Seçim gölgesi altında 1 MAYIS TABLOSU

Bu yıl 1 Mayıs kutlamalarına ne yazık ki, “baskın seçim”in gölgesi düştü. Gerek hükümet yanlısı sendikaların, gerekse muhalefet partilerine yakınlığı ile bilinen sendika ve kitle örgütlerinin öncülüğünde gerçekleşen 1 Mayıs mitinglerinde, 24 Haziran seçimleri öne çıkarıldı.

Seçimler öncesinde “demokratik” görünme çabası, AKP hükümetinin 1 Mayıs mitinglerine izin vermek zorunda kalmasına, dolayısıyla mitinglerin daha yaygın ve nispeten kitlesel olmasına yol açtı. Keza son yıllardaki 1 Mayıslarda, özellikle İstanbul’da fiilen ilan edilen sıkıyönetim biraz gevşemişti. Buna karşın Taksim başta olmak üzere izin verilmeyen alanlarda yapılan gösteriler, büyük oranda hasıraltı edildi. Sadece burjuva medya değil, kendilerine devrimci-demokrat diyen basın-yayın organlarında bile bu haberler görülmedi.

Daha önemlisi, buralarda gerçekleşen polis saldırıları adeta geçiştirildi. Beşiktaş’ta, Taksim’de göstericilerin uğradığı saldırılar ve gözaltılar, yanı sıra Ankara-Yüksel’de gerçekleşen vahşi saldırı görmezden gelindi. 1 Mayıs sanki ülke genelinde güllük-gülüstanlık içinde geçmiş gibi bir izlenim yaratıldı.

Oysa yasal mitinglerde bile polis terörü eksik değildi. Birçok pankart ve dövize el koyulması, makyaj malzemelerine dahi izin verilmemesi normalmiş gibi davranıldı. Bu konularda tertip komitelerinden ciddi bir itiraz gelmediği gibi, bunlara direnenlerin gözaltına alınması karşısında bile sessiz kalmayı yeğlediler. “Bayram havası”nda geçen 1 Mayıs imajına helal gelmemesi için ellerinden geleni yaptılar.

OHAL’den bu yana en küçük bir gösteriye dahi izin verilmemiş olması, kitlelerde birleşik ve kitlesel 1 Mayıs isteğini arttırmıştı. “Baskın seçim”le birlikte AKP-MHP blokuna karşı öfke daha da artmış ve bu gerici-faşist bloku alaşağı etme umudu büyümüştü. Sendikalar ve düzen partileri kitlelerdeki bu duyguyu sömürdüler. Kitlesellik adına icazetli 1 Mayıs’lara mahkum ettiler. Devletin her tür baskı ve şiddetine boyun eğdiler. Kitlelerin önemli bir kısmı, istemeyerek bu mitinglere katıldı. Bu durum mitinglerdeki coşkuyu da azaltan bir faktör oldu. 

Sonuçta 2018 1 Mayıs’ı çok daha kitlesel, coşkulu ve militan bir şekilde geçebilecek iken; sendikaların ve muhalefet partilerinin geriye çeken tutumları ve seçimin gölgesi altında sönük kaldı. İşçilerin “taşerona kadro” yalanına, özelleştirmelere, artan iş cinayetlerine, işsizlik ve yoksulluğa yükselen tepkileri, 24 Haziran seçimlerinin sahte umutları arasında eritildi. Komünist ve devrimci bir önderlik olmadığı sürece, işçi ve emekçilerin artan tepkilerinin doğru yöne kanalize edilebilmesi ve 1 Mayıs’ların özüne uygun bir şekilde kutlanabilmesinin imkansız olduğu bir kez daha görüldü.

 

İşbirlikçi sendikaların

sahte 1 Mayıs kutlamaları

AKP’ye yakınlığı ile bilinen Hak-İş ve Memur-Sen de güya 1 Mayıs’ı kutladı. Esasında 1 Mayıs’ı bahane ederek gerici-faşist ideolojilerinin propagandasını yaptılar.

Zaten bu sendikaların işçi ve emekçinin sorunlarıyla ve 1 Mayıs gibi Komünist Enternasyonal’in çabasıyla uluslararası bir nitelik kazanmış işçi sınıfının bayramıyla hiçbir ilgisi yoktu, olamazdı. Buna karşılık işçilerin 1 Mayıs’a artan ilgisi ve bu gerici-faşist sendikaların gerçek yüzlerini gizleme zorunluluğu, son yıllarda 1 Mayıs’ı da kutlar hale getirmişti. Bu yıl ise, mehter takımı ve marşlarıyla, Kudüs’e selam pankartlarıyla 1 Mayıs’ı kutladılar(!)

Bu sendikaların başkanları mitinglerde yaptıkları konuşmalarda AKP Hükümeti’ne en küçük bir eleştiri şöyle dursun, “taşerona kadro” yalanını bile olumlu birşeymiş gibi sundular. Oysa AKP geldiği günden bu yana işçi ve emekçilere saldırıda sınır tanımayan, en fazla özelleştirmeleri gerçekleştiren, işçi cinayetlerinde rekor kıran, çok düşük ücretle en ağır koşullarda 10-12 saat çalışmaya zorlayan bir hükümet olarak 16 yıldır işçilere kan ağlatmıştı. Son iki yıl ise, ülkeyi OHAL ile yönetiyor, bütün grevleri yasaklıyor, her direnişe saldırıyordu. Erdoğan, patronlara yaptığı konuşmada açıkça “OHAL’i sizler için yaptık” dedi. Bütün bunlara rağmen hiç yüzleri kızarmadan AKP’yi savunmaya devam ettiler.

Hükümetle işbirliğini daha örtük yapan Türk-İş ise, 1 Mayıs’ı merkezi olarak Hatay’da kutladı. Böylece AKP’nin savaş politikasına, estirmek istediği şoven-milliyetçi rüzgara destek sundu. Suriye sınırında yaptıkları mitingde işçi sınıfı adına tek talepleri, kamudaki taşeron işçilere kadro verilmesiydi. On binlerce işçinin “taşerona kadro” yalanı ile aldatılması ve işsiz kalmasına karşı en küçük bir tepki ortaya koymadılar. Bir de kıdem tazminatının gaspedilmesini önlediklerini söyleyerek, kendilerine pay çıkarmaya kalktılar.

Kısacası Hak-İş’ten Memur-Sen’e ve Türk-İş’e kadar işbirlikçi sendikalar, bu 1 Mayıs’ta seçtikleri miting alanları, pankartları ve kürsüden mesajlarıyla, 24 Haziran seçimleri öncesinde AKP’ye destek sundular. Fakat bu kadar işçi düşmanı bir hükümetle işçileri barıştırmaları, AKP’ye karşı artan tepkileri dindirmeleri mümkün değildi. Bütün 1 Mayıs mitinglerine damgasını vuran, AKP’nin politikalarına artan öfke oldu.

 

Reformistlerin icazetçi 1 Mayısı

Kendilerine devrimci, demokrat diyen sendika ve kitle örgütleri ise, başta CHP olmak üzere muhalif partilerin etkisi altında 1 Mayıs mitinglerini örgütlediler. Öyle ki, İstanbul’da Maltepe gibi bir yerde 1 Mayıs mitingi yapmayı kabul ettiler. Bunu da “kitlesel 1 Mayıs” adına savundular. Ancak bu yaklaşımla, beklenen kitleselliğe ulaşılamayacağı bir kez daha görüldü. İcazetli 1 Mayıslarda, ne Taksim’de kutlanan 1 Mayıs’ların milyonları aşan kitleselliği vardı, ne de Adalet mitinginin devasa katılımı…

Oysa kitlelerin yaşam koşulları giderek kötüleşiyor, çalışma şartları ağırlaşıyordu. Buna bir de artan siyasi baskılar, sosyal hayatın kuşatma altına alınması, en ufak bir muhalif sesin pervasız bir terör ve baskıyla karşılanması eklenmişti. Üniversite öğrencilerinden şeker fabrikalarının bulunduğu kentlerde yaşayan emekçilere, savaş karşıtlarından gazetecilere, taşeron işçilerden aydınlara kadar tüm kesimler, devletin doğrudan saldırısı altındaydı.

Bu koşullarda 2018 1 Mayıs’ından kitlelerin beklentileri ve umutları da büyük olmuştu. Ne var ki, bu beklenti ve umut, uzlaşmacı sendikalar eliyle icazetçi ve sönük 1 Mayıslara hapsedildi. Bunun iki nedeni vardı:

Birincisi devletin, sendikaların ve reformist-düzeniçi partilerin korkularıdır. Kitlelerin yükselen öfkesi ve beklentisi karşısında, sadece devlet değil, işbirlikçi sendikalar ve düzen partiler de büyük bir korkuya kapılırlar. Kitlelerin bir sel olup sınırları aşacaklarını, icazetleri parçalayacaklarını bilirler. Ve taşan bu sel, sadece devletin baskısını değil, uzlaşmacı reformizmi de ezer geçer.

Gezi Ayaklanması tam da böyle bir sel taşkınıydı. Ve Gezi Ayaklanması sırasında uzlaşmacı reformizm, eylemi bastırma konusunda devlet kadar istekli oldu. Şimdi de, militan, sınırları zorlayan, kitlelerin öfkesine araç olan 1 Mayıs’ı örgütlemek yerine, iç boşaltan, öfke yatıştıran bir 1 Mayıs’a razı oldular. “Birlik, mücadele, dayanışma” günü olan 1 Mayıs yerine, “bayram havasında” 1 Mayısı’ı tercih ettiler.

İkincisi, baskın seçimin hemen öncesine denk gelen bu 1 Mayıs, işçi sınıfının mücadele günü olarak değil, seçim mitingi olarak ele alındı. Güne dair mesajlar, ağırlıklı olarak seçime dönük oldu.

Elbette seçimler de sınıf mücadelesinin bir parçası olarak ele alınması gereken bir konudur. Ancak hem tek gündem değildir; hem de 1 Mayıs mitingleri, düzen partilerine oy istemek, kitleleri düzeniçi beklentilere bağlamak için kullanılmamalıdır. Artan baskı ve sömürüye karşı tek çözüm yeri olarak sandık gösterilemez.

 

“Bayram havasında 1 Mayıs” yalanı

Devlet bu yıl “huzur ve güven ortamı” içinde 1 Mayıs kutlandığı yanılsamasını yaratmak için çok uğraştı. Geçmiş yıllarda İstanbul’da adeta sıkıyönetim uygulamaları ile hayatın felç edilmesi, kara-deniz yollarının ulaşıma kapatılması, azgın bir polis şiddetinin her yerde ortaya çıkması gibi unsurlar fazlasıyla eleştirilmişti. Son haftalarda Türkiye’de “demokrasi” olmadığına dair emperyalist kurumların raporları da peşpeşe geldi. Üstelik baskın seçim de yaklaşırken, polis şiddeti AKP’nin aleyhine bir tablo ortaya çıkaracaktı.

Bu koşullarda, hazır sendikacılar ve devrimci-demokrat kurumların önemli bir kısmı uzlaşmaya-icazetçi 1 Mayıs’a razı olmuşken, AKP hükümeti de devlet baskısını görünmez kılmaya çalıştı. Bu konuda düzen partileri, uzlaşmacı sendikalar ve kitle örgütlerinin de yardımını gördü. Hep birlikte “bayram havasında 1 Mayıs” imajını vermeye çalıştılar.

Oysa İstanbul’da fiili sıkıyönetim ilan edilmemişti ama Taksim ve çevresi bir gün önceden bariyerlerle çevrilmiş ve geceden itibaren polisler tarafından kuşatılmıştı. Taksim, sadece araçlara değil, yayalara da yasaktı. Daha önemlisi, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen gruplara polisin uyguladığı şiddet görmezden gelindi. Beşiktaş’ta ve Talimhane’de birçok kişi polis şiddetiyle gözaltına alındı. Ankara’da Yüksel Caddesi’nde direnişi sürdüren üç kadın vahşice dövüldü. Saçları kökünden kopartılan, yerlerde sürüklenen, gözü ve yüzü mosmor olan bu kadınlardan biri de 75 yaşındaydı.

Ama bu saldırıların hiçbiri ne mitinglerde seslendirildi, ne de sonrasında bir açıklama, bir kınama yapıldı. Burjuva medya ise zaten bunları hiç görmedi. Varsa yoksa icazetli mitingler, buralardaki konuşmalar, sendikaların ve partilerin mesajlarıydı… Her şey “bayram havasında 1 Mayıs”a göre ayarlanmış, buna helal getirecek her tür haber ve görüntü sansürlenmişti. Ne yazık ki, bu mitingleri örgütleyen sendikalar da buna uygun davrandılar. Sadece “yasaklı” alanlarda değil, izinli miting alanlarındaki polis baskısını ve şiddetini de görmezden geldiler.

Örneğin Maltepe ve Ankara mitinglerinde, girişte yapılan aramalarda, çantalardaki makyaj malzemelerine kadar pek çok şeyin çöpe atıldığı bir tablo çıktı ortaya. Pankart sopaları, eldeki poşetler vb. her şey keyfi biçimde yasaklandı; arama noktaları saatler boyunca süren bir işkence alanına dönüştürüldü. Buna karşı koyanlar polisler tarafından tartaklandı, gözaltına alındı. Fakat mitingi tertipleyenler, hiç bir şey olmamış gibi mitinge devam ettiler.

 

1 Mayıs özüne uygun kutlanmalıdır

1 Mayıs, bir festival ya da karnaval değildir. İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günüdür. Sömürü ve baskının hüküm sürdüğü hiç bir yerde “bayram havasında” geçemez, geçmemelidir. Devlet böyle göstermeye çalışabilir, ama işçi sınıfının örgütleri buna karşı çıkmakla ve o günü özüne uygun bir şekilde kutlamakla yükümlüdür. Böyle yapmıyorlarsa, işbirlikçi ve uzlaşmacı olduklarını ele verirler sadece.

1 Mayıs’ın turnusol olma özelliği vardır. Kutlama biçiminden, ele alış tarzına kadar her şeyiyle, uzlaşan ile mücadele edeni, devrimci ile reformisti ayrıştırır. Son dönemde 1 Mayıs’ın adını bile çarpıtıyorlar. Nasıl ki 8 Mart, “dünya emekçi kadınlar günü”nden “dünya kadınlar günü”ne dönüştürülüp, feminist kesimlerin “renkli” görüntüleriyle resmediliyorsa; 1 Mayıs da “işçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma” gününden, “emek ve dayanışma günü”ne çevrilmek isteniyor.

Hatırlanacağı gibi AKP hükümeti 1 Mayıs kutlamalarını engelleyemeyince 2010 yılında “emek ve dayanışma günü” ilan etmiş ve resmi tatil yapmıştı. Şimdi sadece AKP ve düzen partileri değil, kendilerine devrimci, demokrat diyen kesimler de 1 Mayıs’ı “emek ve dayanışma günü” şeklinde ifade ediyorlar. Böylece egemenlerin dili hakim kılınıyor ve 1 Mayıs’ın özellikle de mücadele günü olduğu unutturuluyor.

1 Mayıs üzerinde oynanan bu oyunları bozmak gerektiği açıktır. Tanımlanışından kutlanış şekli ve mekanına kadar her şey özüne, geleneğine, amacına uygun olmalıdır. Reformistler yıllardır “alan fetişizmi” diyerek ya da “kitlesellik” adına, Taksim’in 1 Mayıs’a kapatılmasına çanak tuttular. Komünist ve devrimcilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama ısrarını sekterlik adlettiler. Bu ısrar ve ödenen bedeller üzerinden Taksim yasağı kaldırıldığında ise, utanmadan zafer çığlıkları atan yine onlar oldu.

Taksim, yeniden 1 Mayıslara yasaklandı. Reformizm de aynı teranelerle saldırıya geçti. Oysa Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğu gerçeği unutturulmuyorsa ve her 1 Mayıs’ta polis ablukasına alınıyorsa, bu komünist ve devrimcilerin Taksim’den vazgeçmemesinden dolayıdır. Yarın Taksim işçi ve emekçilere, 1 Mayıslara açılacaksa, -ki açılacaktır- yine bu sayede olacak.

 

İcazetli değil, devrimci 1 Mayıs

Maltepe ve Yenikapı, AKP hükümeti tarafından Taksim’e alternatif olarak üretilmiş alanlardır. Deniz doldurularak, doğa katliamı gerçekleştirilerek üretildi bu beton alanlar. Taksim Meydanı bir kere daha gündeme gelmesin, 1 Mayıs ya da başka bir nedenle Taksim’e kitle çıkmasın diye, “alternatif” oldular. Taksim Meydanı, AKP’nin her türlü gösterisinde başrolde yer alırken, işçi ve emekçilere yasaklandı.

Salt bu nedenle bile, Maltepe’de miting yapmayı reddetmek gerekiyordu. Ama yapılmadı.

Birleşik Metal ve Nakliyat-iş sendikaları, Maltepe’deki “icazetçi 1 Mayıs”a karşı Saraçhane’de kutlama kararı aldı. Öznel niyetleri her ne olursa olsun, bu nesnel olarak ileri bir duruştu.

Maltepe’ye gitmeyi reddeden, Taksim kararlılığını sürdüren devrimci kurumlar da (Proleter Devrimci Duruş, Devrimci Demokratik Sendikal Birlik – DDSB, Devrimci Yolda Özgürlük, Mücadele Birliği Platformu, Partizan ve Alınteri) bu adımı güçlendirmek için Saraçhane eylemine katıldılar. Keza direnişteki Real Market işçileri, Saraçhane’deki yürüyüş kortejinin içindeydiler. Ancak bu yürüyüş, sadece Nakliyat-iş sendikasının önünden Saraçhane Parkı’na kadar yaklaşık 300 metre boyunca sürdü. Devletle yapılan pazarlıkların ardından, Saraçhane Parkı’nda yapılan konuşmalarla bitirildi.

Diğer taraftan, 1 Mayıs gününü Taksim’de kutlama isteğinin, hiçbir baskı ve zorlama ile durdurulamayacağı bir kere daha görüldü. Sabah saatlerinden itibaren, küçük gruplar halinde bile olsa, çok sayıda insan Taksim’e çıkmaya, Taksim’de 1 Mayıs sloganlarını haykırmaya yöneldi. İçinde PDD okurlarının da olduğu gruplar, Taksim sokaklarında eylemler gerçekleştirdi. 70’den fazla eylemci gözaltına alındı.

 

Sonuç olarak

Sendikaların icazetçi tutumları bir yana, kitlelerin beklentileri ve umutları çok yüksekti bu 1 Mayıs’ta. Ancak akacak kanal, doğru bir zemin bulamayınca, bu umut ve beklentiler 1 Mayıs mitinglerine yeterince taşınamadı.

Maltepe’de miting yapmayı “kitlesellik” adına dayatmışlardı sendika konfederasyonları. Fakat ikiyüzbin kişi ancak toplanabildi. Taksim 1 Mayıs’larında en az 1 milyon kişinin, yasaklı Taksim eylemlerinde ise onbinlerce kişinin toplandığı düşünülürse, Maltepe mitinginin kitlesellik bakımından da ne kadar geride kaldığı görülür.

Fakat Maltepe veya Yenikapı’da 1 Mayıs kutlamalarına, ne kitlesellik yönüyle ne de HDP ve kimi gruplar gibi “çevreci” bir bakışla değil, ilkesel olarak karşı çıkmak gerekir. Her yerde olduğu gibi ülkemizde de 1 Mayıslar şehirlerin en merkezi yerlerinde kutlanmalıdır. Şehirden ve kitlelerden uzak, denize doğru yürünen, sloganların ve taleplerin adeta denize atıldığı bir yerde miting yapılması, hele ki 1 Mayısların buralarda kutlanması kabul edilemez. Çünkü 1 Mayıs herhangi bir miting değildir.

Bütün bu yönleriyle 2018 1 Mayısı, kitlelerin arayışlarına yanıt olamadı. Umutlarını akıtacak, devlete olan öfkelerini haykıracak güçlü bir zemin bulamadılar. Artan sömürü ve baskıya, yaşam alanlarının daralmasına, dört bir yandan kuşatılmışlığa karşı, öfkeleri de arayışları da büyüdü.

İşçi ve emekçilerin taşıdığı bu dinamik, icazetçi miting alanlarına sığmayacak kadar güçlüdür. Ve zamanı geldiğinde, tüm setleri aşarak yolunu bulacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …