Soma’da katledilen madencilerin davası sonuçlandı: ADALET YOKSA BARIŞ DA YOK!

Soma’da 13 Mayıs 2014’te gerçekleşen ve 301 madencinin ölümüyle sonuçlanan maden katliamının davası karara bağlandı. Her aşamasında madenci ailelerine ve onlarla dayanışma için gelenlere sorun çıkartan mahkeme, son duruşmada katillere, olabilecek en az cezayı vererek esasında aklamış oldu.

Karar çok da şaşırtıcı değildi. Bugüne dek işçi cinayetleri davalarında hangi patrona hak ettiği ceza verilmişti ki? Dahası, bu sistemde adaletin terazisi ne zaman işçiden-emekçiden yana ağır bastı?

Soma’da davanın açılması bile katliama duyulan öfkenin sonucu oldu. Ellerinden gelse hiç birini tutuklamaz ve bu komik cezaları bile vermezlerdi. Fakat madenci ailelerin, devrimci-demokrat avukatların, kitle örgütlerinin her duruşmayı ısrarla takip etmeleri; genel olarak halkın katliama karşı oluşan tepkisi, katilleri yargılamak zorunda bıraktı. Ancak davayı zamana yayarak ve her aşamada zorluk çıkararak duyarlı kesimleri yıldırmaya, olayı unutturmaya çalıştılar.

Karar aşamasında bile iki gün ertelemeleri, kitleyi dağıtmak, oluşacak tepkileri bastırmak içindi. Soma’dan Akhisar’a gelen madenci ailelerini, ülkenin dört bir yanından karar duruşmasını izlemeye gelenleri göndererek, kararı boş mahkeme salonunda okumayı istediler. 9 Temmuz’un Erdoğan’ın “yeni sisteme geçiş” gösterisine denk gelmesi de, bir etken oldu. Erdoğan’ın şaşaalı başkanlık törenine gölge düşürmek istemediler. Bir hakimin hastalığını bahane ederek 11 Temmuz’a ertelediler, fakat duruşmaya gelenlerin önemli bir kısmı orada kaldı, mahkeme önünde “adalet nöbeti” tuttu.

Ve 11 Temmuz’da kararı, mahkeme salonunu dolduran öfke dolu kitleyi jandarma barikatına alarak okuyabildiler. Korkuyorlardı… Çünkü en iyi onlar biliyordu katilleri akladıklarını… Adaleti değil, verilen görevi yerine getirdiklerini… Suça ortak olarak ne büyük bir suç işlediklerini…

 

Katiller nasıl aklandı?

Soma davasında toplam 51 sanık yargılanıyordu. Fakat bunlardan 8 kişi tutuklu yargılandı. Üçü önceki duruşmalarda tahliye edilince 5 kişi kalmıştı. Bir twit atmaktan bile insanların aylarca-yıllarca tutuklu kaldığı ülkede, 301 madencinin katledildiği olayda sanıklar tutuksuz yargılanıyordu. Bunların arasında maden işletmesinin patronu Alp Gürkan da vardı. Yani en başta tutuklanması gereken kişi, bu süre boyunca dışarıda gezdi ve sonunda beraat etti. Üstelik beraat edenlere tazminat hakkı verildi. Önümüzdeki günlerde bu kişilere, halkın vergileriyle doldurdukları hazineden para verirlerse şaşmamak gerekir.

Alp Gürkan’ın oğlu Can Gürkan’ın da içinde olduğu tutuklu 5 kişiye ise, 15 ila 22 yıl arasında hapis cezası verildi. Tutuksuz sanıklardan 9’una 6 ila 10 yıl verilirken, 37 sanık beraat etti.

301 kişinin ölümüne sebep olmanın cezası işte bu kadardı! Yani her ölen işçi için 6 günlük hapis düşüyordu!

Mahkeme heyeti bunu nasıl başardı?

Sanıklara “kasten adam öldürmek”ten değil, “taksirle öldürmek”ten ceza verdiler. (Taksir, “bir işi eksik yapma, kusur işleme” demek.) Daha fazla kar için madencileri 18. yüzyıl koşullarında çalıştıran, yangın çıkacağını söyleyen madencilere kulaklarını tıkayan, onları göz göre göre ölüme gönderen sanıklar, işlerini “eksik yapmış”, “kusur”lu davranmışlardı!

Önceki duruşmalarda katiamdan kurtulan madenciler tanık olarak dinlendiler. Ve onlar, “eksik”, “kusur” diye tanımlanan katliamın nasıl hazırlandığını ortaya koydular. Örneğin Aşkın Akgül, “sıcak kömür çıkıyordu, emniyetçiler de görüyordu, fakat herhangi bir tedbir alınmıyordu. Havalandırma yok derecede azdı” şeklinde ifade verdi. En çok ölümün yaşandığı S3 panosunda çalışan işçilerden Hüseyin Koç, “son 1 aydır S3 klasik ayakta sıcaklık çok aşırıydı. Mecburen çalışmaya devam ediyorduk. Sıcaklık arttığını fark etmelerine rağmen bilerek gerekli tedbiri almadılar” dedi. Ekrem Erecek, “madende önce kömür, sonra emniyet derler” sözleriyle arkadaşlarını destekledi.

Madenciler verdikleri ifadelerde insan hayatının nasıl hiçe sayıldığını çarpıcı şekilde anlattılar. Katliamdan sağ kurtulan şalterci Ramazan Akkoç, yangını yetkililere haber vermek istediğini, fakat telefonun çalışmadığını belirti. Musa Uysal, “Ben işe başlarken herhangi bir eğitim, ya da kurs almadım, ama kağıda imza attım” dedi. Ahmet Çetin, “Ben gaz maskesi nasıl kullanılır bilmem, çalışıp çalışmadığını bile anlamam” diyordu. “Yaşam odası olsaydı, tüm arkadaşlarımız kurtulacaktı” diye haykırdı bir başkası…

Madende denetim olup olmadığını da şu sözlerle ortaya koydular: Bahri Yıldırım, “Ben bu zamana kadar denetçilerin yeraltına indiğine hiç şahit olmadım. Müfettişler yer içer rahatlarına bakar”. Abdülhakim Bilen, “Madende müfettişler gelmeden 15-20 gün önce haberimiz olurdu. Peki neden müfettişler yargılanmıyor” diye sordu.

Ne müfettişler, ne de herhangi bir devlet görevlisi yargılandı bu davada. Yargılanan mühendisler de suçu, katliamda ölen mühendis arkadaşları Mehmet Efe’nin üzerine atarak sıyrılmaya kalktılar. Kendileri görevlerini yapmışlardı, hiçbir suçları yoktu!

Mahkeme heyeti de 301 madencinin ölümü, sanki ölenlerin suçuymuş gibi davranarak, sanıkları olabilecek en hafif cezayla kurtardı. Onca madencinin ifadesi ortadayken “kasten” değil, “taksirle adam öldürmekten” ceza verdi.

Avukatlar, “kasten öldürmekten” ceza verilseydi, sanıkların ölen her madenci için ayrı ayrı ceza alacaklarını, yani aldıkları cezanın 301 kez verilmesi gerektiğini söylediler.

Dava başlarken iddianame de böyle hazırlanmıştı ve karar aşamasına geçen yıl gelinmişti. Fakat tam o sırada mahkeme heyeti değiştirildi, dava bir yıl daha uzadı ve savcı, mütalaada sanıkların yargılandığı maddeyi değiştirdi. Böylece en az cezayla kurtulmalarının yolu açıldı.

 

Halkın vicdanında aklanamazlar

Burjuva mahkemelerde, patronlar ve ona hizmet edenler, yükselen tepkiler üzerine yargılansalar, hatta ceza alsalar bile, bir biçimde kurtulur ve işlerine dönerler. Soma’da yaşanan da budur.

Fakat halkın gazabından kurtulamazlar. Soma kararı, başta madenci aileleri olmak üzere halkta büyük bir öfkeye neden olmuştur. Zaten adalete, hukuka artan güvensizlik, bu olayla birlikte iyice pekişmiştir. “Adalet de tıpkı yılanlar gibi, yalnızca çıplak ayaklıları ısırıyor” denilmesi boşuna değildir. Burjuva adaletin işçi-emekçileri değil, patronları koruduğu bir kez daha görülmüştür.

Katledilen bir madencinin eşi, “biz kazıya kazıya 4 yıldır uğraşıyoruz, adeleti çıkarmaya söz verdik” diyor. Son duruşmada Çorlu’da tren faciasında katledilen 24 kişiyi anmaları, keza daha önce 10 Ekim katliamında şehit düşenler için saygı duruşu yapmaları, madenci ailelerinin bu süredeki bilinç sıçraması gösteriyor.

Soma davası, sadece orada ölen 301 madencinin yakınlarını ilgilendirmiyor. Bu, Türkiye işçi sınıfının davasıdır. Özelleştirmeye, taşeronlaşmaya, işçi cinayetlerine karşı yürütülen mücadelenin önemli bir parçasıdır.

Bu dava burada bitmemeli…  İşçilerin canının bu kadar ucuz olmadığı gösterilmeli… Madenci ailelerinin isyanı, tüm ülkeyi sarmalı…

Adaletin olmadığı yerde barış da olmaz! Adaleti sağlayana dek mücadele sürecektir. Ta ki, “ekmeği pişirip dağıtanların adaleti de dağıttıkları” günlere ulaşana dek…

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …