya parasının evrimini ana hatlarıyla izlemek aydınlatıcı olacaktır.
Sanayi Devrimi (1760-70 yıllarında başladı) öncesinin ticari kapitalizmi (merkantil kapitalizm – 15. yy- 18. yy) hemen hemen tüm ülkelerde paranın, diğer para metalardan altın para metaya doğru evrimini tamamladı; altın para metaya bugünkü statüsünü kazandırdı.
Napolyon Savaşları’nın bitimi (1816) ardından İngiltere dünya egemenliğini ele geçirirken, bu egemenliğin de gereği olarak altın standardı dünya çapında egemen oldu; artık altın dünya parasıydı. 19. yy’ın ikinci yarısında altın sikkeler dünya parası olarak uluslararası dolaşıma çıkmış bulunuyordu. Ülke içi pazarlarda, meta dolaşımının dayatması ile dolaşıma çıkartılan banknotlar (kağıt paralar) da her an altın ile değiştirilebilir nitelikteydi. (19. yy’ın sonuna gelindiğinde sadece Çin ve Meksika’da tek para gümüş para idi.)
Bu dönemde İngiltere dünyanın atölyesiydi. Dünyanın en güçlü ekonomisine sahipti. Bu nedenle İngiliz lirası da dünya piyasasında dünya parası olarak dolaşım yapıyordu. İngiltere’nin dünya piyasasına kredi biçiminde ihraç ettiği borç paralar İngiliz meta ihracının da körükleyicisi idi (gittiği ülkelerde İngiliz mallarına talep yaratıyordu). Bu bizzat aşırı üretim krizlerinin de beslediği bir yönelimdi.
Emperyalizm çağı ile birlikte sermaye ihracının temel bir olgu olarak ön plana çıkması, aynı zamanda uluslararası kredi sisteminin gelişmesi, olgunlaşmasıydı. Tüm ülkeleri tek bir zincirin halkaları olarak birbirine bağlayan emperyalizm, sermaye ihracı ile kredi sistemini geliştirirken meta ihracına itilim kazandırmış oluyordu.
Ancak uluslararası kredi sisteminin bu tarz geliştirilmesi, krizi daha geniş bir alana yaymaktan öte sonuç vermedi. Emperyalizm çağında ekonomik çevrim süreleri daha kısa sürer oldu. Bunalım 4-5 yılda bir kapıyı çalar oldu. Bunalımların körüklediği emperyalist rekabetin 1. Dünya Savaşına dönüşmesiyle birlikte uluslararası altın standardı sistemi de çöktü. Savaşla birlikte tüm ülkelerde, kağıt para, kredi para (poliçeler) ve saymaca paradan (hisse senetleri, tahviller vs.) değerin gerçek temsilcisi altına doğru büyük bir kaçış başladı. Doğal olarak devletler de hem merkez bankalarındaki altın rezervlerinin erimesini önlemek, hem de altının ülke dışına kaçışını önlemek açısından sözkonusu parasal araçların altına çevrilebilirliğini kaldırdı. 1931 yılında ise altın standardı tamamen bırakıldı. Altın sikkeler iç dolaşımdan tamamen çekilirken yerini devletlerin bastığı ve atına çevrilebilirliği olmayan kağıt ve kredi paralar aldı. Böylece altın paranın yurt içinde mübadele aracı, değer saklama ve ödeme aracı olarak işlev görmesi yasal olarak engellenmiş oluyordu (uluslararası ticarette kullanılmak üzere).
Altın standardı sisteminin kaldırılmasının, piyasadaki para hacminin ve faiz oranlarının ekonominin kendi yasalarına bağımlılığını azaltmak; tekelci devlete daha geniş bir müdahale alanı açmak; böylece bunalım yıllarında paranın aşırı değerlenmesini, sözümona para krizini ve aşırı üretim krizini önlemek gibi temel bir yönelimi vardı.
Kağıt paraların altına çevrilebilirliği nedeniyle, altın para standardı sisteminde devletlerin piyasadaki kağıt para hacmini artırma,karşılıksız para basma imkanları nispeten sınırlıydı. Bu nedenle paranın değer grafiği (faiz oranlarının inip çıkması) de ekonomik çevrime bağlı olarak gelişiyordu. Ekonomik çevrimin, işlerin yolunda gittiği canlanma ve atılım döneminde meta, – kolayca paraya çevrilebildiği için, – değerli (para faiz oranları düşük) oluyor, meta fiyatlarında genel bir yükseliş (enflasyon) gözleniyordu. Bunalım kapıyı çaldığında ise tersine para değerleniyor (faizler yükseliyor), meta fiyatları düşüşe geçiyordu. Böylece, daha önceki enflasyon dengelenmiş oluyordu. “Fiyatlardaki böyle bir çöküntü yalnızca, bunlarda bulunan daha önceki enflasyonu dengelemiş olur.” (Kapital III, sf 435) Bunalım, paranın aşırı değerlenmesi, parasal kıtlık ve meta sermayenin para sermayeye dönüşememesi şeklinde ortaya çıkıyordu.
Emisyon hacmine, para değer grafiğine müdahale imkanı; bunalım karşısında, devlete suni olarak ve kısmen paranın aşırı değerlenmesini, para kıtlığını önleme imkanını verir. Fakat bu, paranın düşkünleştirilmesi, doğrudan tahribi yönünde bir adım bedeli elde edilen bir imkandır. Böylece tüm dolaşım zincirleri daha çürük bağlarla birbirine bağlanmış olur. Dahası para krizlerini (ve aşırı üretim krizlerini) önlemez. Sadece daha geniş bir zamana yayar, daha derin bunalımlara yolaçar.
Örneğin dünden farklı olarak, bunalımlı yıllarda para emisyonun –toplumsal üretim artışından bağımsız olarak- artıran devlet, böylece para kıtlığını kısmen önler, meta fiyatlarının çökmesini önler, aksine bunalıma rağmen genel fiyat seviyesinin yükseltilmesini (enflasyonu) sağlar. Tekelci fiyatların dayatılması kolaylaşır. Enflasyon genel bir eğilim özelliğini kazanır.
Paranın metalar karşısında bu tarz değersizleştirilmesi süreci, genel olarak enflasyonist politikalar, paradan metalara doğru yönelimi körükler. Meta dolaşımını kolaylaştırıcı bir faktör olur. Ancak diğer lehte ve aleyhte faktörleri hesaba katmazsak, bunun sadece bunalımın bir süre için ertelenmesini sağlayacağı, dolayısıyla da onun derinleşmesine yolaçacağı bellidir. Çünkü sorunun kaynağı aynen devam etmektedir. Evet şimdi karşılıksız para basarak ‘para kıtlığı’ ve paranın aşırı değerlenmesi bir yönden önlenmektedir. Ancak enflasyon da kitlelerin alım gücünü aşağı çekmekle esasında aşırı üretim bunalımını derinleştirmekten başka sonuç vermez. Meta üretimi toplumsal tüketim gücünü aştığında para basarak, kredili satışları artırarak bir süre bunalım ertelenebilir. Ayrıca paranın değersizleşmesi, burjuvazi için de paraya koşmayı kısmen kontrol edip geciktirebilir. Ama hepsi bu kadar. Aşırı ürün stokları biriktikçe bunalım kaçınılmazdır. Parasal politikalar üzerinde oynamak, meta-para karşıtlığından kaynaklanan aşırı üretim bunalımları ve para bunalımları için çözüm değil, sadece geçici, daha da genelleştirmek pahasına hafifletici ‘çözüm’ler verebilir.
Sterlin-dolar savaşı
1914 sonrasında, altın standardı sistemi fiilen çöktü. Devletler kendi ülkeleri içerisinde paralarının altına çevrilebilirliğini kaldırdılar. Fakat altın, dünya parası konumunu devam ettirdi. Farklı ülke paralarının birbirine göre mübadele hadleri (pariteler) pazarlıklarla belirleniyordu. Ve bu pariteler de altına dayanıyor, altınla ölçülüyordu. Her devletin altın rezervi, parasının desteklenmesinde ve mübadele edilebilirliğinin ölçülmesinde bir araç olarak kullanılıyordu. Kuşkusuz bu rezervler, ülke parasına sahip bir yabancının bu parayı altına çevirme talebini karşılamak için ödeme aracı olarak da işlev görüyordu.
İki dünya savaşı arasında emperyalist rekabet aynı zamanda bu ülkelerin paraları arasında dünya parası tahtına oturmak üzere bir rekabet olarak da geçti. Özellikle sterlin ve dolar arasında. Bu doğal bir durumdu. Yukarıda anlatılanlardan da anlaşılacağı üzere, bir paranın istikrarı, gücü, dayandığı ekonominin sağlıklılığına bağlıdır. Güçlü ekonomiye dayanan para güçlü paradır. Emperyalist bir ülkenin dünya pazarları üzerindeki egemenlik payı ile parasının uluslararası pazarlardaki işlev gücü birbirine bağlıdır. Başka ülkelere ihraç edilen para o ülkeleri emperyalist metropollere bağlayan bir bağ olur.
İki savaş arası parasal rekabet, 2. Dünya Savaşı’nın bitiminde dolar’ın dünya parası olması ile sonuçlandı.
Savaştan en yıpranmamış güç olarak çıkan ABD; daha savaş sonuçlanmadan, emperyalist dünyanın patronluğunu üstlendi. Dünya emperyalist sistemi ekonomik, siyasi ve askeri olarak ABD’nin liderliğinde bir hiyerarşi oluşturmaya yöneldi. Dünyanın net meta ihracatçısı olarak ABD, doları dünya parası tahtına oturtabilirdi artık. Ekonomileri ağır tahrip görmüş diğer emperyalistler, hem buna karşı çıkacak güçte değillerdi, hem kendi çıkarları da, -uluslararası ticaretin gelişmesini, akışkanlığını sağlayacağı için,- doların dünya parası olması ile –şimdilik- fazla çelişmiyordu.
1944’te Bretton Woods’da dolar dünya parası olarak kabul edildi. Dolara bu rol, altın ile değiştirilebilir olma taahhüdünden dolayı veriliyordu. Böylece altının dünya para sistemi içindeki işlevi kısıtlanmış, yeri büyük ölçüde kağıt para dolara bırakılmıştı. Dünya parası altının değişim aracı rolü tamamen ve ödeme aracı rolü de önemli ölçüde dolara geçmişti. Dolar kredi mektupları gibi işlev görmek, dünya ticaretinde kolaylık, akışkanlık sağlamak üzere dünya pazarlarına yayılmaya başladı. Aynı zamanda dolar para sermaye işlevi (faiz getirici) de üstlenmekle, ABD ekonomisine bu açıdan da katkıda bulunuyordu.
2. Dünya Savaşı sonrasında 1970’li yıllara kadar emperyalist sistem hem aşırı üretim krizlerini hem onun bir yönü olan parasal krizleri nispeten hafif atlatabildi. Ona bu imkanı veren; ABD’nin liderliğinde tek merkezli bir hiyerarşi içine girmesi, savaşta önemli ölçüde fiziki sermaye tahribinin yapılması (yani pazarın genişletilmesi), yeni teknolojili bir sanayileşmeye yönelinerek emek üretkenliğinin artırılması, kimi yeni sanayi kollarının yaratılması (ki bu da pazarın genişletilmesi demektir), ardarda gelen savaşlar ve revizyonist ihanet gibi olgulardı. Fakat giderek bu imkanlar tükendi. Tükendikçe de tersine bunalımı ağırlaştıran faktörler oldular. ‘70’lerden itibaren emperyalist bunalımlar daha sarsıcı yaşanmaya başladı. En etkin müdahaleler, krizi hafifletme kurumları da bunları önleyemedi. Örneğin 1987 New York merkezli (Kara Pazartesi’nin) sarsıntısı okyanusları aşıp Japonya ve Avrupa’ya kadar ulaştı. Bir gecede 500 milyar dolar uçtu. (…)