Leyla 3,5 yaşındaydı. Evinin önünden kaçırıldı. 18 gün sonra bir dere kenarında ölmüş olarak bulundu. Açlıktan ölmüştü; kayıtlara böyle geçti.
Eylül 8 yaşındaydı. Köydeki evinden kaçırıldı. Günlerce arandı. Bir elektrik direğinin dibine gömülmüş olarak bulundu.
Her birinin haberiyle yürekler dağlandı. Bu çocukların yaşamış oldukları acıyı, korkuyu, dehşeti düşünmek, insanlığımızı yaraladı…
Leyla ve Eylül, son günlerde basında yer alan çocuklar. Çok daha fazlası, haber bile olamadan çok büyük acılar yaşıyor, istismarla, şiddetle karşı karşıya kalıyorlar.
Küçücük çocuklar evlerinin önünden, okullarından dönerken, sokakta oynarken kaçırılıyor, kaybediliyor. Büyük çoğunluğu bulunamıyor.
Küçücük çocuklar şiddetle karşılaşıyor, istismara uğruyor, tecavüzle yaralanıyorlar.
Küçücük çocukların bedenleri ve ruhları, saldırgan büyükler tarafından tarumar ediliyor. Paramparça olmuş bedenleri ve ruhlarıyla, ölüme ya da ölümden beter bir yaşamı sürdürmeye mahkum oluyorlar.
Günde 35 çocuk…
Çocukların kaçırılmaları, zaman zaman basında haber oluyor. Her haberde, günler süren arama çalışmaları, failin yakalanması çalışmaları an an takip ediliyor. Çocuğun bulunmasının geciktiği her an, o çocuğun yaşadığı acılar ve korkular yüreklerimize işliyor.
Ancak kaçırılan çocukların çok azı haber oluyor. Televizyonlara yansıyanlar, gerçek tablonun çok uzağında. Çocuk kaçırmaları ile ilgili rakamlar dehşet verici.
Kaçırılan çocukların ezici çoğunluğu istismar amaçlıdır. Sınırlı bir bölümü ise, yasadışı çocuk ticareti, organ kaçakçılığı vb. ile ilgilidir.
Toplumsal yaşamda derinleşen pek çok sorun gibi, çocuk kaçırmaları da AKP döneminde hızla arttı. 2000-2010 yılları arasında, yılda ortalama 6-8 bin arası çocuğun kaçırıldığı kayıtlara geçmişti. 2010 sonrasında ise, yıllık olarak kaçırılan çocuk sayısı 10-15 bin gibi devasa rakamlara ulaştı. Son 8 yılda, toplam 104 bin çocuk kaçırıldı. Bu, günde 35 çocuğun kaybolduğu-kaçırıldığı anlamına geliyor. Akıl almayacak, devasa rakamlar bunlar.
Ve bunların ezici çoğunluğu, kayıtlarda halen “kayıp” olarak görülüyor. Çünkü çalışmalar genellikle baştan savma yürütülüyor. Birkaç şeye bakılıyor ve dosyanın üzerine “kayıp” kaydı düşülerek rafa kaldırılıyor.
Oysa kaçırılan çocukları bulmak, faillere ulaşmak mümkün. Devletin elinde her türlü olanak var. Teknik olanaklardan (kameralar, cep telefonu kayıtları, mali izler vb), görgü tanıklarına, arama-kurtarma ekiplerinin faaliyetlerinden asker-polis çalışmalarına kadar, devlet çok geniş bir ağda yoğunlaşabiliyor. Ve bu yoğun çalışmalar, her bir kayıp çocuk için, bir sonuca varmayı sağlayabiliyor.
Ama bu yapılmıyor. Çocuğun durumu eğer basında yer alıyorsa, kamuoyu baskısı oluşuyor ve bazen haftalarca süren çalışmalar yürütülüyor; ama mutlaka sonuç alınıyor. Basında yer almayan onbinlerce çocuk ise, kaderlerine terk ediliyor.
Bu umursamazlığın bir nedeni, arama çalışmalarının maliyetli olması olabilir. Elbette, çocuklar sözkonusu olduğunda, maliyetin söz bile edilmemeli. Ancak asıl neden, çok daha derin, çok daha önemlidir. Kayıp çocukların gerçek rakamlarının ve gerçek nedenlerinin ortaya çıkması, toplumsal çürümenin boyutlarını ortaya koyacaktır: Devletin “umursamadığı”, ya da örtbas etmeye çalıştığı asıl unsur budur.
Çocuk sömürüsü,
sömürünün en aşağılık biçimidir
“Çocuk kaçırmaları son dönemde mi arttı, yoksa zaten çoktu da yeni mi görünür oldu” tartışması, gerçek sorunu gözlerden gizlemeye çalışan bir tartışma olarak kamuoyunun önüne atılıyor.
Tıpkı kadın cinayetleri gibi, çocuklara dönük saldırılar da yıldan yıla arttı. Görünür hale gelmesi, bu sorunların tartışılmasını da kolaylaştırdı elbette, ancak yaşanan sorunda hem nicel, hem de nitel bir artış olduğunu ortaya koyarak başlamak gerekiyor.
Bu konuda yazdığımız her yazıda, çocuk ve kadınlara yönelik şiddet ve istismarın her türünün sömürücü toplumlarla birlikte başladığını belirtiyoruz. Gerçek bir eşitliğin ve adaletin olduğu ilkel komünal toplumda, çocuk ve kadın da, toplumun diğer üyeleri gibi saygın, eşit ve hak sahibidir.
Sömürücü toplumlarda ise, insanın “emeği” ile birlikte, “eti” de sömürülmeye başlanmıştır. Ve en kolay sömürülebilen varlıklar çocuklardır; çünkü ne gücü ne de aklı, sömürüldüğünü anlayabilecek, sömürüye karşı çıkabilecek düzeyde değildir.
Bu nedenle, çocuklar her biçimde sömürülür; dayak, cinsel istismar, aşağılama, aşırı çalıştırma…
Sömürücü toplumların tümü çocuk sömürüsünü meşru görür; bunun sadece düzeyi değişir. Kimisinde daha az, kimisinde daha çok. Kimisinde daha vahşi ve yasal tarzda, kimisinde daha örtük ve gizli olarak…
Genel olarak toplumsal mücadelenin, işçi-emekçi hareketinin yükseldiği dönemlerde, toplumlardaki “insanlaşma”, “insani değerlere sahip çıkma” süreci de güç kazandığı için, çocuklara dönük her türden şiddet ve istismar da azalıyor. Sömürünün arttığı, toplumsal yozlaşmanın derinleştiği, gerici-yoz düşünce tarzının yaygınlaştığı ve bunlara karşı mücadelenin zayıfladığı dönemlerde ise, bunun en ağır sonuçlarını çocuklar yaşıyor.
Saldırı en çok çocuklara dönük olarak yapılıyor. Ancak toplumsal yozlaşmanın başka görüntüleri de vardır. Hayvanlara dönük saldırganlığın artması da bu düzeyi gösteren önemli bir veridir.
AKP döneminde çocuk istismarının giderek artmasının asıl sebebi budur. Bu dönem, mücadelenin geriye çekildiği bir dönemdir ve çocuklar gerici-tarikatçı-sömürücü tarikatlara teslim edilmiştir. Bu koşullarda Diyanet’in “9 yaşındaki çocukla evlenilebilir” ya da “baba, kızına sarıldığında tahrik oluyorsa, kalın elbiseler giydirsin” türü fetvalara karşı yeterince mücadele edilememektedir. İstanbul’da bir hastanede, 15 yaş altı çocukların doğum yaptığını ortaya çıkaran bir hemşire görevden uzaklaştırılmış, ancak bu çocukların hamileliğini devlete bildirmeyen hastane yöneticileri beraat etmiştir. Ensar Vakfı gibi tarikat kurumlarında çocuklara yapılan sistematik tecavüz ve istismarlar örtbas edilip, üstüne bir de bu vakıflara, okullarda ders verme hakkı tanınmıştır.
AKP döneminde mahkemeler, çocuk istismarı davalarında büyük oranda beraat kararı vermektedir. Çocuğun ifadeleri, yaşadıkları tümüyle bir kenara atılıp, “kesin kanıt” olmadığı gerekçesiyle tecavüzcü sapıklar beraat ettirilmektedir.
Yani sistem, bütün unsurlarıyla çocuk istismarını, şiddeti, tecavüzü teşvik etmektedir.
Keza genel toplumsal söylem de, çocuklara dönük her tür saldırganlığı meşrulaştıracak bir içeriğe dönüştürülmüştür.
Toplumsal yozlaşma, bireyselleşme, ahlaki değerlerde düşkünleşme gibi unsurlar, bu saldırıları artırmaktadır. Ve toplumsal bozulma arttıkça, kadınlar, çocuklar ve hayvanlar, yani kendisini savunacak güç ve etkiye sahip olmayan tüm kesimler, en alçakça saldırıların mağduru olmaktadır.
Bu dönemin “kuralı” budur çünkü: Herkes kendisinden daha güçsüz olana saldırır! Kediyi denize atan ya da yavru köpeğin ayaklarını kesen adam da, yolda yürümekte olan kadına vuran adam da, çocuk istismarı yapan yetişkin de, çocuk döven kadın da, kendisinden daha küçük çocuklara zorbalık yapan çocuk da aynı biçimde (fakat elbette ki farklı düzeylerde) bu çürümüşlüğün bir parçasıdır.
Nedeni belirsiz bir saldırı sözkonusudur burada. Saldırganın bir “amacı-gerekçesi” yoktur. Sadece “saldırmıştır işte”! Bireysel çürümüşlük ne kadar boyutluysa, saldırı da o kadar boyutlu, “gerekçesi” o kadar anlamsızdır.
Kurumsal cezalar önemlidir
Ne zaman çocuklara dönük bir saldırı basında yer alsa, “hadım” ya da “idam” tartışmaları alevleniyor. Birkaç gün boyunca bu tartışılıyor, arkasından konu unutturuluyor.
Saldırıyı gerçekleştiren kişi bireysel olarak hedefe çakılıyor, böylece toplum vicdanı rahatlatılıyor.
“Hadım” ya da “idam” tartışmaları, sinekleri tek tek öldürmeye benziyor. Oysa sineklerin beslendiği devasa bir bataklık var ve asıl çözüm bu bataklığın kurutulmasıdır.
Bu nedenle, çocuklara dönük her türden saldırıda, öncelikle kurumsal cezalar artırılmalıdır. Ensar Vakfı’nda bir görevli çocuklara tecavüz ediyorsa, Ensar Vakfı yöneticileri de yargılanmalı ve ağır cezalar almalıdır. Diyanet’ten, 9 yaşındaki çocukla evlenmeye icazet veren fetva yayınlanıyorsa, Diyanet İşleri Başkanı görevden alınmalıdır. Kayıp olduğu bildirilen bir çocuk bulunamıyorsa, bölgenin karakol komiserinden kaymakamına, valisine kadar devlet yetkilileri sorumlu tutulmalıdır. Ne çocuk ticareti, ne organ mafyası, devletin kolluk güçlerinden ayrı çalışmaz. Mutlaka ve mutlaka, buna göz yuman, yardım eden, yasal statü sağlayan devlet görevlileri ya da devlet kurumları vardır; bunlar açığa çıkarılmalı ve çocuğu ticaret amacıyla kaçıran mafya kadar ağır cezalarla yargılanmalıdır. Hamile bir çocuğu görmezden gelen doktor da, hastane de, “çocuk gelin” kavramı altında bu çocuğa sistematik tecavüz ederek hamile bırakan sapık kadar suçludur, yargılanma sürecine dahil olmalıdır. Ve çocuklara dönük saldırılarda, istismarda, tecavüzde, “çocuk gelin” davalarında beraat kararı veren tüm hakimler ve savcılar da yargılanmalı, ağır cezalar almalıdırlar.
Sömürücü sistemler, çocuklara dönük saldırganlıkları meşrulaştırır. Gerici-şeriatçı sistemler, sistematik biçimde sapık üretir ve bu sapıkların çocuklara saldırılarını güvence altına alır. Bu koşullarda, bireysel cezalar ne olursa olsun, çocuklara dönük saldırılar bitmez, bitirilmez. Tersine, bunların giderek artmasını sağlayan bir ortam teşvik edilir.
3-4 yaşındaki çocukları şu ya da bu amaçla kaçıran, öldüren; 9-10 yaşındaki kız çocukları ile evlenen; tarikat vakıflarında erkek çocukları “bademlemek” gerektiğini savunan; sömürünün en aşağılık biçimi olan çocuk sömürüsünü gerçekleştiren kişilere ve bu ortamı yaratan gerici-şeriatçı zihniyete karşı topyekun bir savaş verilmelidir.
Çocuklarımızı korumanın, insanlığımızı korumanın tek yolu budur.
* * *
Eğitim sistemi ve çocuklar
Eğitim-Sen’in, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda hazırladığı rapor, çocuk sömürüsüne zemin hazırlayan en önemli unsurlardan birini ortaya koyuyor. Giderek daha fazla sayıda çocuk, özellikle de kız çocuklar eğitimden uzaklaşıyor, tarikatlara, kuran kurslarına, gerici yaşam ve eğitim tarzına mahkum ediliyor.
Rapora göre; çocuk yaşta evlilik ya da nişanlılık nedeniyle eğitime devam edemeyenlerin yüzde 97,4’ü kız çocuğudur.
İmam hatip lise sayısı 2002’de 450 iken, 2017’de 1.408’e çıkarılmıştır. Bu liselerden 372’si sadece kız imam hatip Anadolu Lisesi olarak ayrılmış ve karma eğitimin dışına çıkarılmıştır.
Çıkarılan yasa ve yönetmeliklerle, kız çocuklarının başı ve bedeni 9 yaşında, fiilen okul öncesinden itibaren kapatılmaktadır.
TÜİK verilerine göre, son 10 yılda 482 bin 908 kız çocuğu devletin izniyle evlendirildi. Son 6 yılda 142 bin 298 çocuk anne oldu.
Çocukların cinsel istismarında, Türkiye dünya listesinde 3. sıradadır. Her 6 erkek çocuktan 1’i cinsel istismara uğruyor. Bu çocukların yüzde 70’i 11 yaşından küçük.
ECPT 2015 yılı Türkiye Raporu’na göre, Türkiye’deki cinsel suçların yüzde 46’sı çocuklara karşı işleniyor.
Aynı raporda Türkiye, cinsel istismar amacıyla insan ticareti ve çocuk evlilikleri nedeniyle, Küresel Kölelik Endeksi’nde modern köle sayısında Avrupa’da birinci sırada yer alıyor.
MEB verilerine göre, Türkiye’deki özel öğretim kurumu sayısı 10 bin 53’tür. Bu kurumların 3’te 1’i mutlaka bir tarikata bağlıdır.
4 binin üzerindeki özel yurdun 2 bin 480’i bir tarikata bağlıdır. Tarikata bağlı yurtların kapasitesi 380 bindir ve genellikle tam doludur.