10 Ekim Ankara Katliamı davası, 31 Temmuz-1 Ağustos günlerinde yapılan duruşmalarla karara bağlandı. Kararda, katliamın faillerine yüksek düzeylerde cezalar verildi. Mahkeme 9 katili 101 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası ve 10 bin 557 yıl hapis cezasına çarptırdı. 5 sanığa örgüt üyeliğinden 12 yıl, 4 sanığa 7.5 yıl, bir sanığa da yöneticilik suçundan 18 yıl hapis cezası verildi. Firari sanıkların da dosyası ayrıldı.
Verilen cezalar, TC tarihinde bir davada verilen en büyük hapis cezası olarak kayıtlara geçti. Ancak bu, bir kazanım ya da “adaletin yerini bulması” değildi. Cezaların yüksek olmasının nedeni, alelacele davayı kapatma çabasıydı. Katliamın arka planındakiler, gerçek sorumlular ise perdelendi, gözlerden gizlendi.
Katliamın arkasında IŞİD vardı
10 Ekim 2015 günü, Ankara’da sendika konfederasyonları tarafından düzenlenen mitingin başlamasından hemen önce, Ankara tren garının önünde canlı bomba katliamı gerçekleştirildi. İki IŞİD’çinin gerçekleştirdiği saldırıda, 103 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı.
Saldırıya dönük iddianame katliamdan 9 ay sonra, 13 Temmuz 2016’da kabul edildi. 36 kişi (17’si firari, 19’u tutuklu) hakkında dava açıldı; iddianamede saldırının IŞİD tarafından gerçekleştirildiği ortaya kondu. Ve iddianamede katillerin, Temmuz 2015’te gerçekleşen ve 33 kişinin öldürüldüğü Suruç katliamının da failleri olduğu belirtildi.
Davanın ilk duruşması, 7 Kasım 2016’da, katliamdan bir yıl sonra Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı.
Katliamı kapatma çabası
10 Ekim Ankara Gar Katliamı, son derece önemli bir süreçte belirleyici rol oynayan bir saldırı olmuştu. Sendika konfederasyonlarının düzenlediği bir mitinge gerçekleştirilen bu saldırı, hem kitleler üzerinde derin bir iz bıraktı, hem de ülkenin siyasetinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu.
Ve salt bu neden bile, onun aydınlatılması, arkasındaki güçlerin açığa çıkartılması yönüyle büyük bir önem taşıyordu. Ama titizlikle örtbas edildi, tetikçilerin arkasındaki asıl güçler gizlendi, apaçık ortada olan örgütlenme yok sayıldı, sadece katliam değil yargı aşaması da tartışmalı hale geldi.
Her şey bir yana, 10 Ekim Katliamı davası “insanlığa karşı suç” olarak ele alınmalı iken bu yapılmadı, herhangi bir dava olarak yürütüldü.
Daha mahkeme açılmadan önce, soruşturma süreci son derece baştan savma ve özensiz yürütülerek iddianame hazırlandı. Hukuken iddianame niteliği taşımayan bu metin, yargılamanın temeli oldu.
Mahkeme boyunca avukatların zorlamasıyla yürütülen “delil toplama” süreçlerinin tümü, her kademeden devlet görevlilerinin katliama dair sorumluluklarını ortaya koydu. Ancak toplanan bu deliller ve ortaya çıkan bilgiler (mesela katillerin telefonlarının katliam öncesinde dinlendiği tespit edildi, ancak telefon tapeleri dosyaya konmadı) takip edilmedi, değerlendirilmedi, sonuca bağlanmadı. Mülkiye müfettişlerinin raporlarının sadece çok küçük bir bölümü dosyaya kondu; bu raporlardaki kamu görevlilerinin sorumluluğuna ilişkin somut deliller (mesela katliamın sorumlularından İlhami Balı’nın doğrudan kamu görevlileri ve sınırdaki askerlerle görüşmeler yaptığı tespit edildi) dikkate alınmadı.
İki yıl boyunca “soruşturmanın genişletilmesi” talepleri reddedildi, “firari sanıklar” yok sayılarak mütalaa hazırlandı. Mütalaada yönetici olarak ceza alması gereken kimi katiller, örgüt üyesi olarak belirlendi. “Firari sanıklar” hakkında yakalama kararı olmasına rağmen, yakalanmadı. IŞİD’in para trafiğini ortaya çıkarmak için Gaziantep’teki kuyumcular konusunda araştırma yapılmadı. Canlı bomba Yunus Emre Alagöz ile birlikte operasyonlarda öldürülen kişilerin UYAP kayıtları gizlendi. Katillerin Suriye-Irak-Türkiye arasında çeşitli defalar sınır geçişi gerçekleştirdiği, cihatçı çetelerin kamplarında kaldıkları vb. bağlar ortaya çıkmış olmasına rağmen, bu konunun üzerine gidilmedi.
Toplamda, avukatların büyük çabalarıyla hazırlanan yüzlerce sayfalık raporlar, yazışmalar ve belgeler, Antep’teki her kademeden mülki ve idari amirin, sınır güvenliğinden sorumlu amirlerin, istihbaratın; yanısıra Ankara Valiliği, Emniyet Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı’nın yaşanan olayda sorumluluğu, ihmali vb. bulunduğunu ortaya koyuyor. Buna rağmen dava, hakkında soruşturma açılmış bulunan 36 kişi üzerinden yürütüldü; devlete uzanan bütün yollar ısrarla gözlerden gizlendi. Devletin fiziki ve teknik takibi altında olan bu kişilerin, devletin bilgisi dışında bu katliamı gerçekleştirmesi mümkün değildi; bu konu mahkeme tarafından ısrarla yoksayıldı.
Katillerin duruşmalardaki pervasızlığı
Duruşma süreçlerinin bir başka çarpıcı yönü, yargılanan katillerin mahkemelerdeki saldırgan tutumları oldu. Katiller kimi zaman ailelere hakaret ettiler, sözlü tacizde bulundular, kimi zaman avukatları ya da kurumları hedef gösterdiler, tehdit ettiler. Kimi zaman da doğrudan mahkeme heyetine seslenerek, “Allah’ı öfkelendirmeyin” sözleriyle tehdit ettiler. Katillerin avukatları bile, mağdur ailelerine dönerek “herkes haddini bilsin” diye bağırdı.
Ve katillerin bu pervasız tutumları karşısında mağdur aileleri tepki gösterdiğinde, heyet aileleri uyardı ama sanıklara dönük uyarıda bile bulunmadı.
Salt bu tablo bile, davanın göstermelik biçimde yürütüldüğünü ortaya koyuyor. Verilen cezalar elbette çok ağır. Ancak gerçek suçlular ortaya çıkarılmadığında, katliam günü ve öncesinde olayla bağlantılı devlet kadroları yargılanmadığında, Türkiye genelinde IŞİD örgütlenmesine gerçek darbeler vurulmadığında, bu cezalar “kurban” sunmanın ötesinde bir anlam taşımıyor.