AKP döneminde işçi ve emekçilerin durumu: YAPTIKLARI YAPACAKLARININ TEMİNATIDIR!

24 Haziran seçimlerinin ardından “yeni sistem”e geçiş başladı. Adına “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dedikleri, gerçekte “başkanlık” bile olmayan, baskıcı-otoriter bir dönem başlıyor.

“Zaten öyle değil miydi” denebilir. Gerçekten de uzunca bir süredir fiilen uyguladıkları pek çok şey oldu. Şu anda onları yasal hale getirmeye, yeni düzenlemelerle oturtmaya çalışıyorlar.

Ancak faşizmin gerilediği, güç kaybettiği dönemler olduğu gibi; daha baskıcı, daha aleni ve şiddetini arttırdığı dönemleri olmuştur. Yani her zaman beterin beteri vardır. Dolayısıyla değişen bir şey olmadığını, AKP’nin önceki dönemleri gibi devam edeceğini düşünmek yanlış olur.

Daha tehlikeli olanı ise; yeni dönemde AKP’nin yumuşayacağı, yeni açılımlar yapacağı, herkesi kucaklayacağı gibi bir hayale kapılmaktır. Muhalefet partileri seçimlerden sonra bu yönde bir beklenti yaymaya çalıştılar. Muharrem İnce, seçim sonrası yaptığı ilk açıklamada Erdoğan’a seslenerek, kendi sloganını kullanmasını, ‘herkesin cumhurbaşkanı’ olmasını istedi. Keza “toplumu kutuplaştırmaktan vazgeçmesi”, “yeni bir sayfa açması”, “vaadettiği demokrasiyi getirmesi” gibi birçok temenni, muhalefet saflarından dillendirildi.

Bütün bunlar halkta oluşan öfkeyi bastırmak, kaygıları yatıştırmak ve hiçbir şey olmamış gibi yaşamını sürdürmesini sağlamak içindi. Bu tam da AKP’nin istediği bir şeydi. Zaten Erdoğan, her seçim sonrası “balkon konuşması”yla bunu yapmıyor mu? Bu sefer de “81 milyonun cumhurbaşkanı” olacağını yineledi. Seçimlerde AKP’nin oy kaybını kastederek “gereken mesajı aldık” dedi. Hatta “halk tevazu istiyor” diyerek, sanki değişeceklermiş izlenimi vermeye çalıştı.

Sonuçta elbirliği ile kitleleri kandırmaya devam ediyorlar. Seçimlerde yaşanan rezaleti unutturmak, yeni dönemin eskisinden daha iyi olacağı beklentisini yayarak gevşetmek istiyorlar. Fakat ne Erdoğan’ın yapısı, ne de içine girilen dönem, böyle bir değişime imkan tanıyor. Aksine öncekinden daha sert, daha şiddetli bir döneme girildiği, daha zor günlerin bizi beklediği görülmelidir.

Böyle bir dönemde kıran kırana bir mücadele dışında başka bir yol kalmamıştır. “Orta yol”, “ara çözüm”, “yumuşak geçiş” gibi formüller artık çöpe atılmalıdır. Kimse bu hayallerle kendini avutmasın! Daha büyük hayal kırıklığı ve daha sarsıcı bir yıkım yaşamak istemiyorsak, gerçeklere gözümüzü kırpmadan bakabilmeliyiz.

Yeni dönemi anlamak için, AKP’li yıllara dönüp bakmak yeterlidir. 16 yıllık sürede işçi-emekçilere neleri yaptıklarına, nasıl bir yaşamı reva gördüklerine baktığımızda, önümüzdeki dönemde nelerle karşılaşacağımızı öngörmek zor olmayacaktır.

 

16 yılın yıkım tablosu

Geçtiğimiz günlerde DİSK’in “AKP Döneminde Emeğin Durumu” başlıklı bir broşürü yayınlandı. Broşürde, AKP döneminde işçi ve emekçilerin nasıl bir saldırı yağmuru altına tutulduğu, 16 yılda nereden nereye geldiği ortaya seriliyor. Biz de dergimizin hemen her sayısında işçi-emekçilere dönük saldırıları ele almıştık. Şimdi bunları kısa başlıklar altında hatırlayalım.

Her gerici-faşist yönetim gibi AKP de en başta işçi sınıfının örgütlülüğünü dağıtmayı hedeflemiştir. İşçilerin temel örgütü sendikaları iyice zayıflatmış, bir kısmını da kendine bağlamıştır. Bugün yüzde 10’luk sendikalaşma oranı ile OECD’nin en kötü ülkesi durumundayız. Toplu sözleşme yapabilenler ise kamuda yüzde 7, özel sektörde yüzde 5’tir. Yani işçilerin yüzde 90’nı sendikasız, yüzde 95’i TİS hakkından yoksundur.

Grev hakkından bahsetmek ise artık imkansız gibidir. AKP döneminde 15 grev ertelendi, yani fiilen yasaklandı. Bunların 7’si OHAL döneminde (2016-2018) gerçekleşti. Toplamda 193 bin işçinin grevi engellenmiş oldu. Bunların çoğunda “milli güvenlik” gerekçe gösterildi. Ancak işkollarına bakıldığında milli güvenlikle ilgisi olmadıkları görülüyordu. Erdoğan, işadamlarına yaptığı konuşmada; “şimdi grev tehdidi olan yere OHAL’den istifade ile anında müdahale ediyoruz” diyerek OHAL’i patronlar için çıkardıklarını açıkça itiraf etmişti.

Grev ve TİS hakkı gaspedilen, sendikasızlaştırılan bir işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşulları düzgün olabilir mi? Örneğin asgari ücret, gerçek enflasyonun çok gerisinde kaldı. 2004 yılı 100 kabul edilirse 2017’de yüzde 30 kayba uğradı. Döviz karşısında ise daha ciddi bir erime sözkonusu. Bu yılın ilk günleriyle karşılaştırıldığında bile, aradaki fark çok büyüktür. 2018’in ilk ayında asgari ücretle 427 dolar alınabilirken, Mayıs ayında 340 dolara düştü. Dolardaki artışın devam ettiği gözönüne alınırsa, asgari ücrette erimenin halen sürdüğü anlaşılır.

Türkiye, zaten gelir dağılımı bozuk ülkelerden biriydi. Fakat şimdi bu bozukluk, devasa boyutlara ulaştı. Öyle ki, nüfusun yüzde 1’lik kesimi ülkedeki zenginliğin yüzde 52’sine sahipken, yüzde 99’u yüzde 48’i paylaşmakla yüz yüze. Bugün gelir dağılımında OECD ülkelerinin en alt sırasında yer alıyoruz.

Hal böyleyken işçi ve emekçinin borçları katlanarak artıyor. 2002’de hane halkı borcunun gelirine oranı yüzde 4 civarında iken, 2012’den itibaren yüzde 50’nin üzerine çıkmıştır. Ekonomik zorluk çekenler kredi kartlarından nakit avans çekmeye yönelmiştir. 2011 yılında 27 milyar olan kredi kartı nakit avans çekimi, 2017 yılı sonunda 67,2 milyara yükselmiş. TÜİK’in 2016 yılı verilerine göre, nüfusun yüzde 68’i konut alımı ve konut masrafları dışında taksit ödemeleri veya borçları olduğunu, yüzde 65’i yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını yenileme ihtiyacını ekonomik nedenlerle karşılayamadığını söylemektedir.

AKP döneminde işçiler, uzun saatler çalıştıkları halde ekonomik durumlarını düzeltemiyor. Fazla mesailer artık zorunlu hale gelmiştir. İşçiler de ücretlerini arttırabilmek için buna katlanmakta, kimisi gönüllü olmaktadır. Böylece 8 saatlik çalışma neredeyse tümden kalkmış, 10-12 saat çalışma normal hale gelmiştir. 2016 verilerine göre OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma süresi 40,4 saat iken, Türkiye’de 49,3 saattir. AB ülkelerinde haftada 40 saatten fazla çalışan işçilerin oranı sadece yüzde 20 iken, Türkiye’de bu oran yüzde 74’e yükselmektedir. Yani neredeyse AB’nin dört katıdır.

Uzun ve ağır çalışma koşulları, iş cinayetlerinin de en önemli nedenidir. SGK verilerine göre AKP’nin işbaşına geldiği 2003’te 811 işçi, iş cinayeti sonucu yaşamını kaybederken, 2016 yılında 1405’e yükselmiştir. Yılda ortalama 1132 işçi ölmüştür. İş kazası ve meslek hastalığı sonucu ölüm nedeniyle aylık bağlanan vaka sayısı esas alındığında, bu oranlar daha da yükselmektedir. Türkiye, iş cinayetlerinde AB’de birinci, dünyada üçüncü konumunu sağlamlaştırmıştır. Soma, Ermenek ve Zonguldak madenci katliamları, Toronlar başta olmak üzere inşaat sektöründeki cinayetler ilk akla gelenlerdir. Ve mahkemelerde verilen kararlar, işçilerinin canının sudan ucuz olduğunu ortaya koymuştur.

Özcesi AKP döneminde işçiler düşük ücretle uzun saatler ve ölümüne çalıştırıldı, çalıştırılıyor… Başlarında sallanan işsizlik kılıcı ile buna mahkum ediliyorlar. 2017 yılı itibariyle gerçek işsiz sayısı 6 milyon 223 bindir. Her 4 gençten biri işsizdir ve bunların büyük kısmı üniversite mezunudur.

AKP döneminde işçi hakları birer birer budanırken, patronların hemen her isteği yerine getirildi. Kiralık işçilik yasalaştı mesela. İş davalarında “zorunlu arabuluculuk” uygulamasına geçildi. Keza iş kanunlarında yapılan değişikliklerle esnek ve güvencesiz çalışma yasal hale getirildi. Taşeron uygulaması gerek kamuda, gerekse özel sektörde yaygınlaştı. “Sosyal güvenlikte reform” adı altında emeklilik yaşı yükseltildi, emekli olmak zorlaştı. Üstelik emekli aylıkları da düştü.

Bunlar, patronların en büyük hayaliydi. Her yıl kar rekorları kırmaları boşuna değildir. Bu tür yasaların yanısıra özelleştirmelerle çok büyük vurgun vurmuşlardır. Diyebiliriz ki AKP’nin en büyük başarısı, kamuya ait yerleri çok cüzi fiyatlarla satmasıdır. Özal’la başlayan özeleştirme furyası, AKP döneminde altın çağını yaşadı. 1986-2002 döneminde toplam 8 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirilirken, 2003-2016 döneminde 60 milyar dolar özelleştirme gerçekleştirildi. Satılan 220’den fazla kamu kuruluşunun arasında Sümerbank, Tekel, TÜPRAŞ, SEKA, İsdemir, Kardemir, Eti Maden işletmeleri, Petkim, Telekom, Şeker Fabrikaları gibi çok önemli işletmeler bulunuyor. Bunlardan elde edilen devasa paraların nereye harcandığı ise özellikle gizleniyor. Ama emperyalist tekellere peşkeş çekildiği sır değil.

Bilindiği gibi AKP’nin 16 yılının son iki yılı OHAL dönemidir. OHAL ile birlikte başta çalışma hakkı olmak üzere hak gaspları daha da artmıştır. KHK ile 140 bin civarında kamu görevlisi somut bir delile dayanmadan, savunma hakkı tanınmadan ve hukuksal yollar tıkanarak işten çıkarıldı. Bununla da yetinmeyip hiçbir işte çalışamaz hale getirildi, pasaportlarına el kondu, birçoğu emekli ikramiyelerinden mahrum bırakıldı. TC’nin kuruluşundan bu yana kamuda yaşanan bu en büyük tasfiye, 12 Eylül dönemiyle bile kıyaslanmayacak boyutlara ulaştı.

 

Ya örs olacağız ya da çekiç!

AKP döneminde yaşananları çok özet halinde sıraladığımızda bile, işçi-emekçiler açısından ne büyük kayıplar yaşandığı görülmektedir. Kaldı ki, yaşamın her alanındaki hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, işçileri doğrudan etkiler. Özgürlüklerin gaspedildiği yerde ekmek de küçülür. Bunları zaten yaşayarak görüyoruz…

16 yılın ardından şimdi AKP’nin yeni dönemi başlıyor. Bu dönemin eskiyi aratmayacağını, hatta daha kötü olacağını söylemek için kahin olmak gerekmez. Yaptıkları, yapacaklarının teminatıdır!

Burjuva politikacılar da bu sözü sıkça kullanırlar. Açık sözlülüğün, içi-dışı bir görünmenin, hatta meydan okuyuşun klişesidir adeta. Ama bir grup çıkarcı ve yalaka dışında herkes için kaygı ve endişe uyandırır. Çünkü aslında neyin kastedildiği, nasıl bir durumla karşı karşıya kalınacağı anlaşılır. AKP’nin yeni dönemi ve bu dönemde işçi-emekçileri neyin beklediğini anlamak açısından akılda tutulması gereken bir sözdür.

AKP’nin 16 yılı, emeği ile geçinenlerin yoksullaştığı, sadaka ile düşkünleştirildiği; buna karşılık büyük patronların kar üstüne kar kırdığı, sonradan türeyen zenginlerin vurgunlarla uçtuğu bir dönem olmuştur. Yeni dönemde bunu devam ettirmekle kalmayıp üstüne koyacakları kesindir. Patronların AKP’yi tercih etmesinin başka bir açıklaması olabilir mi?

Bakmayın zaman zaman AKP’yi de eleştirmelerine, “demokrasi”den “hukuk”tan bahsetmelerine… Onların dini-imanı paradır. Azami karlarını korudukları sürece AKP’yi desteklemeye devam edeceklerdir. Nitekim TÜSİAD başta olmak üzere tüm sanayi-ticaret odaları arka arkaya “yeni dönemi” ve Erdoğan’ı kutsayan açıklamalar yaptılar.

Patronlar mutludur! Tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi… AKP’li yıllar giderek daha fazla 12 Eylül’ü çağrıştırır oldu. Hatırlanacaktır 12 Eylül geldiğinde de, dönemin TİSK başkanı Halit Narin, “bugüne dek işçiler güldü, şimdi gülme sırası bizde” demişti.

12 Eylül, “24 Ocak Kararları” olarak bilinen ekonomik saldırıyı gerçekleştirmek üzere işbaşına gelmişti. İşçi sınıfının mücadele ile kazandığı birçok hak -başta kıdem olmak üzere- o zaman gaspedildi. Bu dönemin mimarı Turgut Özal, “12 Eylül olmasaydı, 24 Ocak Kararları yaşama geçemezdi” demişti. Sonrasında özelleştirme dahil birçok saldırı gerçekleşti.

12 Eylül’ün devamı niteliğindeki Özal dönemi, ’89 bahar eylemleri olarak bilinen işçi hareketiyle sarsıldı, ardından son buldu. AKP-Erdoğan dönemini de yine işçi hareketi bitirecektir. İşçi sınıfı bir kez daha ezilen-sömürülen tüm sınıf ve kesimlerin öncülüğünü üstlenmeli, bu karanlık döneme son vermelidir.

12 Eylül’de olduğu gibi AKP döneminde de hep patronlar güldü! Fakat halkımızın bir sözü vardır; “son gülen iyi güler.” O günleri yaklaştırmak için, sınıf dayanışmasını arttırmak, tabandan örgütlenmek, sendikaları zorlamak ve mücadeleyi yükseltmek zorundayız. Bunun da yolu, devrimci öncülerle kucaklaşmaktan, sınıf bilinciyle hareket etmekten geçiyor.

Ekonomik krizin derinleşeceği, saldırıların artacağı bir döneme giriyoruz. Bıçağın kemiği delmeye başladığı bir aşamada olacaklar bellidir: Ya daha fazla ezilecek sömürüleceğiz, onurumuz çiğnenecek; ya da dişe diş bir mücadele ile haklarımızı söke söke alacağız!

Örs olmak istemiyorsak çekiç olmak zorundayız! Bunun başka da yolu yok!

Bunlara da bakabilirsiniz

As Kaynak’ta (Lincoln Electric) direniş başladı

Kocaeli-Gebze’de As Kaynak Tekniği fabrikasında, TİS görüşmelerinin tıkanması üzerine eylem başladı. Konuyla ilgili olarak bir …

Çayırhan madencileri Ankara’ya yürüyor

Çayırhan Termik Santrali ve Linyit Madeni’nin özelleştirmesine karşı 20 Kasım’dan bu yana eylem yapan maden …

Adana’da SASA işçileri direnişte

Yapı ve Yol İşçileri Sendikası’na üye olan 670 işçi, maaşlarını aylardır alamıyorlar. Bu işçiler, “Adana …