Başlamadan biten seçim

arka-yazi

Sonuçlar açıklandı ve Erdoğan bir seçimi daha kazandı. Hem de seçimlerden üç gün önce Anadolu Ajansı’nın geçtiği yüzde 52.5 gibi bir oranla… Keza Erdoğan’ın seçim öncesi partililere yaptığı konuşmada söylediği gibi, “seçimi başlamadan bitirerek”!..

24 Haziran seçimlerinin diğerlerinden temel farkı, AKP’nin artık seçim hileleriyle de yetinmeyerek, seçimleri “başlamadan bitirmesi”ydi, yani seçimlerden önce sonuç belirlenmiş, hatta açıklanmıştı. Zaten seçim sonuçları da YSK tarafından değil, başında AKP kurucusunun bulunduğu Anadolu Ajansı (AA) tarafından açıklandı. YSK’ya sandıkların yüzde 50’si ulaşmadan, AA iki saat içinde yüzde 90’ın sonuçlarını duyurdu ve Erdoğan, bu duyuruyu baz alarak “zafer konuşması”nı yaptı.

Seçim öncesine dair bütün değerlendirmeler de anında çöpe atıldı; sonuçları “anlamlandırma”, “şifrelerini çözme”, “mesajlarını okuma” yarışına girildi.

Seçim sonuçlarına burjuva düzenin içinden bakıldığında başka bir şey yapılması da mümkün değildi zaten. Bu nedenle reformistinden faşistine, gericisinden sosyal-demokratına bütün düzeniçi kesimler, alınan oy yüzdeleri üzerinden değerlendirmelere başladı.

Oysa gerçek durum bu değildir. Ve seçim sonuçlarına düzenin gözlüğüyle değil, devrimci gözle bakmak gerekir.

 

Birincisi, hükümetlerin nasıl kurulacağını burjuvazi belirler, kitlelerin sandığa attığı oylar değil. Stalin’in “sandığa kimin oy attığı değil, kimin saydığı önemlidir” sözü önemlidir. Emma Goldman da, “eğer seçimlerle bir şeyleri değiştirebilmek mümkün olsaydı, onu da yasaklarlardı” demiştir.

Bu yanıyla, her seçim öncesi söylenen “katılım yüksek olursa AKP kaybeder” ya da “HDP barajı aşarsa AKP kazanamaz” türü nakaratlar, gerçeği yansıtmaz; sadece ve sadece kitlelerin seçimlere katılımını arttırmaya ve düzen ile olan bağlarını güçlendirmeye yarar. Gerçekte katılım ne olursa olsun, seçimlerden önce hangi parti önde görünürse görünsün, sandıktan burjuvazinin istediği sonuç çıkar. Ve bütün düzen partileri de buna uyum sağlar.

Erdoğan’ın seçim zaferini ilan etmesinin ardından, seçimlere katılan bütün partilerin (HDP dahil) “bu sonuçları kabulleniyoruz” açıklamaları yapmasının tek nedeni budur. Burjuvazi, yeniden Erdoğan başkanlığında bir yönetim oluşması kararını almıştır; düzen partileri de bunu kabullenmiştir.

 

İkincisi, oyların maniple edildiği değil, “sayılmadığı” bir seçim gerçekleştirildi. AKP bugüne kadar çeşitli biçimlerde oyları maniple etmeye uğraşıyordu. Mesela geçen seçimlerin kilidi “mühürsüz oylar”dı. Bir önceki seçimlerde en çok AKP seçmenine oy pusulalarının önceden dağıtılması ve boş oy pusulalarının partiye teslim edilmesi yöntemi tartışılmıştı vb. vb.

Bu seçimlerde de geceden atılan ya da torbalarla taşınan oylar bulunmuştur. Ama seçimi belirleyen bunlar değildir. Bu kez hilelerle yetinmeyip, oyları saymaya bile gerek duyulmamıştır. Sonuçların Anadolu Ajansı (AA) tarafından açıklanması, bir manipülasyonun ötesinde, bir simülasyondur. Zaten seçimlerden üç gün önce AA’nın geçtiği haber, 24 Haziran akşamı ilan edilen sonuçlarla örtüşmektedir.

Diğer yandan HDP barajı aşmış, MHP ve İyi Parti yüzde 10’u geçmiş, İnce, yüzde 30’luk oranı ile CHP’nin yüzde 25 bandını kırmıştır. Böylece tüm partilerin “kazanmış” görünmesi sağlanmıştır. Bu partiler de, hangi saikle olursa olsun, bu tabloya “fit oldular”.

Binlerce insan ellerinde oy torbalarıyla ilçe YSK’ların önünde görev bilinciyle beklemeye devam ederken, seçim çoktan bitmişti.

 

Üçüncüsü bu seçim “kanlı seçim”dir. Erzurum ve Urfa’da sandık başında çıkan olaylarda iki kişi ölmüş, birçok kişi yaralanmıştır. Urfa’da CHP’nin seçim müşahitleri okullara alınmamış, hatta köylerden kan revan içinde kovalanmıştır. Aşiret erkeklerinin eşleri ve anneleri adına oy kullandıklarını söyleyen müşahitler canlarını zor kurtarmıştır.

Saldırılar sadece oy kullanma esnasında yaşanmadı. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından sokakları dolduran AKP’li çeteler, havaya ateş açarak ortamı terörize ettiler, sonuçlara itiraz edecek kitleye gözdağı verdiler. Bununla da kalmayıp İstanbul’da CHP’nin Maltepe ilçe merkezi, HDP’nin Esenler ilçe binası bu güruhlar tarafından sarıldı, saldırılar gerçekleşti.

Ayrıca basına yansımayan birçok yerde AKP-MHP terörü estirildi. Suçlarını bildikleri için, kitleler seçim sonuçlarına karşı ayağa kalkmasın diye ön kestiler. Hem YSK binalarını itfaiye, belediye araçlarıyla çevirip korumaya aldılar, hem de polisi ve sivil çeteleri kitlenin üzerine saldılar. Kimi yerlerde yürüyüşe geçen halkın üzerine TOMA’larla gaz sıkıldı.

 

Dördüncüsü, burjuvazi “Erdoğan’lı geçiş”te uzlaştı. Seçim öncesinde kitlelerin yükselen öfkesinin ortaya çıkardığı tablo, Erdoğan’ın kesin gideceği izlenimini oluşturmuştu. Gerçekten oylar sandığa doğru yansısa, belki de Erdoğan açık farkla kaybedecekti.

Esasında seçimlere giderken, AKP’nin mecliste çoğunluğu kaybettiği, fakat Erdoğan’ın başkan kaldığı bir “geçiş dönemi” seçenekler arasındaydı. Çünkü her şeye rağmen Erdoğan, burjuvazinin tüm kesimlerine ve emperyalistlere “benimle devam edin” mesajı vermeye devam ediyor, karşılığında her şeyi yapmaya hazır olduğunu gösteriyordu. Daha 2000’lerin başında henüz birkaç yıllık başbakanken, danışmanı Cüneyt Zapsu’nun ABD’ye “onu deliğe süpürmeyin, kullanın” dediği; bu sayede Erdoğan’ın o dönemki seçimleri kazandığı biliniyor.

Şimdi de böyle oldu. ABD seçimlerden hemen önce Menbiç ve F-35’ler konusunda geri adım atmış görünerek AKP’ye yeşil ışık yaktı. Keza diğer emperyalistlerle ve burjuvazinin çeşitli klikleriyle pazarlıkları son ana kadar devam etti. Bunun belirtileri seçim günü boyunca da an an yaşandı.

Muharrem İnce’nin seçimlerin bittiği saat 17.01’de açıklama yapıp CHP’lileri YSK önüne çağırması, ABD menşeli Fox Tv spikerlerinin “saatler ilerledikçe Erdoğan’ın oyları düşecek” şeklindeki açıklamaları, yaygın kanı olarak “seçimin ikinci tura kalacağı” beklentisini arttırıyordu. Diğer yandan seçimler daha bitmeden sarayın ve YSK’nın önünde barikatlar kurulması, iş makinelerinin yığılması, Erdoğan’ın seçim sonuçlarını maniple etmeye hazırlandığının kanıtıydı. Saat 20:15 civarında Erdoğan’ın zafer konuşması yapacağı duyuruldu, fakat saat 22:15’e kadar bu konuşma ertelendi. Belli ki, diğer kliklerle pazarlıklar, ikna çabaları sürdü.

Erdoğan’ın konuşması, işin bittiğini gösteriyordu. Ardından muhalif partiler tek tek açıklama yaparak seçim sonuçlarını kabullendiler ve durumu meşrulaştırdılar.

 

Beşincisi, seçim sonuçlarını ekonomik kriz belirledi. Erdoğan’ın bugüne kadar ki en büyük başarısı, kitleleri kontrol altında tutabilmesi oldu. Bir kesimi makarna kolileriyle vb. satın alarak, bir kesimi dinle kandırarak, önemli bir kesimin de üzerinde terör estirip, eylemlerine vahşice saldırarak…

Burjuvazinin çeşitli uyarı ve eleştirilerine karşılık, Erdoğan’ın “OHAL sayesinde grevleri erteliyoruz” sözleri, bu gerçeği hatırlatıyordu. Burjuvazi, AKP hükümetleri boyunca pervasızca sömürüsünü sürdürme olanağı buldu. Kitlelere ekonomik yıkım getiren en sert kararlar, hak gasplarına dönük en vahşi saldırılar hayata geçirilebildi.

Bugün çok ciddi bir ekonomik krizin arifesindeyiz. Böyle bir dönemde, burjuvazinin öncelikli tercihi, kitleleri şiddetle ya da kandırarak bastırabilecek, eylemlerini ve tepkilerini kontrol altında tutabilecek bir yönetim, yani Erdoğan yönetimi olmuştur.

Kitlelerin artan baskılara, hak gasplarına karşı öfkesi, Suriye ve savaş politikaları, Kürt hareketi ile kurulan ilişkiler, ekonomik istikrarsızlığın emperyalist sermayeyi uzaklaştıran etkisi gibi unsurlar, burjuvazinin önemli bir kesiminde, Erdoğan’ın değişmesi, bir koalisyonun kurulması isteğini doğurmuştu. Ne var ki, biriken sorunlar çok derin, kitlelerin beklentileri yüksekti. Yeni kurulacak hükümetten, taşeronlaştırmadan özelleştirmeye, eğitimden sağlığa, KHK’ların iptalinden hapishanelerdeki muhaliflerin serbest bırakılmasına kadar hemen her alanda çok büyük adımlar atılması beklenecekti.

Oysa ekonomik kriz öylesine şiddetli, burjuvazinin manevra alanları öylesine dar, bu krizi kitlelere fatura etme isteği öylesine güçlüdür ki; bu tablo burjuvazinin Erdoğan üzerinde uzlaşmasına, ya da en azından, Erdoğan’ın gidişini biraz daha ertelemesine, “Erdoğan başkanlığında koalisyon hükümeti” ile bir geçiş sürecine razı olmasına neden oldu.

Zaten Erdoğan’la pazarlıkların son ana kadar sürmesinin nedeni de, büyük ihtimalle buydu.

 

Altıncısı, tüm düzen partilerinin en büyük korkusu kitlelerin sokakta olmasıdır. Çünkü kitlelerin sokaklara çıktığı, eylemli gücünün farkına vardığı zamanlar, şu ya da bu parti için değil, genel olarak sömürü düzeni için, kapitalist sistem için tehdittir. Sokaktaki kitleyi kontrol etmek hiç kolay değildir, bu kitlenin yıkıcı gücü, sistemin temel noktalarına kadar uzanabilir.

Bu nedenle düzen partileri, kitlelerin sokağa çıkmasındansa, en rezil yenilginin kendi hanelerine yazılmasına, en ağır eleştirilerle itham edilmeye razı olurlar.

HDP dahil tüm muhalif partiler, seçimlerdeki hilelere, sonuçların önceden belirlenmiş biçimde açıklanmasına, YSK yerine yasadışı bir şekilde AA’nın haberlerinin esas alınmasına, seçim sırasında ve sonrasında gerçekleşen saldırılara ciddi bir tavır geliştirmediler.

Öncesinde verdikleri sözleri tutmadılar. Hilelere karşı YSK önünde olacağını açıklayan İnce ve Akşener, o gece sırra kadem bastılar. Seçim sonuçları açıklandığı halde, kitlenin karşısına çıkıp bir açıklama bile yapmadılar.

 

Sandık değil, kitlelerin eylemli gücü belirler

Bu seçimler bir kere daha bütün açıklığıyla göstermiştir ki; kitlelerin yaşam koşullarını iyileştirmenin, toplumsal ya da ekonomik sorunları çözmenin yolu sandık değildir! Seçimler çare değildir!

Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine, patatesin 6, doların 5 lira olmasına, twit atan herkesin “Erdoğan’a hareket”ten tutuklanmasına, kadın cinayetlerine, çocuk tecavüzlerine, taşeron cehenneminin sürdürülmesine karşı tek çözüm, kitlelerin sokağa çıkmasıdır.

Hatta sandıkta Erdoğan’ı yenmenin tek yolu bile, kitlelerin sokakta olmasından geçer. İzmir’de 3 milyon, Ankara’da 2 milyon, İstanbul-Maltepe’de 6 milyon kişinin (polis kayıtlarına dayanarak verilen rakamlar) mitinglere katılması, elbette çok önemlidir Ancak seçim günü de yüzbinler, bulunduğu her alanda ve YSK’nın önünde direnişe geçmiş olsaydı, seçim sonuçları böyle çıkmazdı.

Burjuvazinin pazarlıkları ve tercihleri ne olursa olsun, kitlelerin örgütlü ve eylemli bir güçle sokakta olması, sonuç alıcı tek yöntemdir. Yaşam hakkını savunmanın tek yoludur.

Seçimler sadece partiler için değil, kitleler için de “son” anlamına gelmez. Kitlelerin birikmiş talepleri, ekonomik ve siyasi baskının düzeyine karşı ciddi bir öfkesi-tepkisi sözkonusudur. Ekonomik krizin boyutu, kitleler üzerindeki baskıyı daha katmerli hale getirecektir. Oluşan dinamikler, kitlelerde patlama birikimlerinin yoğunlaştığını göstermektedir.

Yapılması gereken, kitlelerin umutlarının da umutsuzluğunun da sandığa-seçim sonuçlarına bağlanmasını önlemek, asıl zaferlerin, kazanımların sokakta elde edildiğini hatırlatmaktır.

* * *

Einstein; “elinizde sağlam bir teori var ama ölçümleriniz buna uygun değilse, teorinizi değil, ölçümlerinizi gözden geçirin” der. Bırakalım düzen partileri ve reformistler, seçimleri ve  sonuçlarını kutsasın, onu teorileştirsinler; tarihsel olarak doğruluğu ispatlanmış bilimsel bir teoriye dayanan Marksist-Leninistler, seçimlerin bir aldatmaca olduğunu, sonuçların önceden belirlendiğini söylemeye devam edecekler.

24 Haziran seçimleri, ML teorinin bu konudaki tespitlerini bir kez daha kanıtlamıştır. Düzen partileri ve reformistler, her seçim dönemi gibi bu seçimlerde de sahte umutlar yaymış, büyük bir beklenti yaratmış ve yine hayal kırıklığına uğratmıştır. Kitleleri sandığa çağırmış, ancak oyların takipçisi olmamıştır.

Kurtuluşun sandıktan değil, sokaktan geçtiği görülmeli, düzen partilerinin hiçbir demagojisine kanmadan kendi gücümüze güvenerek mücadele yükseltilmelidir. Sadece AKP-MHP gerici-faşist blokunu değil, sömürü ve soygun düzenini yerle bir etmek için harekete geçilmelidir. Zafer, direnen işçi ve emekçilerin olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …