Mayıs ayı içinde, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği yönetmeliklerinde çok önemli değişiklikler yapıldı. Ve bu değişikliklerle, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) konusu, tümüyle patronların inisiyatifine terkedildi.
Buna göre “50’den az çalışanı” olan “az tehlikeli” işyerlerinde, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin patron tarafından yürütülmesi karara bağlandı. Ardından bu eğitimlerin uzaktan yapılmasına olanak veren ve asıl işverenlerin eğitim ile ilgili sorumluluğunu azaltan yeni düzenlemeler yürürlüğe sokuldu.
Ülkemizde iş cinayetleri bu kadar fazla, ölüm oranları böylesine yüksek iken, alınan bu kararlar, işçilerin can güvenliği ve sağlığının hiçe sayıldığı anlamını taşıyor.
“İşçi sağlığı” değil, “İş sağlığı”
İşçilerin çalışma ortamlarını ve koşullarını daha güvenli ve sağlıklı hale getirme amaçlı tüm faaliyetler, birkaç yıl öncesine kadar “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” adı kapsamında yürütülüyordu. Ancak bu isim fazla geldi ve patronların isteği ile “İş Sağlığı ve Güvenliği” olarak değiştirildi. Aslında bu alandaki saldırı ve hak gaspının başlangıcı da bu oldu.
Basit bir isim değişikliği değildi çünkü. “İşçi”nin değil “İş”in sağlığı ve güvenliği ile ilgileniliyordu artık. İşçi yokedilmiş, sadece “iş” ve “kar” odaklı olarak planlama başlamıştı. Yani çalışma koşullarının “işçi” için sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi gerekmiyordu; “iş”in daha hızlı, etkin yapılması yeterliydi. Böylece sömürünün daha pervasız kılınması yasal statüye kavuşturuldu.
Torunlar İnşaat’ın Mecidiyeköy inşaatında, işçilerin içinde bulunduğu asansörün 32. kattan zemine çakılması, bu yaklaşımın doğal sonuçlarından biriydi. Keza Soma’da 300’den fazla madencinin yeraltına gömülmesi de…
Yeni yönetmelikler ne getiriyor?
21 Mayıs ve 24 Mayıs tarihlerinde, birbirini destekleyen iki ayrı yönetmelik yayınlandı ve bu yönetmeliklerle işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında önemli değişiklikler yapıldı.
6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nda iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi görevlendirilmesi konusunda kademeli bir geçiş öngörülmüştü. “10’dan az” çalışanı bulunan ve “az tehlikeli” sınıfta yer alan işyerlerinde, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin patron ya da patron vekili tarafından yürütülmesine olanak sağlayan madde, “50’den az” çalışanı olan “az tehlikeli” işyerlerini kapsayacak şekilde değiştirilmişti. Ve bu yasanın yürürlük tarihi 1 Temmuz 2020 olarak belirlenmişti. 21 Mayıs tarihli yönetmelik ile, bu yasa yürürlüğe sokuldu.
2015’te yayınlanan yönetmeliğe göre, “iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin patron tarafından yürütülmesi” kapsamına giren işyeri sayısı 906 bin iken, yeni yönetmelik buna 310 bin yeni işyerini dahil etti. Önceki yönetmelik ile 2 milyon 300 bin işçi bu kapsamdayken, değişiklik ile 1 milyon 900 bin işçi daha bu kapsama alınmış oldu. Toplamda 4 milyon 200 bin işçinin sağlığı ve iş güvenliği, doğrudan patronların eline bırakılmış oldu.
Yeni yönetmelik, patronun “sağlık gözetimi ve çalışma ortamı gözetimi” hizmetlerini yürütemeyeceği ibaresini de kaldırdı. Böylece patron, “işe giriş” ve “periyodik muayeneler ile tetkikler” dışında, iş güvenliği uzmanı ve işyeri hekimi tarafından yürütülmesi gereken tüm hizmetleri yürütme yetkisini kendi üzerine almış oldu.
Eski yönetmelik, bu hizmetlerin patron tarafından yürütüldüğü koşulda, onaylı defter tutma zorunluluğu taşıyordu. Yeni yönetmelik bu zorunluluğu da kaldırdı. Böylece işçi sağlığı ve iş güvenliği teftişleri için resmi delil oluşturabilecek tek yazılı belge ortadan kaldırıldı. Yani iş cinayetleri sözkonusu olduğunda patronların denetlenmesini sağlayan mekanizmalar ortadan kaldırıldı.
Bir değişiklik de, “az tehlikeli” sınıftaki işyerlerinde çalışanlara verilecek eğitimleri uygulayacak patronların, iş güvenliği uzmanlığı veya işyeri hekimliği belgesi sahibi olması zorunluluğunu kaldırarak yapıldı. İşçilerin iş güvenliği eğitimi, bakanlığın düzenlediği sınavda 100 üzerinden 50 puan alan her patronun yapabileceği bir şey haline getirildi.
Patrona verilecek eğitimler, önceki yasada üniversiteler tarafından yürütülüyor, TTB ve TMMOB tarafından düzenleniyordu. Yani iş güvenliği uzmanının meslek örgütü (TMMOB) ile, işyeri hekiminin meslek örgütü (TTB) bu alanda söz sahibi idi. Yeni değişiklik, patron eğitimlerinin patron örgütlerine bırakılmasını sağladı. Milli Eğitim Bakanlığı, TOBB (Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği), Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu (TESK) ve bağlı odalar, Türkiye Belediyeler Birliği gibi patron kuruluşları, patronların iş güvenliği eğitimleri üzerinde hak sahibi oldular. Bu eğitimi verecek kurumların içine “işçi sendikalarının” da eklenmiş olması, adeta alay etmektir. İşçilerin sendikalarda örgütlenmesine bile saldırıya geçen patronlar, bu sendikalardan eğitim almayacak elbette. Bu sadece, yönetmeliğe göstermelik olarak eklenmiş bir unsur.
Eğitim verecek kurumların kapsamı, “kamu yararına kuruluş” statüsü taşıyan vakıf vb. kurumlara kadar genişletildi. Hangi yandaş kurumlar, hangi tarikatlar bu alanı ele geçirecek, belli değil.
Geçici iş ilişkisi söz konusu olduğunda, işçiye verilecek eğitim ile ilgili, işçiyi gönderen asıl patronun sorumluluğu ortadan kaldırıldı. Oysa iş yasalarında, işçinin asıl işvereni, işçi ile ilgili hukuki ilişkinin tek ve sorumlu tarafıdır.
Ve işçilere verilecek eğitimin işyeri düzenine göre değil, bölük pörçük verilmesine olanak sağlandı. Bu keyfilik, işçilerin işyerindeki sorunları görme ve ifade etme, bu konularda birlikte düşünme ve itiraz etme olanaklarını da ortadan kaldırdı.
Her şey patronların karı için
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda büyük bir gerileme ve hak kaybı anlamına gelen bu değişiklikler durduk yerde yapılmadı. Patronlar talep etti, hükümet hemen gerekli yasa ve yönetmelikleri çıkardı.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, 15 Mayıs’ta gerçekleşen TOBB 74. Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada taleplerini ortaya koydu. En büyük şikayetlerinin “istihdam maliyetleri” olduğunu, bunun düşürülmesini sağladıklarını söyledi. “İş sağlığı ve güvenliği mevzuatı, KOBİ’lerimize büyük yükler getiriyordu, bunları kaldırttık” diye ekledi. Ve hükümet bu talimatın gereğini yaptı, iş sağlığı ve güvenliği mevzuatını değiştirdi.
Onun “istihdam maliyeti” gibi mekanik ve kitabi bir terimle ifade ettiği şey, işçilerin çalışma ve yaşam koşullarıdır. İşçilerin çalışma koşullarını düzeltmek, işyerinin daha güvenli olmasını sağlamak, işçilerin sağlığına ve ihtiyaçlarına önem vermek, insanca çalışma ortamı sağlamak, patronlar için birer “maliyet”tir!
Pervasızca işçilerin katledildiği iş cinayetleri sonrasında, aslında işçilerin patronları uyardığı, çalışma ortamındaki sorunları ve güvenlik açıklarını görerek ifade ettiği, ama patronların ve patron temsilcilerinin bunları dikkate almadığı ortaya çıktı her defasında. Çünkü bu açıkların ve sorunların her biri, patronların “maliyet” diyerek boşverdiği, ertelediği konulardı. Ve hepsi de işçilerin canına maloldu.
2016 yılında iş cinayetlerinde ölen işçilerin sayısı en az 1970 olarak tespit edilmişti. Bu rakam 2017 yılında en az 2006’ya yükseldi. 16 yıllık AKP hükümetleri döneminde, iş cinayetlerinde ölen işçi sayısı toplam 21 bin’e ulaştı. “Zaman yayılmış ölüm” anlamına gelen meslek hastalıklarından ölümler ise bu rakamlara hiçbir zaman dahil edilmez.
Hal böyleyken, 6 Mayıs 2018 tarihinde İstanbul’da düzenlenen 9. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı’nda konuşan Başbakan Binali Yıldırım, iş kazalarından çalışanları sorumlu tutmaktadır. Konferansın açılış konuşmasında, “iş kazalarının yüzde 80-85 insan hatasından kaynaklandığını” ifade etmiş, “eldiven takmaz, baret giymez, güvertede çalışır kemer takmaz, sürekli peşlerinden koşacaksın” sözleriyle ölümlerin suçunu işçilere yıkmıştır.
Oysa Soma’da madencilerin başlarında bareti vardı; Torunlar İnşaat’ta ise emniyet kemeri. Buralarda katliamlar, “sürekli işçilerin peşinden koşan patronlar”la değil, işçilerin uyarılarına rağmen, onları güvenlikten yoksun biçimde çalıştırmaya devam eden; gaz sızıntısı olan madene inmeye zorlayan, standartlara uymayan asansörlere bindiren patronlar nedeniyle yaşanmıştı. Üstelik de göz göre göre, katliamın açıkça “geliyorum” dediği koşullarda yaşanmış, patron-sendika-devlet işbirliği ile altyapısı hazırlanmış, pervasızlıkla üstü örtülmeye çalışılan cinayetlerdi bunlar.
Amaç, kapitalizmin vahşi sömürü ilişkilerini ve bu ilişkileri yasal kılıfa sokan devlet sorumluluğunu saklamaktır. Ülkemizde zaten çökmüş durumda bulunan işçi sağlığı ve iş güvenliği yasalarını daha da tırpanlayan bu yönetmelikler, patronların vahşi sömürüsüne devlet desteği ve onayıdır.
2016 yılında 24 bin 284 denetim yapan İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın, 2017 yılında denetimlerini yüzde 23 azaltması, patronların “istihdam maliyetlerini düşürmek” için oluşturdukları pervasız sömürü koşullarına devlet desteğidir. Benzer biçimde, seçimlere kadar işyeri denetimlerine ara verilmiş olması, yine patronlara verilmiş bir “açık çek”tir. İşçileri daha rahat, daha pervasız, daha vahşice sömürebilmeleri ve bu süreçte göstermelik denetimlerden bile muaf olmaları için…
Benzer bir durum 2014 yılında da yaşanmıştı. 30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, “2014’te herhangi bir ceza kesilmeyecek, müeyyideler gelecek yıl gündeme gelecek” açıklamasını yaparak, işyeri denetimlerini durdurmuştu. 30 Mart seçimlerinden sadece 44 gün sonra 13 Mayıs 2014’te Soma Katliamı gerçekleşti.
İşçiler sağlığını ve canını korumak için de
örgütlenmek zorundadır
Patronların çıkarlarını korumakla yükümlü olan kapitalist devlet, işçilerin sağlığını ve güvenliğini değil, vahşi sömürü sisteminin sürmesini, “istihdam maliyetlerinin” işçilerin canı pahasına düşürülmesini hedefler.
Oysa işçi sağlığı temel bir insan hakkıdır ve bu yasalarla güvence altına alınmalıdır. Bu, “iş sağlığı” gibi, kapitalizmin karını öncelikli gören bir tanımın içine hapsedilemez. İşçilerin çalışma koşulları düzeltilmeli; işyeri hekimine rahatça ulaşabilmesi sağlanmalı; işyeri hekimliği basit bir hizmet sağlayıcılık olmaktan çıkartılarak tıbbi ve toplumsal bir sorumluluk olarak ele alınmalı; işyeri hekiminin sorumluluğu patrona değil çalışana ve topluma karşı düzenlenmelidir.
İşçi sınıfının çalışma koşullarının düzeltilmesi, işçilerin sağlığına ve güvenliğine uygun çalışma koşullarının oluşturulması için, öncelikle güvencesiz istihdam biçimlerine son verilmelidir. Taşeronlaştırma, esnek çalışma biçimleri, geçici işçilik, kiralık işçilik gibi uygulamalar, işçilerin en ağır koşullarda çalıştırılması, en azgın sömürü koşullarına maruz bırakılması için üretilmiş biçimlerdir.
Yanısıra, sendikal örgütlülük güçlendirilmeli, sendikalaşmanın önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Örgütlü işçi sınıfı, haklarını savunmada, çalışma koşullarını düzeltmede, kapitalizmin kar hırsına karşı kendi insanca yaşama ve çalışma düzeyini oluşturmada çok daha etkin hale gelecektir.